Oysa ben burada aşkımı ilan ediyordum.

1.5K 129 48
                                    


-Jongin'in ağzından-

Oysa ben burada aşkımı ilan ediyordum.


Onun için ölürdüm. Onun için parmaklarımı kanla kaplar, nice insanları katlederdim. Kurt soylarını kurutur, eğer isterse bir çağın varlığını tarihten silerdim. Onun için nice savaşlar başlatıp, nice barışlar getirirdim. Yapamayacağım şey yoktu. Küçük dudaklarını büzüp sorması bunca şeyi yapmama yeter de artardı bile.

Sevmek böyle bir şey miydi? Bu muydu yani? Klanının en güçlü baş alfası, kırılgan, 60 kilo bir çocuğa mı aşık oluyordu?

Aşk.

Tanrı kafasında neler planlıyor diye merak ediyordum. Her ne planlıyorsa iyi bir şey olmasını ummaktan başka çarem yoktu. Şikayetçi değilim. Tekrar başka bir hayatta gözlerimi açsam, yine başka bedende, başka bir yüzle Sehunu arardım. Şikayetçi olduğum tek şey, birbirimizi sevmenin bedelinin bu kadar ağır olmasıydı.

"Jongin. Daha yürüyecek miyiz?"

Hemen yanı başımdaydı. Kollarının arasında oğlumuz, esen hafif rüzgara karşı ufak adımlar atıyordu.
Oğlumuz.

Ben ve ondan olma bir bebeğin varlığı hâlâ kanımı kaynatıyordu. O bizim birbirimizi sevdiğimizin kanıtıydı. Sehun'n bana teslim olduğunun yeğane belgesiydi.
İlk kez baba olmamıştım. Elbette kızımın doğumunda da içim içime sığmıyordu. Ama bu..

Aşık olduğum kişinin parçasına farklı hissetmem normal olmaz mıydı?

"Az kaldı güzelim. Hemen ilerde."

Sıkıntıyla bir nefes verdi. Boncuk gibi yuvarlak gözleri hemen önünde ilerleyen Jennie'deydi. Her adımını titizlikle izliyordum. Önünde ayağını tökezletecek bir taşın varlığı, ya da karanlık gölgelerin arasında ona atılmak için bekleyen herhangi bir şeyi kabul edemezdim. Bu yüzden titizlikle onu izliyor, aynı titizlikle çevreyi dinliyordum.

O bunu fark etmedi. İnsan gözleri yalnızca ağaç dallarının müsade ettiği, ay ışığının aydınlattığı kadarını görüyor olmalıydı.

Gülümsememi tutmam gerekiyordu biliyordum. Yine de sağ üst dudağımın yukarıya doğru kıvrılmasına engel olamadım. Başta insanlardan nefret ettiğim doğruydu. Ama şimdilerde bazen bu insani özelliklerine şükretmeden edemiyordum.

"Bunu gerçekten yapmak zorunda mıyız? Gidip onlarla konuşmak için çok mu geç?"

Hiç kurt sürüsü ile tanışmamıştı. Benden önce kurtların varlığı hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Doğal olarak ne kadar acımasız olacaklarına dair bir fikri de yoktu. Belki konsey küçük bir ihtimal de olsa Sehun için iyi bir karar verecekti. Suçsuz olduğu kararını vermeleri de imkansız değildi. Ama ben işimi şansa bırakmak istemiyordum. Oyunu şansa göre oynarsak onu kaybetme ihtimalim bir hayli yüksekti.

Bunu göze alamazdım.

"İmkansız."

Ya konsey onun suçlu olduğuna karar verseydi? Gözümün önünde sürüye ihanetten öldürülmesini mi izlemeliydim? Canım yanıyordu. Bir alfa olarak sürüme ihanet etmenin acısını göğsümde bir yerde hissedebiliyordum. Ama biliyordum ki, bu acı Sehunu kaybetmenin acısının yanında hiçbir şeydi.

Bir süre hiçbir şey demedi. Arada Jae'nin huysuz mızırtıları ve adımlarımızın altında ezilen dal parçaları dışında hiçbir şey yoktu. Aramızda sessiz bir anlaşma varmış gibi kimse konuşmaya yeltenmiyordu.

Belki de henüz son konuşmamızı yaptığımızın farkında değildi.

Çok şey söylemek istedim. Çok şey yapmak istiyordum. Bunların hepsini birkaç dakikaya sığdıramazdım. Bu yüzden göstermeyi isteyerek boşta ki eline doğru uzandım. Buz gibi elleri, avucumun arasında kayboldu. Yine de bir şekilde ellerimiz birbiri için yaratılmış gibiydi.

Alpha BetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin