Bölüm 21: Yanlız

905 92 11
                                    

&
Herkesin soruları olur, bazıları cevabını bulur ve bazıları da bulamaz.

Herkesin bir hayatı olur, bazıları aradıklarını bulur ve bazıları da bulamaz.
Ancak asıl önemli olan hayata ne sorduğun ve onda ne aradığındır.

'Ne bulmak istiyorsun?' ya da 'Hangi cevabı duymak istiyorsun?' gibi... Bu kadar basit aslında.

Bazen bize söylenen tek bir cümle, verilen en ufak bir tepki bile aradığımız bütün cevapları içerir. Ama fark etmeyiz, edemeyiz. Çünkü o duymak istediğimiz cevap değildir.

"Anlamasan da, korksan da, yalnız da kalsan yaşa."

&
Odamdan çıkan Cantet'in arkasından birkaç saniye bakakaldım. Kulaklarımda aynı kurt uluması. İçimdeki bu tuhaf duyguyu tanımlamaya çalışıyordum. Bir an tereddüt etsemde, sonra karar verdim. Artık anlamıştım. Başıma neler geleceğinin az çok farkındaydım.

Hızla odadan çıktım, onun arkasından. Merdivenlerden tüm hızımla inip sağa sola bakınmaya başladım. Cantet ve Tan salonun ortasında bir şeyi tartışıyorlardı. Beni görünce durdurlar. Nefes nefese kalmıştım. "Corniger nerede?!" dedim, Tan'a bakarak. Kafasını hayır anlamında salladı. Boğazımda düğümlenen hissi yutkunarak gidermeye çalıştım. Duymak istediğim cevap bu değildi. Aradığım bu değildi. Cantet, beni kolumdan tutup kendine doğru çekti "Gidelim."
Tan da diğer kolumu tuttu "Gidemezsiniz."

Tan'ın tuttuğu kolumu çekip, kapıya yöneldim. Kapının kolunu çevirirken, onun arkamdan "Özür dilerim." dediğini duymuştum. Cantet bir adım arkamdaydı, her yere gidebilirim sanıyordum. Ancak o kapıyı açtığımda, az önceki özrün nedenini daha iyi anladım. Tam karşımda, omuzlarından dökülen kızıl saçları ve boynuzlarıyla Rubrum duruyordu. Yanında kara renkli askerleri. Arkasında ise yine tamamen siyah giyinmiş birkaç kişinin taşıdığı devasa, demir bir kafes; içinde uluyan bir kurt, Turan.

Anlamıştım. Gerçekten anlamıştım. Satılmıştık. Kaçışımız yoktu bu sefer. Elim kapı kolunun üzerinde, öylece dona kalmıştım. Bu gördüğüm ne kadar gerçek anlamaya çalışıyordum. Tan, beni kenara itti ve Rubrum'un karşısında eğilerek evden çıktı. "Hain!" dedim, hırsımı alamayarak "Bizi sattın..."

"Kendi canım karşılığında." diye cevapladı Tan ve Rubrum'un soluna geçti. Niye üzülüyordum ki? Böyle olacağını biliyorduk, Cantet defalarca ona güvenmemelisin demişti zaten. Gözlerim, Rubrum'un belindeki kırbaca kaydı. Tan'ın sırtındaki kırbaç izleri geldi aklıma ve açıkçası Tan'a alışmaya başlamıştım. Elatha ceza konusunda berbat, idam ve kırbaç. Bilmiyorum, sadece Tan'a üzülüyorum. Belki de yalancı bir dostu kaybetmek değilde kollarımdan tutup beni Turan'ın yanına kafesin içine tıkan askerlerdi canımı yakan. Eskimiş, ağır bir kilit kafeste dönerken hapsolmuştum. Birkaç siyah kişi Cantet'i tuttuğunda, o da çırpınmaktan vazgeçti. En az benim kadar afallamış görünüyordu. Tuhaf bir sessizliği vardı.

Kaybetmiştik. Bitmişti, sadece kaçtığımızı sanmıştık. Bizimle oynuyorlardı. Buraya ilk geldiğim gün kara alevlerde yanmam gerekirdi ya, fazla bile sürmüştü. Gözlerimin dolduğunu hissettim. Turan susup yanıma sokulmuştu, öyle heybetli bir hayvan bile korkuyor gibiydi. Kanatlarını okşadım onun. "Sen olduğunu biliyordum." diye fısıldadım. Belki bunun kendi kendime konuşmaktan bir farkı yoktu. Ama daha iyi hissettiriyordu.

Demir parmaklıkların arasından Cantet'e bir bakış attım. Ellerine uzun, kalın bir zincir bağlamışlardı. Siyah gözleri, Rubrum'a meydan okuyordu. Ne konuştuklarına odaklanmaya çalıştım.

"Neyden bahsettiğinizi bilmiyorum." dedi Cantet "Elatha da bir mühür olduğundan bile haberim yok. Hangi klanın mührü?" tüm söylediklerine rağmen biliyorum, o da korkuyor. Yine de benim aksime, korku onu etkisiz hale getirmiyor. Ne kadar direndiğini kendim gördüm, ben. O asla korkuyorum veya anlamıyorum demiyordu. Ancak yine de çaresiz görünüyordu.

ELATHA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin