''Sadece evden okula, okuldan eve. İşte o kadar!''
Karşımda soğukluğu, siniri, acımasızlığı hatta ve hatta vicdansızlığı tam anlamıyla vücuduna aşılamış yüze baktım. Elinde salladığı çay bardağıyla, bana bağırarak konuşması alışılmışın dışında bir şey değildi benim için. Bu ana daha önce çok şahit olmuştum ve açıkçası şu an pek umurumda olduğu söylenemezdi. Sahi? Bana hala neden karakolda ifade verdiğimi tam anlamıyla sormamıştı. Büyük bir ihtimalle kendi kafasında kurduklarına inanıyordu. Kafasında adeta ayrı bir dünya barındırıyordu ve bu dünyada kendi bildiği ve koyduğu kurallardan başka bir şey yoktu. O dünyada bizi istediği gibi yaşatıyor ve hatta yeri geliyor yerden yere vuruyordu. O dünyada yaşamak, benim için yiyecek yemeğinin olmaması fakat birinin gelip sana bir şeyler yapman karşılığında yemek vermesi gibi muhtaç olunacak bir şeydi. Kısacası bir zorunluluktu ve ben buna mahkumdum. Mustafa Soymen'in istediği ve tamamıyla kendisine ait olan o dünyada bir köleydim ben. Elimdeki ve bacağımdaki zincirleri kırmak ise çölün ortasında aranan su kadar ulaşılamaz gerçeklerdi.
''Neden karakolda ne işim olduğunu gerçek anlamıyla sorgulamıyorsun, baba?''
Gözlerimi bulan gözleri, sorum karşısında ne dediğimi anlamak istercesine bana kilitlenmişti. Cahil bir insan veya tam anlamıyla geri kafalı bir adam değildi babam. Aksine yeri gelir olgun düşünceleriyle beni şaşırtırdı. Neden duygusuzluğu bir duvar gibi önüne koymuştu bilmiyordum ama derine, en derine indiğimde orada birkaç duygu kırıntısı bulacağımı biliyordum.
''Neden soracakmışım? Akşamın bir vakti karakola neden düşer bir kız sen önce onu açıkla bana.''
Kafasına diktiği çay bardağındaki çay bitmişti ve ardından bardağı tabağına gürültülü bir şekilde koyması gecikmemişti. Bu sinirle altındaki tabağı bile çatlatacağına emindim.
''Belki başına bir iş gelmiştir veya karşısına hiç tanımadığı birisi-''
''Uzatma! Bu konu burada kapandı. Dediğim gibi bundan sonra evden okula, okuldan eve.''
Her zamanki gibi lafı ağzıma tıkamıştı ve bana konuşma şansı tanımamıştı. Hayır, hata bendeydi. Huyunu bildiğim halde hala bir şeyler için çabalıyordum ve tam anlamıyla bir aptaldım ben. Yerimden yavaşça kalkıp seri adımlarla odanın dışına çıktığımda, annemle çarpıştım ve gözlerinde gördüğüm hüzün parçaları bir saniye olsun beni durdurmadı. Odama gidip kapıyı sertçe kapattım ve kilitledim. Kendimi yatağıma attığımda düşünmem gereken bir çok şeyin olduğunu fark ettim.
Annemin bir suçu yoktu belki, evet. Ama bir gün olsun sözünü geçirememişti babama. Annem böyle olmasaydı ve az da olsa evde söz sahibi olabilseydi, şu an bunları yaşamayacağımıza emindim. O her zaman babamı aşırıya kaçtığında susturan taraf olmayı seçmişti. Hep bir köşede dururdu ve dinlerdi. Hayatımda onun gibi olamayacağıma emindim. Suskunluk ve haksızlık bana göre değildi bir kere. Susamazdım ki ben. Hele haklıysam kimse susturamazdı beni. Annemin benim gibi aşırı olmasını tabi beklemiyordum ama yine de az da olsa dile getirebilirdi içindekilerini.
Gözlerimi kapatıp uykuya dalmayı ve hiç uyanmamayı dilediğim sırada, kapımın vurulmasıyla yastığı yüzüme kapatarak ofladım.
''Uyuyacağım, anne. Lütfen sonra konuşalım.''
''Saçları hafif kumral ve omuzlarından aşağıya dökülen güzel perim! Ne olur o büyük gözlerinden ve dolgun dudaklarından mahrum etme beni. Hasret kaldım sana ey kraliçem!''
Duyduklarım karşısında kıkırdayarak yerimden kalktım ve kapının kilidini hemen açtım. Karşımda kapının eşiğine yaslanmış bir adet Ekin bulmam, şu an Allah'ın bana gönderdiği bir mucizeydi sanki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YIKINTI
Ficção AdolescenteKaranlık bir katilin tırnaklarını geçirdiği ve tuzağına düşürdüğü yeni kurbanı. Fakat hesaba katmadığı şeyler vardı. Bir yol... Elinde tuttuğu bıçağın soğukluğu kızın bedenine işlerken her şeyi gören bir çift mavi göz. Azad Ataman. İşi yarım kalan b...