Bölüm 18: Siyah

867 93 9
                                    


&

"Sanırım tuzağa düştük." dedi Cantet, alaycı bir tavırla. "Gerçekten mi?" dedim, aynı alaycı tavrı takınmaya çalışarak. Suratını astı.

Aniden kulaklarımızı çınlatan bir ses durdurdu bizi. İkimizde kaskatı kesildik. "Kurt uluması..." diye fısıldadı Cantet. Sanki o kurt sesimizi duymasın diye kısık konuşuyordu. "Turan?!"

"Turan olduğunu sanmıyorum."

"Hayır, eminim." dedim, emin olmayarak. Sadece bir İrks iç güdüsü olarak hareket ediyordum. Simsiyah çiçek tarlasının içinde yürümeye başladım, yankılanan ulumaya doğru gidiyordum. Sonra ellerimi kaldırıp görünmeyen bir duvara koydum, neden yaptığımı bilmiyordum ve sorgulamıyordum. Sadece yapıyordum. Cantet ise hiç sesini çıkaramıyordu. Sanırım kubbeye dokunuyordum, bu ilk değildi; ancak arkasını görebiliyordum. Turan oradaydı ve uluyordu. Kanatlarını açmıştı, önünde bir yatak vardı. Bembeyaz çarşafları arasından sarkan bir kol, Turan ise onu uyandırmaya çalışıyordu sanki. Uluyor, havlıyor ve çevresinde geziyordu. Yüzümü duvara dayadım, yatakta öylece uzanan kıza baktım. Bendim o... Uyuyordum. Omzuma dokunan bir el ile kendime geldim. Cantet meraklı, bir parça da endişeli gözlerle bakıyordu bana "İyi misin?"

Artık orada olmayan, zaten ondan öncesinde de görünmez sayılan duvara baktım. Elimi uzattım ama orada hiçbir şey yoktu "İyi değilim."

Cantet ile yürümeye başladık; sanki sonu yokmuş gibi duran çiçek tarlasında. Ne kadar ilerlesekte hala simsiyah çiçeklerin arasındaydık. Sonsuzluğun içinde kalmış gibiydik, çevrede hiçbir şey yoktu. Sadece çiçekler... 'Çiçekleri görmek ister misin?'

"Boşuna yürüyoruz!" dedi Cantet ve yere çöktü. Arkasında hafifçe beliren kanatlarını görebiliyordum. İçimi çekip bende onun yanına oturdum "Kanatlarını kapatsana."

"Hı?!" dedi tepki olarak.

"Yani kaybet diyorum, açma. Her ne yapıyorsan artık."

Suratıma boş boş baktı.

"Sinir bozucu..." dedim "Çok büyükler!"

"Nita..." dedi Cantet, siyah gözlerini gözlerime dikerek "Şuan kanatlarımı görememen gerek."

Kendimi çiçeklerin arasına salıp, sırt üstü uzandım. Belki de Tan'dan mikrop kapmıştı. Cantet'in kanatlarını görebiliyordum, kubbesinin arkasını. Yani Tan arkasını göremediğini söylemişti, kubbenin siyah olduğunu. Niye herşey siyah?! Kubbe siyah, Rubrum'un alevleri siyah, Cantet'in bir kanadı siyah, Turan tamamen siyah, çiçekler siyah. Belki de hepsi aynı şeydir; Elatha. Elatha'nın rengi siyah. Açıklayamasam da Cantet'in kanatlarını görebiliyorum, hatta üzerime düşen gölgesini bile. Tan'ın gücüne sahip olmak güzel olurdu değil mi? Herşeyi görebilmek... Mesela insanların kıyafetlerinin içini. Vazgeçtim, görmeden de yaşarım. Ben, Turan'ın varlığından mutluyum. Ama seçme şansım olsa Cantet'in gücünü isterdim. Elatha da davete gittiğim o gece Cantet yüzümdeki yara izini iyileştirmişti. Bence en güzel güç bu olmalı. Yani bir çeşit hayat veriyor. Usulca bir bakış attım Cantet'in dalgın gözlerine. Belli ki o da düşünüyordu. Bu kadar soğuk, insanlardan uzak birinin böyle bir gücü olması... "Cantet." dedim, onu düşüncelerinden çıkarmayı planlayarak. Kafasını kaldırıp bana baktı. "Şu çiçeği görüyor musun?"

"Hangisini?" dedi soğukça.

"Tam yanındaki, solda." dedim, parmağımla işaret ederek "Yarısı beyaz."

Cantet dönüp çiçeğe baktı. Yüzlerce siyah papatyanın içinde onun yarısı siyah yarısı beyazdı. Aslında, sadece iki yaprağı farklıydı; ancak bu onu bütünden ayırıyordu. Bir yönüyle Cantet'e benziyordu. Belki birden çok yönüyle. Cantet de onda kendini görmüş gibiydi, dalgın dalgın bakıyordu çiçeğe. Sonra uzanıp dokundu ona. Çiçeği incitmekten korkar gibi. Öylece izliyordum. Cantet bir süre inceledi, sonra kopardı çiçeği. Duymadım sandı belki veya kendine engel olamadı. Ancak fısıldar gibi söyledi, bilinç altının çok derinlerinden geliyormuş gibi "Farklılık bütünü bozar, kusurlar kalamaz..." Sonra yine tekrarladı aynı cümleyi ve yine. Benim varlığımı unutmuş gibiydi. Ben nasıl burada tuhaf olduysam, şimdi o da öyleydi. Cantet'e bakarken içim burkuldu. Kim bilir ne görüyordu o çiçekte. Sonra bir tane daha fark ettim; tek yaprağı beyaz bir papatya daha. Bir tane daha. Bir tane daha ve bir sürü. Sanki tüm bahçede çiçeklerin hepsi yarı siyah yarı beyaz olmuş gibiydi. Cantet muhtemelen farkında değildi. Kalan son siyah papatyaya odaklandım. Önce bir yaprağı griye döndü, ardından beyaza. Sonra diğer yaprakları da sırayla renk değiştirdi. Birden kendimi bembeyaz bir çiçek tarlasında bulmuştum. Ardından bir başka görüntü geldi gözüme uzaktan; iki küçük kız çocuğu çiçek topluyordu. Yanlarında hoplayıp zıplayan minik bir köpek. Kafamı iki yana salladım. Kanatlı kara bir kurt, Rubrum ve ben. Ne kadar aldatıcı olabiliyordu görüntü. O kadar masumdular ki, incinecek diye çiçekleri bile dokunmayan. Sesleri doldurdu kulaklarımı, gülümsemeleri, kahkaları. Mutluydular. Ancak bu mutluluk içimi karartıyordu, çok geçmeden uğultuya dönüştü sesleri. Karardı görüntü ve kendimi bir kez daha çiçeklerin arasına bıraktım. Direndim gözlerimi kapatmamak için. "Cantet..." diyebildim "Neredesin?"

"Buradayım." dedi "Seni göremiyorum."

"Cantet! Düşüyorum?!" dedim, yere doğru çekildiğimi hissederek. Bende hiçbir şey görmüyordum. Ama Turan'ın uluması hala duyuluyordu ve Cantet'in sesi.

Elimi tutan biri beni kaldırdı. Dokunuşundan, kokusundan biliyordum kim olduğunu. Fakat hala yere batıyordum, düşüyordum. Cantet beni kollarının arasına aldı. Göremiyordum onu, o da beni görmüyordu. Sımsıkı sardı beni, kanatlarını çevremde hissettim. "Korkma." dedi. Yavaşça çekildik, papatyaların arasına. Kör olan gözlerimizin önünde yer bizi içine çekerken.

ELATHA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin