blue banisters

241 25 28
                                    

bölümün ismini veren lana şarkısı ile bölümü okumanızı diliyorum. yazım yanlışı varsa affedin lütfen . keyifli okumalar...

Kolezyumun etrafında birkaç tur atmış, bu muhteşem yapıya farklı perspektiflerden bakarak 2000 yıl önce burada gerçekleştirilen dövüşler hakkında tahminler edip, havadan sudan konuştuk. Naruto daha önce hiç Kolezyum'un içine girmediği için, içinin neye benzediğini hayal etmeye çalıştı. Hayal ettiği şeylerin çoğu yanlış çıksana, bunu yaparken oldukça mutlu gözüktüğü için sesimi çıkartmamıştım. Saat akşam üstünü geçiyordu. Güneş yavaş yavaş batarken ayaklarımız, şehirin doğusunda kalan sokaklara getirmişti. Arnavut taşlarının döşediği sokaklardan geçip minik bir meydana geldiğimizde, ikimizde birbirine değen ellerimiz hakkında hiçbir yorum yapmadı...

Göz ucu ile ona baktığımda yanaklarına yayılan pembeliği gördüm. Tatlıydı. Sarışın zaten genel olarak her zaman bir tatlılık abidesiydi. Bakışlarımı minik meydanda gezdirdim. Meydanın bir köşesinde duran meydanı işaret ettim Naruto'ya. Bakışlarımız buluştuğunda, adımlarımızı oraya yönelttik. Kafenin içerisi dolu olunca dışarıdaki bir masaya oturduk. Kolayca meydanı görebiliyorduk. Naruto, sırtı meydana dönük bir şekilde oturmaya ısrar etti. Bunun üzerine bende hem meydanın ortasında oynayan çocukları ve güzeller güzeli sarışını izleyebiliyordum...

Birkaç dakika sonra garson geldi ve siparişlerimizi  istedi.
Sıcak katre
Espresso
Garson gittikten sonra gözlerini etrafta gezdiren sarışına baktım.  Büyük mavi gözleri meraklı bir şekilde etrafta olan biteni izliyordu.
"Converselerin kurudu mu bari?"
Aniden dediğim şeyle Naruto'nun  nasıl irkildiğini gördüm.  Suratı koyu bir kırmızıya büründü utanç içerisinde.
"Sa- Sasuke-san, siz- nasıl biliyorsunuz?!"
Sırıttım.
"Nasıl bilmeyeyim, çok bariz bir şekilde ortadaydı bütün gün ayağında olan su ile dolaştığın. Ayrıca senden kaç yaş büyüğüm, bir zahmet bileyim."

Sarışın tek yanağını şişirdi.
"Kaç yaşındasınız, Sasuke-san"
Eskiden bu soru karşısında panikle bir şeyler gevelerdim ancak o uzun zaman önceydi. Yorgun olan gözlerimi kırpıştırdım.
"Kaç yaşında gibi gözüküyorum?"
Bu genelde işe yarayan bir yöntemdi.  Sarışın birkaç saniye sessizlik  içerisinde bana baktı. Mavi gözlerini irileştirdi. 
"Kırklı yaşlarının ortasında olan yakışıklı bir adam gibi..."
Demekki uzaktan bakıldığında 40'lı yaşlarında duruyordum. Derin bir nefes verdim.
"47 yaşındayım."
"Aramızda 15 yaş varmış."
"32 yaşındasın?"
" 33 olacağım. Yaşlanıyorum Sasuke-san."

Duydum şöyle kıkırdadım.
"Daha yolun yarısında bile değilsin, Naruto."
Sarışın gözlerini devirip kollarını ortada bağladı. Mavi gözlerinin içine baktım. Aramıza düşen sesizliği garson siparişlerimizi getirince bozucaktım. Birkaç dakika sonra sparişlerimiz geldi.
"Gracie." //*teşekkürler
Sarışın kahvesinin üzerinden çıkan dumanlara büyük gözleriyle bakarken ben de onu izledim. 
"Bir insan ne zaman ölür, biliyor musun Naruto?" Sarışın bakışlarını bana çevirdi.
"Kalbi atmayı bıraktığı zaman?"
Naruto hâlâ fazla toydu.
"Külliyen yalan!"
Sarışın şaşkınlıkla kalkmış kaşları ile bana bakarken gür sarı saçlarının tam ortasına düşen yağmur damlası bütün bir ciddi sürat ifadesini bozdu.

Bakışlarımı yumuşattım.  Sarışını saçların arasına düşen damlacık  sayısı aniden arttı. Onun oturduğu taraf şemsiyenin  ucuna denk geliyordu. 
"Yanıma gelsene."
Ona yanıma sandalyesini çekmesini istedim o sırada garsonlarda aniden bastıran yağmur ile islanmakta olan müşteriler ile bütün bu curcuna ve giderek şiddetlenen yağmur arasında sarışın kendi sandalyesini yanıma çekmişti.
Kimse sezdirmeden,  kimseye belli etmeden...

Artık ikimizde şemsiyenin tam altındaydı.  Naruto benden bir şey istermiş gibi büyük gözleri ile bana bakıyordu.  Gözlerimin kenarıyla onu izliyordum. Derin bir nefes verdim. Böyle işleri bırakalı uzun zaman olmuştu...  Kolumu yavaşça onun omuzuna attım, başını bana yaslamasını sağladım. Karşı koymadı...

"İnsan sorgulamayı bırakınca ölmüştür, Naruto..."Yavaşça gözlerimi yumup insan sesinden sıyrılıp giderek şiddetlenen yağmurun sesine odaklanmaya çalıştım. Birazdan burnumun  daha iyi bir şekilde alacağı toprak kokusuna, kollarımdaki sarışının varlığına odaklanmaya çalıştım.

"Düşünmeyi bırakan insan ölmüştür. Artık onun kendi iradesi yoktur. Kendi istekleri, zevkleri, düşünceleri... Hiçbir şey yoktur. Sorgulamayı bırakan insanın hayatı onun değildir,  başkalarınındır. Düşünmeyi, sorgulamayı bırakma Naruto,  ne olursa olsun sıkıca tutun sorgulamaya, düşünmeye, yeni anlamlar bulmaya..."
Sözümü  bitirdikten sonra derin bir nefes verdim. Yorgun gözlerimi kapatmıştım. Zaman içerisinde sadece etraftaki sesleri dinleyerek bile çevremde neyin döndüğünü anlayabiliyordum. Aynı şu anda sarışının kalbinin gereğinden fazla hızlı attığını duyabiliyor olman gibi mesela...

Derinlerinde bunun neyden kaynaklanıyor olabileceğini bilsem de bütün bir benliğim ile bunu inkar etmek, görmezden gelmek kabul etmekten çok daha kolaydı. Onun için açtığım kolumun sarışının ince beline düşmesine izin verdim. Onu yavaşça daha da kendime doğru çektim. Yağmur giderek hızlanırken, biz bedenlerimizi birbirine yaslayıp sıcak kahvelerimizi yudumlamak ile yetindik.

"Seninleyken kendimi daha..."
Ağzımdan, pişman olacağım sözcükler çıkmadan önce kendimi dizginledim. Asırlar önce kendime bir söz vermiştim ve bunu bozmayacaktım.
"Sa-Sasuke-san...?"
Naruto devam etmemi beklermişçesine bana bakmıştı.
"Boş ver. Önemli bir şey değildi zaten."
Sarışın yavaş iç çekti. İkimizde bunun önemli olduğunu biliyorduk.
"Siz bilirsiniz..."
Bozulmuştu. Bunu sesinden anlayabiliyordum...

Başını omzumdan kaldırmadı. Hatta birkaç dakika sonra ortada birbirine yavaşça dolanan ellerimiz hakkında da bir yorum yapmadı. Önce ellerimiz birbirine sürtündü daha sonra parmaklarımız birbirleri  ile buluştu. Sarışının minik eli benim elimin yanında ekstradan küçük kalıyordu...

Roma'nın üstüne karanlık çöktükçe, yağmur giderek  şiddetlendikçe, her şimşek çarptıkça,  o her seferinde korkudan yerinde sıçradıkça, ben de ne zaman o yerinden sıçradığında onu güvende hissettirmek için elimi bacağına koyup ona yalnız olmadığını hissettirdikçe bedenlerimiz giderek birbirine sokuldu...

O gece yağmurn altında kahvelerimizi yudumladıktan sonra sarışını evine kadar eşlik ettim. Bütün bir yol boyunca ikimizin de ağzını bıçak açmamış, huzurlu bir sessizlik içerisinde yürümüştük. Evin önüne geldiğimizde hâlâ bağlı ellerimizi ayırmak yerine alttan büyük mavi gözleriyle bana bakmıştı. Dudaklarını bir şey söylemek için araladığında hemen geri kapatmıştı. Ona, neyin olduğunu sordugumda önemli bir şeyin olmadığını söylemiş minik elini son bir kez benim elimin içerisindeyken sıkmış ve evine girmiştim.

o gecenin karanlığında, kalbimde bıraktığı, uçuşan kelebekleri sayamayacak kadar darmaduman olmuştum. biliyordum onu ne zaman görsem yeni kelebeklerin ekleneceğini. kelebeklerin kanat çırpışını duymamak, inkar etmek imkansız bir hale gelmişti artık...

artık yavaş yavaş üniversite sınavı için hazırlıklarım başladığı için kendime bile zaman ayırma sürem giderek azalırken yazı yazmaya çok zor zaman bulabilmeye başladım. bundan dolayı herkesten özür diliyorum ancak bu elimde olan bir şey değil. 3 gün önce yağmur yağarken, gece saat 8'de evden çıkıp, kafeye gidip kalan son sayfaları kahvemi yudumlayıp yazdım. 1 aydan beri hiçbir şey yazamadığımdan dolayı 5. haftadan sonra neredeyse her gün "yazı yazmak istiyorum." düşüncesi ile okula gidiyordum...
kendinize dikkat edin lütfen. sizi seven insanlara ve sorgulamaya sıkıca tutunun...

raru'dan sevgiler ile...

「Born To Die」-SasunaruHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin