Bölüm 19: Sus Artık

965 92 8
                                    


&

Gözlerimizi karanlığa bürüyen o siyah perde kalktığında, ilk gördüğüm şey açık mavi bir boşluk oldu. Önce onun ne olduğunu anlamayadım. Ancak suratıma çarpan havayı hissedince durumu kavrayabildim. Cantet ve ben, binlerce kilometre yüksekten hızla yere düşüyorduk! Yere çakılacağımız belliydi ama yer görünmüyordu bile, çok uzaktaydı. Cantet de anlayınca, kanatlarını sonuna kadar açtı. Uçamayan bir Alata. Normalde umrumda değil, yine de o an için bunu acı bulmuştum. Irkının son üyesi, kendisini tanrı gibi gösteren sırtına bağlı devasa bir çift kuş tüyü kanat. Ama uçamıyordu işte! Beceriksiz hamlelerle havada yuvarlandık. Siyah beyaz tüylerin arasında bir kargaşa yaşıyorduk. En azından deniyordu, bir ara kanadı yanağıma sürttü. Canım yansa da o an için daha önemli sorunlarım vardı. Yere iyice yaklaşınca Cantet de uçamayacağını kabullendi ve son bir hareketle beni kendine çekti. Uçarken işe yaramayan kanatlarını bir kalkan gibi kullanıp etrafımıza sardı. Beni ve kendini içine aldı. Sonra o şekilde bir ağacın üzerine düştük! Her tarafımızda dal ve yapraklar vardı. Cantet'in sırtı, kanatlarının dışında kaldığından çiziklere dolmuştu. Ayrıca sol kanadı fena halde incinmişti, beyaz tüylerini kırmızıya boyayarak akan kanı görebiliyordum ve Alata'mın yüz ifadesini. Ona baktığımı fark edince yüzünde buruk bir gülümse oluştu ve kanatları yavaşça kayboldu. Beni korumuştu, uçamasa bile başarmıştı bunu. Sadece hava çırpınışımızdan kalan, yanağımdaki bir kesik vardı. Cantet'in tüyleri kesmişti.

Derin bir nefes aldım, kendimizi zor toparlamıştık. "Cantet..." dedim "Nereye?"

"Ne fark eder ki?!" dedi, belli ki sinirleri bozulmuştu "Gitmeyi denesek bile onların istediği yerde olacağız."

Önce ne dediğini anlamadım, sonra hemen yanımızda duran evi fark ettim. Kesinlikle, birileri bizimle dalga geçiyordu?! Tan ve Corniger'e su alacağız demiş, bu evden çıktıktan sonra akşam olana kadar yürümüştük. Ama şimdi yine buradaydık. Cantet haklı, her zamanki gibi. Onların istediği yerde olacağız.

Yanı başımda duran kovaya kaydı gözlerim. Corniger'in su almam için elime tutuşturduğu kova; ormanda bir yerde fırlamıştık onu. Eğilip içine baktım, su doluydu "Şaka falan mı bu?!" diye inledim, elimde olmadan. Eğer şakaysa, yapanın mizah anlayışı berbat.

Cantet, yanıma gelip kovayı aldı "Sadece bizimle oynuyorlar." Soğuk, buruk bir sesle söylemişti bunu. Onun da canı çok sıkılmış olmalıydı. Dışarıdan küçük görünen, fakat içi kocaman olan eve doğru ilerledi ve kapıyı çaldı. "Saçmalık bu..." dedim ve yanına gittim.

Yaşlı Corniger, kapıyı bezgin bir tavırla, söylenerek açtı. Cantet'in sessizce kıpırdayan dudaklarına odaklandım "Nita. Göl. Unutma."

"Bu kuyruklu, Lupus Klanı'nın aynasını kırdı!" dedi yaşlı kadın, Cantet'in elindeki kovayı çekip aldı. Bizi bir el hareketiyle içeri sokup, kapıyı hızla kapattı. Koltuğa sinmiş olan Tan'a baktım, 'beni kurtarın' gibilerinde bakıyordu. "Senin tüm ırkın, o ayna kadar para etmez!" diye çıkıştı Corniger. Tan, oturduğu koltuğa daha fazla gömüldü "Özür dile..." demeye çalıştı ama yaşlı kadın bir bakışyla susturdu onu.

Gülmeden edemedim, ama gülümseyişim çok geçmeden yerini korkuya bıraktı. Bir kurt uluması duydum, "Çiçekleri görmek ister misin?" diye fısıldayan bir sesi. Midem bulanmaya başlandı. Kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyorlardı bizimle. Öldürmeden önce can çekişmemizden zevk alıyorlardı. "Nita, iyi misin?" dedi bir ses, zorlukla Tan'ın yeşil gözlerine dönüp baktım. "Sapsarı olmuşsun, İrks." dedi Corniger. Duyduğum kurt sesi başımı döndürüyordu. Bir an için Cantet ile göz göze geldim. Hiçbir şey söylemeden, sorgulayan gözlerle bana baktı. Ona duyup duymadığını sormak istiyordum, Turan'ın sesini bir tek ben mi duyuyordum? "İyiyim." dedim, öyle olmasam da "Biraz başım döndü, sadece."

Corniger, bana lavabonun yolunu gösterdi. Evet, elimi yüzümü yıkamak iyi gelebilirdi. Peki, bu kurdun susmasını sağlayabilir miydi? Sanmıyorum. Ellerimi çeşmenin kenarına dayadım ve önümde asılı olan kırık aynaya baktım. Muhtemelen Tan'ın kırdığı aynaydı bu. Çeşmeyi açtım, su akmıyordu. Tabii gidip su almamızı gerektiren durum buydu zaten, yani görünüşte. Gerçekte, bizi oraya ne için gönderdiklerini bilmek imkansızdı. 'Sus artık...' dedim, kendi kendime. Aslında kafamın içindeki kurda söylemiştim bunu. 'Nita, deliriyorsun.' Kafamı kaldırıp, Lupus Klanı'nın değerli, kırık aynasına baktım. Aynada ki benim gözleri kapalıydı. O zaman nasıl görüyordum? 'Saçmalık...' Aynada ki benim, giysileri farklıydı, saçları süslü bir topuza dönüşmüş, gözleri ise kapalıydı. Birkaç saniye boş boş baktım; sonra umursamaz bir ifadeyle çıktım odadan. Bazı şeyleri sorgulamamak gerekiyordu, çünkü asla cevabını bulamıyordunuz. Bütün akşam kurt uluması duymaya devam ettim. Ancak Cantet ve ben hiçbir şey yokmuş gibi davrandık. Cantet pek konuşmadı, ama bu normal bir şey zaten. Genellikle Tan ve Corniger'in tartışmalarıyla dolu bir geceydi. Değişik otlardan oluşan bir çorba içtik, Corniger'in hikayelerini dinledik. Eğlenebilirdim, gerçekten; eğer kafamın içindeki sesler sussaydı. Kendime sürekli 'sus' dedim 'sus artık, lütfen'

Nihayet, diğerlerini uyku bastırdığında bu anlamsız güne son verme vakti geldi. Corniger, her birimize bir oda verdi. Evin içi fazlasıyla büyüktü. Duyduğum sesler baş ağrısına dönüşürken, payıma düşen odanın kapısına ilerledim. Uyku mağrurluğu, ağırlaşan göz kapaklarım ve yine başladığı yerde biten bir gün. Dalgınlıkla kapıyı açmıştım ki; omzumda hissetiğim el beni yerimden zıplattı. Korkuyla arkamı döndüğümde Cantet'i görüp birden rahatladım. Evet, bende sonunda paranoyak olmuştum. "Ne yapıyorsun?" dedi bana. Corniger ve Tan çoktan uyumuş olmalıydılar, en azından yatmışlardı.

"Turan'ın sesini duyuyorum. Uluyor... Bu çok sinir bozucu." dedim.

"Ciddi misin?" dedi Cantet, şaşkınlıkla. "Bende. Saatlerdir duyuyorum onu."

"Ve bende..." dedi, başka bir ses. İkimizde aynı anda dönüp Tan'a baktık. Paranoyak olmamak elde değildi. "Size de tuhaf geliyor mu?" dedi Tan "Hepimiz duyuyoruz, hiçbirimiz söylemiyoruz." Onun yeşil bakışları içimden geçerken tüylerim ürperdi. Bu peridotumsu gözler, kim bilir neler görüyordu... Tan bana doğru yaklaştı, bakışlarını bir an bile çekmemişti benden "Çünkü burası Elatha. Burada, bazı şeyleri herkes duymaz veya görmez." dedi, sanki düşüncelerimi görebiliyormuş gibi. Sonra biraz daha yaklaştırdı suratını bana "Herkes bireysel oynuyor." nefesini suratımda hissediyordum. Ani bir hareketle Cantet onu geriye itti "Fazla yaklaşma!" dedi, asi sayılabilecek bir sesle. O simsiyah gözler, Tan'a fazlasıyla meydan okuyordu. Belki de Tan, o gözlerde benim gördüğümden fazlasını görüyordu. Resmi bir tavırla önümüzde eğildi "İyi geceler."

O gittikten sonra tekrar odama girmeye yeltendim, uykusuzluktan ölüyordum ama Cantet beni tekrar tuttu "Yan odadayım." Başımla onaylayarak içeriye girdim "İyi geceler."

&
Merhaba, yine ben.
Hikayenin yeni kapağıyla ilgili ne düşünüyorsunuz? Eski kapak daha mı iyiydi? Gerçekten karar veremiyorum, fikrinizi söylerseniz mutlu olurum :)

ELATHA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin