Bölüm 14: Muhtaç

1.1K 94 19
                                    


&
Arun'un bana gösterdiği ağacın önünde diz çöküp sırtımı ağaca yaslamıştım. Arun kaybolalı birkaç saat olmuştu, güneş batıyordu. Birazdan karanlıkta ormanda kalacaktım. Korkmuyorum desem yalan olur. Her an bir ağacın arkasından ne olduğunu bilmediğim bir şey fırlayabilir.

Gözlerimin dolduğunu hissettim. Bir ağaca yaslanmış, ormanın ortasında ağlayan bir kızdım ben. Hayır, ağlamayacaktım. Sıktım kendimi. Göz yaşlarım akmamalıydı. Kendimi aciz hissediyordum, gücüm yetmiyordu.

Ayak sesleri duyunca ürktüm, biri geliyordu. Kim gelirse gelsin demek istiyordum. Bana ne yapacaksa yapsın. Bıktım artık. Korkmaktan bile yoruldum. Yorulmaktan yoruldum. Sonra gelen kişinin durduğunu fark ettim. Yavaşça ayağa kalktım, ağacın beni gizleyecek hali yoktu zaten. Karşımda gülümseyen, sivri gözlü bir yüz görecektim. Belki deşecekti beni, belki öldürecekti. Rubrum'un yanına da götürebilirdi. Umursamıyordum. Geriye doğru dönüp baktım; artık cesur olacaktım. Ne olabilirdi ki? Ne yapabilirdi bana?

Arkama dönüp baktığında Cantet'i gördüm.

&

Bütün cesur olma kararlarım gitti, korkaklığım ve çarpan kalbim anında geri döndü. Yorulmaya hazırdım. Ama o beni görmemişti. Gidiyordu. Arkasından seslenmek istedim, ama sesim çıkmadı. Boğazım düğümlenmişti, ağlamak üzereydim. Ona seslenemedim. Gidiyordu! Dizlerimin bağı çözüldü ve öylece yere çöktüm.

Ben düşünce altımda ezilen yapraklar ses çıkardı. Benim sesim çıkmamış bile olsa Cantet bana döndü.

"Nita?!"

Ellerimle yüzümü kapattım, yerden kalkamıyordum. Kendime, tüm gücümle ağlama diyordum. Cantet yanıma gelip yere çöktü. O da şok olmuş gibiydi, sanırım beni burada bulmayı ummuyordu. Ellerimi tutup indirdi ve kendi ellerini koydu yüzüme. "Seni kaybettiğimi sandım!" dedi. Sonra öylece baktı bana. Sanki gerçek olup olmadığımı anlamak istiyordu. Bir şey sordu ama anlamadım. Konuşamıyordum, duyamıyordum.

Cantet'in simsiyah gözlerine odaklandım. 'Niye sesim çıkmıyor?' demek istiyordum, titriyordum. Beni tutup göğsüne yasladı. Tamamen boşaldım, haykırarak ağlamaya başladım. Daha sıkı sarıldı bana. Aynı anda bir sürü şey söylemek isterseniz ve hiçbir şey söyleyemezseniz...

"Özür dilerim." dedi Cantet. Gözyaşlarım onun üzerini ıslatıyordu. "Seni koruyamadığım için özür dilerim." Ben ağlamaktan konuşamıyordum. Cantet varken farklıydı. Niye özür diliyordu benden? Ne gerek vardı? Ona dur demek istiyordum, dileme. Ama diyemedim ve o devam etti "Seni korumaya gücüm yetmediği için özür dilerim." Beni kendinden uzaklaştırıp göz yaşlarımı sildi. Çok ağır şeyler yaşayıp, parçalandığımı düşünüyor ve suçu kendinde buluyordu belki de. Hayır, gücü yetmeyen benim ve düşüncelerimi böylesine okuyan sensin. Söylemesemde biliyordu değil mi?

"Ca... Cantet..." dedim bin bir zorlukla. Neden bu kadar zordu? Ağlamaktan konuşamıyordum. Ona beni sakın bırakma demek istiyordum. Gücün yetmesede koru beni. Aklımı okumuş gibiydi yine. "Söz veriyorum." dedi "Bundan sonra hep yanındayım. Sana birşey olmasına izin vermeyeceğim. Asla." Beni tekrar göğsüne yasladı. Söyleyemesem bile tam olarak duyamak istediğim şeylerdi bunlar. "Geçti." dedi, beni kendine bastırırken "Burdayım, artık güvendesin. Ağlama." Durmaya çalıştım, duramadım. "Ağlama lütfen." dedi Cantet. Göz yaşlarımı yine silerek. Ne ara bu kadar kibar biri olmuştu o? Ve ben... Ne ara ona bu kadar muhtaç olmuştum?

&
"Bu ne ya, gökkuşağı gibi olmuşsunuz." dedi bir ses. Cantet beni tutup ayağa kaldırdı ve destek verdi. "Beni bir daha geride bırakma, Alata. Zor yetiştim." dönüp Tan'a baktım. Onu görmekte güzeldi. Tabii o nasıl bir gökkuşağı görüyor bilmiyorum.

"Harbiden Nita, çehrene ne olmuş öyle. Ama iyisin. Gördüğüm kadarıyla."

"Kes sesini. Kuyruğunu koparıp gözlerini onunla oyarım." dedi Cantet. Sesi az öncekinin aksine tüm nezaketini kaybetmişti. Eski soğuk, ciddi ses.

"Yeter artık Alata, birşey olmamış işte."

"Olsaydı, seni yaşatmazdım."

Tan içini çekti, belli ki ben yokken ikisi bayaa tartışmışlardı. "Turan yerinde değildi." dedi, bana doğru sorgulayıcı bir tavırla. Nasıl açıklasam diye düşündüm. Ormanda bir İrks ile tanıştım, mührü gölde bulmuş. Ben tak çıkar yapınca ruhuma fazla geldi bayıldım. Sonra Rubrum beni dokuz yaşında bir çocukla evlendirmeye kalktı...

Derin bir nefes aldım ve hafifçe gülümsedim. Tan üsteleyecek gibi görünüyordu, ama ağzını daha açmadan Cantet ona bir bakış attı. Tan çareyi konuyu değiştirmekte buldu "Nita'yı bulduğumuza göre, hadi artık yeni evimize gidelim."

"O beni buldu. Sen o arada neredeydin bilmiyorum." dedi Cantet'in soğuk sesi.

"Beni geride bırakıp ormana daldın..."

"Çok yavaştın, ona birşey olabilirdi."

"Ama olmadı!" dedi Tan. Sonra vazgeçip "Herneyse." dedi "Hadi gidelim."

Yeni evimiz. Doğru ya, yola onun için çıkmıştık. Cantet beni kaldırıp kucağına aldı "Gidelim."

Kendimi yerden yüksekte, birde Cantet'in kollarında bulunca şaşırdım ve biraz kızardım. "Yürüyebilirim." dedim, suratımın tamamen kırmızı olduğundan emindim. Cantet beni usulca yere indirdi ve yol boyunca bir adım yanımdan yürüdü. Tan arada soru sormaya çabaladıysa da, onu susturup durdu. Belli ki Cantet de iyi gününde değildi. Neredeyse hiç konuşmadan, bizi de konuşturmadan ilerlerdi yol boyunca. Hava tamamen kararmıştı. Anlatmam gereken bir sürü şey olduğunu biliyordum ama susup yola odaklandım. Bir ara merakımı bastıramadım, yaşadığım duygu yoğunluğundan kurtulmuştum.

"Tam olarak nereye gidiyoruz?" diye sordum.

Tan eliyle bir tepeyi gösterdi "Orada küçük bir ev var."

ELATHA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin