3.Bölüm: Şato

443 28 19
                                    

Multi: Şato. Yani bildiğiniz şato. Artık multimedyadaki her şeyi açıklıyorum. Mesela oradaki sular gölün-

O kadarını da siz anlarsınız herhalde, keyifli okumalar :D

--------------

Yanlış mı görüyordum? Gözlerimi kırpıştırdım. Yanlış görmüyordum! Gölün ortasındaki şato tüm heybetiyle karşımdaydı. Yok artık! Ailem bu şatoda mı yaşıyordu? Yanımdaki adamın kahkahasıyla açık olan ağzımı kapatıp başımı eğdim. Yanımdaki adamın Türkçe bildiğini tamamen unutmuş, ve küfür etmiştim. Daha fazla kızarmamak için tekrar şatoya döndüm. Şato çok büyüktü. Etrafı surlarla çevriliydi. Gittikçe yaklaşıyorduk.

İskeleye yanaştığımızda oturduğum yerden kalktım ve güverteye yürüyen adamı takip ettim. İsmini hala bilmediğim adam benden önce indi ve benim inmeme yardımcı oldu. Daha fazla ona yanımdaki adam dememek için, "Adın ne?" diye sordum.

Bana "Adam." diye cevap verince, gülmemek için yanağımın içini ısırdım. Adam 'Bu aptal neye sırıtıyor?' bakışı atınca, "Boş ver Adam." deyip surların oraya yürümeye devam ettim. Büyük bir kapının yanına vardığımızda Adam başıyla kuledeki görevini anlamadığım adama işaret verdi ve kapı büyük bir gürültüyle açıldı. Görevinin kapıyı açmak olduğunu anladığım adam bana reverans yaparak selam verdi. Bende aynısını yapınca Adam gülmeye başladı. Ona 'Bu aptal neye gülüyor?' bakışı atınca "Boş ver" dedi.

Sanırım ailem soylu bir aileydi ve doğal olarak ben de saygı duyulan biriydim. Belki de prensestim ve annem de kraliçeydi. Hayal kurmayı bırakıp, etrafımı incelemeye başladım. Şato oldukça eski gözüküyordu. Tarihi binaları çok severdim. Ama bu şatoya bina demek hakaret olurdu. Kolumun dürtmesiyle bakışlarımı şatodan alıp Adam'a yönelttim. "Beni takip et." deyip önüme geçip yürümeye başladı.


Ona "Bu ne samimiyet?" demek istesem de sessizce onu takip ettim.

Gerçek ailemi çok merak ediyordum. Büyük ahşap bir kapının önünde durduk. Kapının üstünde desenler oyulmuştu. Kapıya dokunmak için elimi uzatacakken, kapının açılmasıyla elimi geri çektim. Doğrusunu söylemek gerekirse karşımda bir hizmetçi ordusunu görmeyi beklemiyordum. Hepsi karşımda reverans yaptıklarında bu sefer Adam'ı güldürmek istemediğimden onlara karşılık vermedim. Adam anlamış olacak ki bana yamuk bir gülümseme yolladı. Birden önümde beliren yaşlı adam karşısında irkilsem de belli etmedim. Kafasındaki beyaz şapkaya bakılırsa aşçı olmalıydı.

"Leydim, sizin şatomuza gelmeniz şerefine harika bir ziyafet hazırladık. Umarım açsınızdır."


Leydi mi? Ziyafet mi? Aslında en son evimden çıkmadan önce bir şeyler atıştırmıştım. Bir yemeğe hayır diyemezdim. Leydi olayına gelirsek, itiraf etmeliyim ki biraz hayal kırıklığına uğramıştım. Prenses olmayı umuyordum. Beyaz atlı prensimle gök kuşağında yaşayacaktım ben! Tam aşçıya cevap verecekken merdivenlerden gelen adım sesleriyle başımı oraya çevirdim. Uzun boylu yapılı vücutlu bir çocuk bana doğru geliyordu. Benden bir kaç yaş büyük gibi gözüküyordu. Göz göze geldiğimizde ürperdim. Bu gözler bana çok tanıdık geliyordu. Kahverenginin en koyu tonundaki gözleri çok derin bakıyordu. Gözlerinde kaybolmamak için bakışlarımı hemen kaçırdım. İnsanlarla göz teması kurmayı sevmezdim. Derin göz -ismini bilmediğimden ona böyle hitap edeceğim- elimi tutup diz çöktü ve elimi öptü. Elimi öptü! Gözlerimi pörtletmiş bir şekilde ona bakarken sakinleştirici bir ses tonuyla konuştu.

"Leydi Luna. Hoş geldiniz. Ben Matthew. Bundan sonraki hayatınızdaki baş korumanız."

Pardon? Koruma mı? Prens hayallerim bir kez daha yıkılmıştı. Bu leydi olayı hiç hoşuma gitmemişti. Meraktan çatlamadan "Koruma mı? Beni kimden koruyacaksın ki? Ayrıca buradaki herkes nasıl Türkçe biliyor?" diye sordum. Ben peş peşe sorularımı sıralarken o sakince beni dinliyordu.

"Size her şeyi anlatacağım. Anneniz, Leydi Alya Türktü. O yüzden bu evde genelde Türkçe konuşulur."

Annem Türk müydü? Bunca yıl Türkiye'de yaşamamın sebebi bu olabilirdi. Hem annem Türk ise, neden ona leydi diyorlardı ki? Hanım da diyebilirlerdi. Anne ve babam olabilecek kişiler, salonda değildi. Salondakilerin hepsi hizmetçiydi. Tabii, Matthew'in dışında.

"Annem demişken, annemle babam nerede?" diye sordum.

Bir anda hepsinin yüzü düşmüş, bazı hizmetçilerin gözleri dolmuştu. Matthew'in gözlerindeki hüznü görünce irkildim. Hüzün, aşina olduğum duygulardan birisiydi.

"Leydi Alya ile Lord Robert.. Onlar...Onlar vefat ettiler. Bundan sonra burada yaşayacaksınız. Knight ailesinin son ferdi sizsiniz."

Matthew'in sözlerini işitmemiş olmayı diledim. Ben buraya gerçek ailemi tanıma amacıyla gelmiştim fakat şu an onların artık yaşamadığını öğreniyordum. Ölmüşlerdi. Gözlerimin dolduğunu hissettim. Hiç tanımadığım annem ve babam için gözlerim doluyordu. Bu his de neydi böyle? Yalnızlık mı? Hiç sanmıyorum. Ben zaten hep yalnızdım. Geri kalan hayatıma da elbette yalnız devam edebilirdim. Ama içimdeki o his yüzünden, şatonun bütün güzelliği gözümde değerini kaybetmişti. Bütün iştahım kaçmıştı. Yüzümde bir el hissedince elin sahibine döndüm. Ağladığımın yeni farkına varmıştım. Matthew göz yaşlarımı silerken gözlerine baktım. Dipsiz bir kuyuyu andırıyordu. Sonu yoktu. Karanlıktı. Ama o gözlerde şefkat vardı.

_________________________


CESUR ŞÖVALYEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin