Kanlı ellerimle yokluyorum ölümü. Kendi ölümümü yokluyorum zannederken, başkasının ölümü ile cebelleşirken buluyorum kendimi. İçimdeki; hem tarifi mümkün olmayan pişmanlık, hem de suçluluk duygusu boynuma dolanıyor. Ayaklarımın altındaki tabure, cinayetine ortak olduğum adamın son nefesiyle sürükleniyor. İdam emrimi ben verdim. Kendi intiharımı kendim yaratıyorum, sebep olan; yarınımı yoksayan, düzenbaz hayat...
"Her kim göndermişse bu mesajı, hattı çıkarıp atmış belli ki." dedi, Emre. Düşüncelerimden sıyrılıp bakışlarımı ona çevirdim.
"Ne yapacağız abi? Planı olan var mı?" diye, sordu Berk. "Bir şey yapmamız gerekiyor. Kafayı yicem ben."
"Lan bize diyor; bu cinayetin ortağısınız diye, kendi ne bokum oluyor? Kendi ne şimdi? Adamlık mı lan bu yapılan?! Biz kaçarken canlı yayın açmadığı kalmış!" diye, bağırdı Sezgin.
"Lan oğlum bağırmasana! Biri duyacak şimdi!" diye, bağırdı Emre.
"Bana diyene bak." dedi, Sezgin. Bakışlarını gökyüzüne çevirdi, "Şu lanet dünyada, uğraştığım andavala bak ya." diye, söylendi.
"Bir tane yapıştırırım sana, görürsün andavalı." dedi, Emre dişlerinin arasından. Onlar konuşup, tartışırken ben hâlâ oturduğum yerde korkuyla titriyordum. İliklerimdeki korku ve endişe her geçen saniye daha da artıyor. Ne yapmam gerektiğini, ne yapmamız gerektiğini kestiremiyorum. En çok acıtan şey ise atılan mesajın doğru olması. Biz gerçekten o suça o gece ortak olduk. Bir insanın ölümünü aldırmayıp kendi refahımızı düşündük. Kaçtık.
"İyi misin?" diye, sordu Emre. Bakışlarımı ona çevirdim. Ela gözlerini kısmış bana bakıyordu.
"İyiyim ama korkuyorum. Başımızın belaya gireceğini bilmeliydik. Ya bu video polisin eline ulaşırsa? Başımız büyük belaya girer. Sanki biz öldürmüşüz gibi görünüyor." dedim.
"Ulaşır mı?" diye, sordu Elif korkuyla. Ortamı sessizlik sardı. Bu sessizlik beni daha da korkuttu. Emre ile bakışlarımız kesişti. Gözlerimde gördüğü korku ile gözleri kısıldı.
"Ulaşmaz. Ulaşamaz, bir yolunu bulacağız." dedi, bakışlarını benden çekmeden.
"Ulan kaçmasaydık keşke." dedi, Berk. "Her şey daha da boktan oldu "
"Lan kaçmasaydık, şu an zaten karakolda olurdun!" dedi, Sezgin.
"Mal! Zaten bu video ortaya çıkarsa götün götün gideceğiz karakola!" diye, bağırdı Berk. Sezgin ağzını açıp cevap verecekken Emre araya girdi,
"Lan geri zekalılar, bir sessiz olun. Düşünelim." dedi. "Bir şeyler yapmamız gerekiyor artık."
Ders vaktinin gelmesiyle beraber dersliğe gitmek zorunda kaldık. Herkes sırasına geçip oturdu. Kafamı kaldırıp tahtaya baktığım da dumur oldum... Tahtaya çizilen şeyle beraber boğazıma bir yumru oturdu. Yutkunamadım.
Ying Yang sembolü...
Her iyiliğin içinde bir kötülük, her kötülüğün içinde bir iyilik vardır.
Ellerim titremeye başladı. Nefes almam zorlaştı. Boğazımı biri iki eliyle sıkıyordu sanki. Titreyen ellerim boğazımı sıkanları durdurmak istercesine tutundu boğazıma. Emre tahtadaki sembolü görmüş olacak ki hızla bana döndü. Acıyla baktım gözlerine. Ne yapması gerektiğini soruyordu sanki bakışları gözlerime. Sertçe yutkundum boğazımdaki yumrudan kurtulmak için. Bakışlarımı diğerlerine çevirdiğim de; Elif'in, Berk'in ve Sezgin'in de birbirlerine baktıklarını gördüm.
Sınıfta gezdirdim gözlerimi kimse bizim gibi görünmüyordu. Herkes ya önündeki kitapla ilgileniyordu. Ya da arkadaşları ile sohbet ediyordu. Bir tek biz donup kalmıştık. Kimse bilmiyordu belki o tahtada çizili olan şeyin anlamını ama biz her şeyin farkındaydık. Kim yapmış olabilir? Şu köşede uyuyan çocuk mu? Arkada arkadaşları ile sohbet eden kız mı? En önde soru çözen çocuk mu? Bilmiyorum. Ama bildiğim tek bir şey var, hiçbir şeyin tesadüf olmadığı. Biri bizimle oynuyor... Ve bu oyunun sonucunda kaybedeceğimizden emin.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sardunya
Ficțiune generală"Bütün umutsuzluğuma rağmen geldin ve yine gün ışığı gibi doğdun karamsar hayatıma... Senin Güneşten tek farkın; sen zamansız, tarif edilmesi güç bir büyüsün iliklerimde." dedi, gülümseyerek. Ellerimi tuttu, avucumun içine yumuşacık bir buse bıraktı...