40- Aç Gözünü

44.3K 3.2K 555
                                    

Yiğit

"Gereksiz herif ya," diye söylendim. Derin bir nefes alıp sinirlerime hakim olmaya çalışırken kolumun altına aldığım Güneş, başını uzatıp suratıma aşağıdan tatlı tatlı bakarak beni anında yumuşatmıştı. Ama sinirli kalmam gerekiyordu. Bu yüzden bakışlarımı zor da olsa Güneş'in suratından kaçırmıştım.

"Yiğit," dediğinde sesindeki o tatlı melodiye erimekle meşguldüm. "Sen hep bu kadar kıskanç mıydın?"

"Kıskançlık değil bu, sinirlendim. Ulan elini tutuyorum ben senin, elini. Daha ne bakıyor o herif sana?" 

"Belki babam sanmıştır," diye alayla konuştuğunda düz bir surat ifadesiyle ona döndüm. Güneş, uzanıp yanağımı öptüğü anda tüm sinirim uçup gitmişti. Hatta az önce neye sinirlendiğimi dahi hatırlamıyordum. Suratına aptal aptal bakarken kolumun altından çıkmış, kolunu benim koluma dolamıştı. 

"Haklısın, senin yerinde olsam ben de sinirlenirdim. Ama takma kafaya bu kadar, boş ver."

"Ya, aynısı senin başına gelse hemen sakinleşebilecek miydin?"

"Hayır," dedi dürüstçe. Koluma doladığı elini tutup montumun cebine soktuğumda bakışlarını bana çevirmişti. "Ama biliyorsun, ben senden daha tehlikeliyim."

"Buna katılmıyorum," dedikten sonra sırıttım. "Senin için de dışın da bir."

"Seninki ne?"

"Benimki ne mi?" Adımlarım yavaşlarken Güneş de benimle beraber durmuştu. Suratıma merakla baktı. "Saf görünümlüyüm, bunun farkındayım."

"Sadece 'görünümlü' olduğundan emin miyiz? Sen direkt safsın." Yanağımı hunharca sıkan elini kavrayıp avuç içini öptüm, donakalarak suratıma baktı. Dudaklarımda memnun bir sırıtış oluşurken kaşlarımı kaldırmıştım. "Benim saf olmadığımı en iyi senin bilmen gerekiyor, Güneş. Bak, senin gibi 'tehlikeli' bir kızı nasıl da sevgilim yaptım? Aferin bana."

"Sen..." Dudakları aralandı, yüzüme şaşkın şaşkın bakarken yeniden kolumu omzuna atmış, onu kendime doğru çekmiştim. "Gerçekten de fenasın," diyerek tamamladı cümlesini. Yalnızca gülmekle yetinmiştim.

Güneş'le evimin önüne geldiğimizde sokakta volta atan Savaş bizi karşılamıştı. Henüz ona seslenmeme kalmadan arkasını dönen Savaş, bizi fark ettiğinde hızla yanımıza gelmişti. "Neredesiniz siz ya? Kaç kere aradım, haberiniz var mı?"

Güneş'le aynı anda telefonumuzu çıkarıp ekrana baktığımızda Savaş'tan birçok cevapsız aramanın olduğunu görmüştük. İkimizin de telefonu sessizdeydi, dersten çıktıktan sonra sesliye almayı unutmuştuk.

Telefonumu tekrardan cebime sokup Savaş'ın endişeyle kaplı yüzüne baktım. "Ne oldu?" diye sordum korkarak. Yüz ifadesi hiç hayra alamet değildi. 

"Defne telefonlarına bakmıyor. Kapıyı da açmıyor. Okuldayken biraz ateşi vardı."

"Uyuyakalmıştır," diye konuştum ama kelimeler boğazıma dizilmişti. Aksini düşünmek dahi istemiyordum. Üçümüz, kapı önünde daha fazla oyalanmayıp binadan içeriye girdiğimizde titreyen ellerimi iki cebime sokmuş, anahtarımı bulmaya çalışmıştım. Telaştan hangi cebime koyduğumu unutmuştum. Montumun cebinde bulamadığım anahtarımla sinirle bir nefes aldım. O sırada asansör, evimizin olduğu katta durmuştu.

Asansörden inip ellerimi pantolonumun cebine attım. Nihayet anahtarı çıkardığımda az önce titreyen ellerim şimdi oldukça sakindi. Kapı deliğine anahtarı sokup hızlıca çevirdim ve kapıyı açıp içeriye seslendim. "Defne?"

Üçümüz de içeriye girdiğimizde ben direkt Defne'nin odasına yönelmiştim. Kapıyı açtığımda boş yatağı gözüme çarpmıştı. Ama yatağı toplu değildi, yeni uyanmış gibi bir hali vardı. Bozulmuştu. Belki de uyuduğu için kapıyı ve telefonunu duymamıştı. Şimdi de yeni uyanmış, banyoya elini yüzünü yıkamaya gitmiş olmalıydı. Evet, her şey böyle olmalıydı.

"Yiğit!"

Güneş'in sesiyle Defne'nin odasından hızla çıktım. Neden sesi bu kadar endişeli geliyordu? Belki de Defne sakarı mutfakta bir şeyleri düşürüp kırmıştı. Benim kardeşimin başına kötü bir şey geldiği için olamazdı bu ses tonu. Mutfaktaki dağınıklık içindi.

Güneş'in sesini takip ettiğimde kendimi mutfakta bulmuştum. "Ne oldu?" diye sorduktan sonra bakışlarımı Güneş'in yüzünden çekmiş, mutfağın zeminine çevirmiştim.

Defne, yerde hareketsiz bir şekilde uzanıyordu. Yüzü bembeyazdı, başından akan kan mutfağın açık renkli halısına bulaşmıştı. 

Gözlerim, gördüğüm bu görüntüyü bulanıklaştırmak adına dolarken ellerimi bağırmamak adına dudaklarıma örttüm. Şu an bağırabilecek kadar güçlü müydüm onu bile bilmiyordum. Bacaklarım tir tir titriyordu, ayakta zor duruyordum. Gözlerimi kırpıştırıp "Ölmüş mü?" diye sordum korkuyla. Kahretsin, neden hiç hareket etmiyordu?

Güneş, yere eğilip işaret parmağını Defne'nin burnunun altına koydu. "Hayır, hayır. Nefes alıyor. Korkma, tamam mı? Nefes alıyor, hiçbir şey olmayacak. Ben şimdi ambulansı arayacağım."

Güneş, telefonunu çıkarıp mutfağın kapısından çıkarken onun açtığı boşluğu ben doldurmuştum. "Defne?" diye fısıldadım. Gücüm ancak bir fısıltıya yetiyordu. Kardeşimi kollarımın arasına alırken yanağına elimi koymuştum. "Abim, aç gözünü. Lütfen. Korkutma beni böyle."

"Banyoda ve salonda da yok, dışarıya mı-..." Savaş, mutfağa girdiği anda sesi soluğu kesilmişti. Güneş de onun ardından mutfağa girerken "Ambulansı aradım, birazdan burada olurlar," demişti. "Temiz bir bez var mı? Kanayan bölgeye bastıralım." 

"Var," dedi Savaş. "Şuradaki çekmecelerde olması lazım," dedikten sonra Güneş'e cevap vermesine rağmen kendisi gidip o çekmeceyi almış, temiz bir bez alarak yere çökmüştü. Titreyen elleriyle bezi Defne'nin başına bastırdı. 

Gözyaşlarım hızlıca gözlerimden dökülürken hıçkırıklara boğulmama ramak kalmıştı. Kendimi olağan gücümle sıkıyordum. "Abim, lütfen aç gözünü. Hadi güzelim. Hadi, uyan artık."

Ellerim tir tir titriyordu. Defne'nin hastalığı süresince yaşadığımız her şey gözümün önünden geçmişti. Defne ilk kez bayılmıyordu. İlk kez değildi ama hiç yalnızken de bayılmamıştı. Hep birimiz olurduk yanında, birimiz tutardık onu. Ya da o bayılacağını anladığında bir yere uzanırdı. Ne zaman, nasıl bu hale gelmişti? Neden bu hale gelmişti?

Ya eve daha geç gelseydim? Ya kardeşim daha kötü bir şekilde yaralansaydı?

Güneş, elini omzuma koyup hafifçe sıktığında başımı birkaç saniyeliğine ona çevirmiştim. "Merak etme, bir şey olmayacak. Kardeşinin ne kadar güçlü olduğunu bilmiyor musun?"

"Bir şey olmaz, değil mi?" diye sordum umutla. Duyacağım her olumlu şeye ihtiyacım vardı. Defne'nin tırnağı kırılacağına kendi başımın yarılmasını tercih ederdim. Asla kıyamazdım ona. Üzülmesine, incinmesine, hastalanmasına... Benden daha güçlüydü. Benden daha akıllı... Ama yine de küçüğümdü işte. Abisiydim onun. Hep Defne'yi koruyup kollama isteğiyle dolup taşacaktım. 

Bugün kardeşimi koruyamamıştım.

"Olmayacak, olmaz," dedi ama onun da sesi titriyordu. Defne, kollarımın arasında baygın bir şekilde yatarken onun başına temiz bezle baskı yapan Savaş'a göz ucuyla bakmıştım. Hiçbir şey söylemiyor, hiç hareket etmiyordu. Yalnızca Defne'nin başına kanamayı kesmesi için temiz bezi bastırıyor, gözlerini kırpmadan onun yüzüne bakıyor, ayılmasını bekliyordu. Yüz ifadesi dümdüzdü. Çıtı dahi çıkmıyordu, onu görmesem burada olduğunu unutacaktım.

"Hiçbir şey olmayacak Defne'ye." Savaş'ın kendinden emin çıkan sesiyle burnumu çekip onun yüzüne baktım. Bana yönelik mi konuşuyordu yoksa kendi kendine mi söylüyordu anlayamamıştım. Zaten buna yoracak bir zihnim de yoktu şu anda.

Uzanıp kardeşimin saçlarını yüzünden yavaşça çektim. Yumuşak saç tutamlarını parmaklarına doladım. Defne henüz gözlerini açmamışken içimden kendime bir söz vermiştim.

Kardeşim bir daha bu hale düşmesin diye her şeyi yapacaktım.

RÜYALARIMDA | Yarı TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin