Babamın eve geldiğinde, nasıl bir panik havası vardı anlatamam. Babam gelir gelmez evden çıktık. Beni hastaneye götürmek konusunda kesin kararlı ve fazla ısrarcıydılar.
Apartmanın kapısından çıktığımızda cesetin bulunduğu yerin tebeşir ile çizilmiş olmasını isterdim ama maalesef elimizde morgda yatan bir ceset yerine, yoğun bakımda yatan bir hastamız bulunmaktaydı.
Arabanın arka koltuğuna geçtim. Annem ısrarla hastaneye kadar uyumam gerektiğini tekrar tekrar söylüyordu. Dediğini yaparsam çenesinden kurtulurdum. Ama dediğini yapıyormuş gibi yaparsam, hem çenesinden kurtulur hem de babamla konuşmalarını dinleyebilirdim. Ben arka koltuğa yattım, onlarda yerlerini aldılar. Bir süre sessizce ilerledik, sonra benim uyuduğumu düşünmüş olacaklar ki, konuşmaya başladılar. Hayatım boyunca, her ihtiyaç duyduğumda, uyumuş numarası yaptığımdan olacak bu konuda uzman sayılırdım.
- Elli kere söyledim, cama çıkmadan silsin diye. Laf dinlemiyorsunuz Canan.
- Temiz olmuyor diye çıkmıştır. Her seferinde çıkma diyorum Ahmet. Mutfağa kadar gitmiştim, o sırada çıkmış işte.
- Ne olacak şimdi? Başımız belaya girecek.
- Polis ifadeye çağırdı zaten.
- Hastaneden sonra gideriz.
- Ahmet, tek kelime bile etmiyor bu kız. Gözünün önünde oldu tabii?
- Korkmuştur, normal değil mi? Hastanede ilaç filan verirler kendine gelir.
İlaç lafını duyunca kendime geldim. Hayır yani, nasıl bir ilaç vereceklerini bilmiyorum ki. Ya beni gevşeten bir şey verirlerse ve bülbül gibi uçamayan Emine ablaya yaptıklarımı bülbül gibi şakırsam diye ufaktan gerilmiş olabilirim. Ama bu gerginlik, Emine ablayı öldürmeyi becerememiş olmanın gerginliği yanında nedir ki. Bununla ilgili kafamda acayip bir ampul yandı. Öyle bildiğimiz eski tip ampullerden değil ama. Benim odamda da kullandığım, renk değiştiren ampullerden yandı resmen. Her renk bir ihtimal barındırmaktaydı. Ben bunları kurup dururken, annemle babamın ne konuştuklarını pek sallamadım. Bir kulağım onlardaydı ama önemsiz şeyler konuşuyorlardı. Neymiş efendim Emine abla sabah geldiğinde ağlıyormuş da, anneme biraz dert yanmışmış da banane yani ba na ne!
O sırada hastaneye varmış olacağız ki babam arabayı durdurdu. Ben de fırsat bu fırsat deyip, sanki uykumdan korkarak uyanmışım gibi yapıp sıçrayarak uyandım.
- Emine abla iyi mi?
- Ay Ahmet, konuştu.
Gören de ilk sözcüğünü söyleyen bebek sanır beni. Annemin sevinci, çocuğu baba demek yerine ilk kelime olarak anneyi seçmiş anne sevinciydi. Babam,
- Tamam Canan bak düzeldi.
demekle yetindi ve ekledi.
- Sakin ol kızım, önce seni bir doktora götürelim, Emine'yi de buraya getirmişler durumunu öğreniriz. Sonra kedini iyi hissedersen karakola gider ifade veririz.
Oha valla bildiğin karakola gidecektik. Acayip heyecanlanmıştım. İfademi alacaklardı. Ben oradan elimi kolumu sallayarak çıkacağımdan emindim. Neticede 17 yaşında, yaşadığı olaydan etkilenmiş genç bir kızdan kim neden şüphelensindi. Neyse önce işin hastane kısmını halletmek gerekliydi.
Hastaneye girdik, beni acil bir durumum olmamasına rağmen acile aldılar. Orta yaşlı bir doktor geldi demek isterdim, annem ya da babam adamı büyük ihtimal böyle tanımlardı. Ama 17 yaşında olmamın etkisi olsa gerek, 50 yaş civarı bana yaşlı gibi geliyordu. Neyse yaşını geçtim de mesleğine ne demeli? Ben birini öldürmeye çalışırken, bu ve bunun gibiler birilerini kurtarmayı meslek edinmişlerdi. Kim bilir şu an bunun gibi kaç kişi Emine ablayı kurtarmak için didiniyordu.
Muayenem tamamlanınca bu doktor gitti, diğeri geldi. Yeni gelen doktor diğerinin yarı yaşında, pıtırcık bir tipti. Ben bunu her türlü çiğ çiğ yerim. Yerim dediysem, yamyam değilim. Hannibal'ı kendime katillik kısmında örnek alıyorum, et yeme işi ona kalsın. Pıtırcık doktor, babama annemin onu dışarıda beklediğini söyledi. Odadan çık demenin kibarcasını söyledi işte. Bakışlarını bana çevirdi.
- Merhaba Merve. Ben Yağmur.
- Merhaba.
- İyi bir gün geçirmediğini duydum.
(Doğru duymuşsun. İlk cinayet denememde başarısız oldum.)
- Sessizliğini anlayabiliyorum. Ama sana güzel bir haberim var. Yanına gelmeden önce Emine'nin hayatta olduğunu teyit ettim. Ve sonrasında senin muayene işlemi bitene kadar kapının önünde annenle görüştüm. Ne hissettiğini öğrenebilir miyim? Üzgün müsün, şaşkın mı, öfkeli mi? Belki de hepsi.
- Evet hepsini hissediyorum.
(Üzgünüm çünkü daha planlı çalışabilirdim, şaşkınım çünkü bu kadar beceriksiz olacağım aklıma gelmezdi, öfkeliyim çünkü ölmedi.)
- Duyguların kaynağını bulursak onların bazılarının bize yarar sağladığını görürüz ama bazılarında yersiz olduğunu çözmüş oluruz. Emine için üzgün olman çok normal, insanlar böyle şeyleri hayatları boyunca nadir yaşarlar şaşırman da normal, ama öfkeli olmana gerek yok. Çünkü intihara kalkışan birini bazen uzmanlar bile vazgeçiremez.
- İntihar mı?
- Evet annenle konuştum demiştim ya, Emine'nin eşi yüzünden aşırı mutsuz olduğunu, depresif ruh haline sahip olduğunu anladım. Emine'nin durumunu öğrenmeye gittiğimde ise, eşi ile görüşen uzman arkadaşımdan "Dediğini yaptı, attı kendini camdan aşağıya." dediğini duydum. Sen düştüğünü mü sanmıştın?
- Evet.
(Vay be Emine ablanın intihar etti sanıyorlar. Kadın hem ölmedi, hem de benim yarım kalan başarımı kendine mal edecek davranışlar sergilemiş. Yazıktır günahtır, emek hırsızı resmen.)
- Bu geceyi sakin geçirmen için ilaç yazmamı ister misin?
- Hayır teşekkür ederim.
- Peki tekrar görüşmek ister misin? Bu kartım. Kendini iyi hissetmezsen ne zaman istersen görüşebiliriz.
- Eğer kendimi iyi hissetmezsem size ulaşırım.
(Eğer kendini kötü hissedersen değil, iyi hissetmezsen demesinin klasik olumlama olduğunu anlayacak kadar olmuştum. Kreşteki psikologun anneme, yalan söyleme yerine doğruyu söyler misini seçin demesiyle aynı şeydi. Pıtırcık kapıdan çıkarken, beni doğruya teşvik etmeye çalışan ilk uzman değilsin pıtırcık diye düşünüyordum.)
![](https://img.wattpad.com/cover/296169015-288-k641301.jpg)