013

3.7K 297 46
                                    

Kafamın içinde hayat bulmuş sesler, iri kollarıyla bedenimi kavramış hızla sarsıyordu. Ölüm uykusu muydu, yoksa bacaklarımı sarmış prangalar mıydı bilmiyorum.
Yalnızca kalkamıyordum. Seslere, sarsılmalara ve daha nicesine cevap vermemenin huzurlu bir tarafı vardı. Artık mücadele etmek zorunda kalmıyordun.

Başladığım yere geri döndüğümü de o zaman fark ettim. Gözlerimi açtığımda kendimi ormanda bulacağıma, başımda dikilmiş meraklı gözlerle karşılaşacağıma o kadar emindim ki uyanmak için hevesli olamıyordum. Benim için olan her şey, kütüphanede ders çalışırken uyuya kalmışım ve aslında her şey rüyaymışdan daha ileriye gitmiyordu. Aslında her şey rüyaydı demek benim için çok kolaydı.

"Sehun."

İşte yine biri adımı sesleniyordu. İşte yine biri benim için endişeliydi. Rüya kendini başa sardı. Jonginle henüz tanışmadığım günlere dönmenin düşüncesi beni fena halde korkutuyordu. Biraz düşünme kabiliyetine sahip olsam bunların hepsi bana çocukça gelecekti, biliyorum.

Lakin düşünme kabiliyeti bana sandığımdan daha uzaktı.

"Sehun, gözlerini aç."

Ses bu sefer saldırgandı. Pençelerini omzuma saplamış beni serçe sarsıyordu. Öyle ki tenime batıp canımı acıtan tırnaklarına rağmen tepki veremedim.
Tiyatro olduğu yerde oynanıyordu. Ama ben arka sahnede olan biteni izleyen bir başrolden farksız değildim.

Neler olup bittiğinin farkında lakin tepkisiz.

"Ne yaptın ona?"

Soru bana değildi. En azından bunu tenimden uzaklaşan parmakların varlığı ile algılayabiliyordum. Başkasıyla konuşuyordu, odada birden fazla kişinin olma düşüncesi beni baştan aşağıya titretti.

Kavga sesleri yükseldi. Bağrışmalar kulaklarımı ağrıtacak kadar güçlüydü. Neler olup bittiği hakkında hiçbir fikrim yoktu.
Neden kavga ediyorlar hiçbir fikrim yoktu.

Ama sanki bu, bana uyanabilmem için yeterli gücü veren tek şeydi. Önce gözlerimi araladım.
Fakat kör edici bir ışık tarafından kucaklandığımda tekrar kapattım.
Anne karnından yeni çıkmış bir çocuğun dünyaya alışma aşamaları gibiydi. Acı versede merak hepsinden üstün geliyordu.

Ne beklediğimi bilmiyordum. Son sıra hiçbir konuda bilgim yoktu. Tahminler üzerinden hayatımın ne çeşit bir bokluğa batacağını düşünmek dışında hiçbir şey yapamıyordum.
Bilmiyordum evet, lakin beklediğim şeyin Byun Baekhyun ve Park Chanyeolun birbirine girmiş bir şekilde bulmak olmadığına emindim.

Gözlerimi belli belirsiz kırpıştırdım. Bedenim fena halde ağrıyordu. Hareket etmek, doğrulmaya çalışmak işkenceden farksızdı. Dirseklerim yardımıyla olduğum yerde kıpırdandım. Bedenimin sızızına öylesine kendimi kaptırmıştım ki Baekhyunu aylar sonra görmenin nasıl hissettirdiğini kavrayamadım. Yer bedenimin altında şiddetle titriyordu.

Hayır.

Hayır.

Titreyen yer değil, bedenimden başkası değildi.

Dirseklerim üzerinde doğruldum. Kafamın üzerinde ışıldayan ışık demeti yüzünden hareketlerim sağlıklı değildi. Öyle ki elimi en az iki kere metal bir nesneye vurduğuma yemin edebilirdim. Garip hissediyordum.

Ve böyle hissetmekten hiç olmadığı kadar nefret ettim.

"Aman Tanrım, Sehun!"

Üzerime doğru gelen kabarık saçlı, kısa boylu ve çirkef nesneyi, kollarını boynuma doğru sıkıca sarana kadar fark edemedim. Kollarını boynuma sıkıca sardı. Sevgiden çok, beni boğarak öldürmeye çalışıyormuş gibi bir hali vardı. Öylesine özlem doluydu ki beni boğarak öldürme ihtimaline bile tölerans gösteriyordum.

Alpha BetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin