Merhaba bebeklerim, uzun bir ara oldu değil mi? Sınavlar yüzünden bir türlü vakit bulamadım. Bu yüzden hemen bölüme geçeceğim ama ondan önce bir duyurum var.
Geçen bölüm söylediğim gibi, okuyucu sayımız artmış ama vote ve yorumlarlar çok fazla düşmüş. Bu yüzden sınır koymam gerektiğini düşünüyorum.
Vote +70, yorum +60.
İyi okumalar.
Bölüm şarkısı: Armada - Penantian
Renklere âşık bir çocuk olarak doğmuşken, renklerin nefreti olan evimin sahipleri annem ve babam bana bu yaşıma kadar Ne olmak istiyorsan ol, biz her zaman yanındayız dediklerinde bile o her zamanın arkasında kapalı bir kapı bırakmışlardı. Ne olmak istiyorsan ol ama renklere yaklaşma dediklerinde bahçeden bulduğum yarım kalmış kutudaki boyaya elimi daldırıp duvara sürmeye çalıştığımda söylemişlerdi. Uzak dur! Yaklaşma! Eline alma!
Saçma sapan bahanelerle yıllarca gözlerimi renklere, resimlere kör etmek istemişlerdi. Onların inadına ben sürekli gizli bir şekilde çizdiğim resimleri saklıyor ve seferinde bir aptal gibi sakladığım yerden bulmalarını ruhsuzca izliyordum. Kaç resmim gözlerimin önünde yırtılıp parçalanmıştı, kaç kutu boyalarım yerle bir edilmişti veya kaç fırçam hiç acınılmadan ortadan iki bölünmüştü hatırlamıyordum bile. Annemin ağlayarak ordan oraya savurduğu anlamsızca çizilmiş tablolarımın dili olup konuşsaydı acaba ne söylerdi o kadar çok merak ediyordum ki.
Yıllarca gizlice çizdiğim resimleri her bitişimden sonra karşısına geçip oturur, saatlerce ağlardım. Haykıramadıklarımı, söyleyip de yuttuklarımı gözyaşlarımla resimlere anlatırdım. Zaman geçmişti. Resimlerim değişmişti. Duygularım değişmişti. Düşüncelerim, zihnim değişmişti. En önemlisiyse kalbim değişmişti. Mesela artık ağlamıyordum. Resim çizmek istediğimde dışarıya çıkmıyor veya herhangi bir eski ev bulup duvarlarını boyamıyordum. Artık huzur bulduğum eve gelip istediğim gibi rahat bir şekilde çiziyordum. Ben huzuru bulmuştum. Ben aşkı, aşkın bana getirdiği binbir renge sahip olan o adamı bulmuştum.
Huzurlu geçen günlerimin arkasındaki gerçeğin tek nedeni oydu, biliyordum. Gözlerine her baktığımda hissettiğim huzurun tarifi yoktu. Ama nedense bugün uykudan uyandığımdan beri kalbimde yeşeren endişenin, huzursuzluğun sebebini bilmiyordum. Bir şeyleri kaçırıyordum, görmüyordum ve bunu beni çok korkutuyordu.
Sabah Minho hyung bugün telefonlarına cevap veremezsem endişelenmemle ilgili kısa bir mesaj atmıştı. Açıkçası en son böyle yaptığında günlerce benden kaçmıştı ve belki de şu anki korkum bunun tekrar olmasıydı. Geri aramak istemiştim ama karşılaşacağım şeyin ne olduğunu bilmediğim için elim bir türlü geri ara tuşuna gitmemişti.
Şimdi omzumda çantam, kafamı önüme eğmiş düşünceli bir şekilde eve yürürken her saniye içime dolan korku beni iyice boğmaya başlamıştı. Gün boyunca derslere odaklanamamış, çocukları görmezden gelmiştim. Hatta bir an öyle bir bunalmıştım ki sonunda anlamsızca Beomgyu ile kavga etmiş en sonda dudağıma yediğim yumrukla daha fazla okulda kalamayacağımı anlayarak çantamı koluma astığım gibi okuldan kaçmıştım. Arkamdan ismimi bağıran çocukların, yüzüme pişmanlıkla bakan Beomgyu'yu bir anlık görmezden gelerek onları geride bırakmıştım.
Okuldan çıkalı saatler olmuştu ama ayaklarım bir türlü beni aklımdaki o eve götürememişti. Gerçekten korkuyordum. Gidip de göreceğim şeylerden, gidip de duyacağım şeylerden deli gibi korkuyordum.
Bir anda soğuyan hava yüzünden titrerken, derin bir iç çekip önümdeki küçük taşa tekme attım. Tam bu sırada çalan telefonum gözlerimi devirmeme neden olsa da cebime sıkıştırdığım telefonu elime aldım. Okuldan çıktıktan sonra sürekli arayan Changbin'ler olduğunun düşüncesiyle hemen kapatma tuşuna basacaktım ama ekranda gördüğüm isimle olduğum yerde durmuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝑴𝒐𝒏𝒐 𝑵𝒐 𝑨𝒘𝒂𝒓𝒆 / MinSung
FanfictionJisung renkleri olmayan hayatına birkaç damla renk istiyordu. Ve o gün hayatına giren o adam, hayatını değil, onun duyguları olmayan kalbini boyamaya başlamıştı. "Sen, sen koca gözlü adam. Sen benim hiçbir zaman sahip olmak istemediğim en değerli du...