MATTHEW:
Şaşkınlıktan neredeyse küçük dilimi yutacaktım. İkisi de karşımdaydılar. Nefes alıyorlardı. Yaşıyorlardı. Ama şuan zamanı değildi. Yaşadıkları için sevinemiyordum bile çünkü Luna'nın hayatı tehlikedeydi. O şerefsiz Luna'yı diğer boyuta kaçırmıştı.
Bir süre ne diyeceğimi bilemedim, ama zamanım azalıyordu. Ali pisliği, tabloları büyülemişti. İçeri girebilmek için bir yol bulmalıydım.
"Lordum, Leydim. Size güzel bir hoş geldin karşılaması yapmayı çok isterdim lakin Ali , Luna'yı öbür boyuta kaçırdı. Şimdi onu kurtarmam gerekiyor."
Direkt konuya girmem onları şaşırtmış ve sinirlendirmiş olmalıydı. Onlar da en az benim kadar Ali'den nefret ediyorlardı. Ne kadar tehlikeli olabileceğinin de farkındaydılar.
Lord Robert kaşlarını çatıp, "O şerefsiz nasıl şatoya girebilir?!" diye sinirlice sordu. Avuçlarım terliyordu. Hepsi, benim suçumdu. Bir planı olduğunu anlamalıydım. Şatoda hiç bir çalışanı görememiştim. Gördüklerimin de bilinci kapalıydı.
"Bakın, özür dilerim ama şuan bunu tartışacak zamanımız yok. Aşağı inip zırhımı ve kılıcımı alıp diğer boyuta geçeceğim. Siz-"
Lord Robert, sözümü kesip,"Ben de geliyorum. Unutma ki, seni şövalye olarak yetiştiren benim. Tek başına oraya giremezsin."
Hemen itiraz ettim.
"Lordum, ben yalnız gideceğim. Luna'yı korumak, benim görevim. Ben bu amaç için büyüdüm-"
Yine sözümü kesmişti.
"Ve onu korumayı beceremedin! Sana güvenmiştim Matthew! Luna'yı gözüm kapalı emanet edebileceğim tek kişi sendin! Ben de gel-"
"HAYIR GELMİYORSUNUZ!!"
Sesim haddinden yüksek çıkmıştı.Luna orada tehlikedeyken, daha fazla zaman harcayamazdım. Derin bir nefes alıp konuşmaya başladım.
"Lord Robert, benim için boyut kapısını açık tutmanız gerekiyor. Bunu Leydi Alya başaramaz. Mantıklı düşünmemiz lazım. Aşağı inip giyineceğim. Lütfen, dediğimi yapın. Bir daha güveninizi boşa çıkarmayacağım."
Lord Robert, kaşlarını çatıp zemine bakmaya başladı. Haklı olduğumu biliyordu. Sonunda düşünmeyi bırakıp, "Tamam, zırhını giy. Ben de bu sırada annemi çağırırım. Boyut kapısını tek başıma ben bile uzun süre açık tutamam."
Onu başımla onaylayıp, uzun koridora yöneldim ve koşmaya başladım. Kontes Stefanie'nin ruhu birazdan burada olurdu. Duvar kağıtlarının desenleri hızımdan dolayı birbirine karışıyordu. Çok geçmeden, kapağın yanına varmıştım. Hızlı bir hamleyle kapağı açtım ve tahta merdivenden indim.
"Meşaleler!" diye emrettiğimde, koridor meşalelerin alevlerinin oluşturduğu titrek bir ışıkla aydınlanmıştı. Attığım her adım, zeminde tok bir ses çıkarıp koridoru çınlatıyordu.
Odanın kapısından içeri geçip, sandığa doğru ilerledim. Bugünün geleceğini biliyordum. Ben, bunca zaman bu amaç için yaşamıştım. Luna için kanımın son damlasına kadar savaşmaya hazırdım.
Ahşap sandığı açarken, odada menteşelerin gıcırtı sesleri yankılanmıştı. Deri kının içinden, kılıcımı çıkardım ve sapındaki mavi taşın odayı aydınlatmasına izin verdim. Bu kılıcı kendim yapmıştım. Tıpkı, Lord Robert'ın bana öğrettiği gibi. Kontes Stefanie, ölmeden önce bu taşı bana hediye etmişti ve ben de kılıcımın sapına yerleştirmiştim. Özel bir taştı, olacakları görüyordu. Ama bu sefer olacakları görmeye hazır değildim. Yaşayıp görecektim, önceden öğrenmek bir işime yaramazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CESUR ŞÖVALYE
Fantasyİyi notlarıyla ailesinin ilgisini kazanmaya çalışan sıradan bir kızdı. Yaşıtlarına nazaran pek arkadaşı yoktu, hatta hiç arkadaşı yoktu. Olanca sıradanlığıyla süren hayatının, doğum gününde kapısına bırakılan bir mektupla alt üst olacağını nereden...