5. Bölüm - ''ÜNİVERSİTE''

1.2K 94 11
                                    

Multimedya > Eflin

''Ben çıkıyorum.''

Ayağıma ayakkabımın bir diğerini geçirdiğim sırada içeriye seslenmeyi unutmamıştım. Ne de olsa hayatım bundan sonra daha korkulur bir raddeye gelmişti.

''Dediğim gibi Eflin. Sadece evden okula, okuldan eve.''

Tam kapıyı kapatacağım sıra, babamın tüm evi inleten sert sesi bir an sıçramama neden olmuştu. İşte başlıyorduk. Kapıyı sert bir şekilde çekip evden çıktığımda, kendimi hemen sokağa attım. Durağa doğru yürürken her zamanki gibi kulaklığımı kulaklarıma takıp kendimi evrenden soyutlamayı amaçlamıştım.

Üniversiteye gitmeyi seviyordum. Aslında ben dersleri seviyordum. Bunun nedeni kendi istediğim bölümü okumamdan kaynaklanıyor olabilirdi belki ama ne zaman o bahçeye girsem kendimi adeta ikinci evimde buluyordum. Psikolog olup kendi iş yerimi açmak ilkokuldan beri hayalimdi. Açtığım ofisimi adeta bir yuvaya çevirecektim. Hastalıklı ruhlar bulup onları iyileştirirken kendilerini sıcak bir yuvada, sıcak bir ortamda hissetmelerini sağlayacaktım.

Durağa geldiğimde, okuluma giden otobüsün geldiğini gördüm. Her zaman tam saatinde burada olmam şansımaydı. Eğer yetişemezsem diğer otobüs yarım saat içerisinde geliyordu ve bu da okuduğum üniversitenin güzelliklerinden yararlanmamı kısıtlıyordu. Otobüse bindiğimde kartımı okuttum ve yerime geçtim. Benim yerim cam kenarlarıydı. Başımı cama yaslayarak son ses müzik dinlemek, vücudumu sarmalayan bir adet haline gelmişti benim için.

Otobüsü dolduran diğer öğrencileri umursamadan telefonuma döndüğümde, tuş kilidini açtım ve mesaj kısmına girdim. Geç bile kalmıştım. Elimi dokunmatik klavyede gezdirirken yazdığım mesaj iletildi olarak ekranımın üst kısmında gözükmüştü. Telefonumu kucağıma bıraktıktan sonra başımı cama yasladım ve kaldırım kenarında yürüyen insanlara baktım. Bu kaldırımlar çoğu kez bazı şeylerin farkına varmamı sağlıyordu. Mesela değersizliğimin. Ve mesela yaşayan bir ölü olduğumun.

Babasının eline sımsıkı tutunan bir kız çocuğu dikkatimi çektiğinde bakışlarımı o kız çocuğuna yönelttim. Elini uzatarak gösterdiği şey bir pamuk şeker satıcısıydı. Babası kızını kucağına alıp pamuk şeker satıcısına yöneldiğinde, gözlerime biriken yaşları yollamaya çalışmıştım.

7 veya 8 yaşlarındaydım. Annem, babamı bayram alışverişi diyerek evden zorla çıkardığında, pembe tüllü elbise hayalleri kurardım. İlk babamın alışverişi yapılırdı. Bir pantolon, bir gömlek ve gerekirse ceket alınırdı. Peşinden annemin alışveriş ihtiyacı karşılanırdı ve sıra bana gelirdi. Annem beni en güzel kıyafetlerin satıldığı mağazaya götürdüğünde ta o zamanlar babamın yine şimdiki gibi olduğunu hatırlıyordum. Annem de benim gibiydi. Pembe tüllü şeylerden yana kullanırdı hep seçimini. Ellerimi çırparak sevindiğimde, annem göz kırparak bana bakardı. Ardından da ağzını kımıldatarak, ''Şişşt. Baban duymasın.'' derdi.

Ta o zamanlar korkulu bir rüyam haline gelmişti Mustafa Soymen benim için. Ne olurdu yani pembe tüllü elbiseler giysem? Çok mu abartıya kaçardım? Hayır. 7 taş çatlasın 8 yaşındaki bir kız nasıl abartıya kaçabilirdi?

''O elbisenin boyu çok kısa. Gidin başka alın.''

Çoğu mağazadan böyle ayrılırdık. Ama ne olursa olsun annem beni üzmezdi ve istediğim elbiseyi allem eder kallem eder alırdı.

Bir kez bile kaldırımda elimi tutmamıştı. Hep önden önden giderdi. Minik ellerimi, annemin sahiplenici ellerine bıraktığımda yanımdan geçen yaşıtlarıma imrenirdim. Yaşım küçük olabilirdi ama ben her şeyin farkında olan küçük bir kız çocuğuydum.

YIKINTIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin