İçimde bir yer kayboluyor. Bu kayıp, korkuların en büyüğü. Canım yanıyor. İnsanın; en savunmasız, en çaresiz ve en buruk tabiridir bu. Hiç geçmiyor. Çünkü hep yandı. Çünkü hep yaktılar. Çünkü başka türlüsünü bilmem ben. Hep canım yanar benim. Başka türlü nasıl yaşanır bilmem.
İnsan canı yanmadığı zaman nasıl hissetmeli? Ben bilmiyorum.
Bu can acısı, tamamen duygusalken artık fiziksel de. Her zerrem acılar içinde. İçimde yerli yerinde bekleyen boşluk, gözlerimden yaş olarak akıyor. Olmayan şey nasıl gider? O da bilinmeze gidiyor. İçimdeki boşluk da gidiyor. Yerini en iyi bildiğim şey alıyor. Acı. Zaten içime mabedini kurmuş bu duygu, artık her bir hücremde geziniyor.
Gözlerimde göremediğiniz acıyı size sabaha kadar anlatsam ne fark eder ki? Anlatmasam daha iyi... Anlatırsam yaşanacak yarınlardan şüphem var...
Gözlerimi acıyla açtım. Etrafıma baktığımda hastanede olduğumu fark ettim. Bu beni çok tedirgin etti. Aniden yattığım yerden doğruldum. Kaburgalarımda hissettiğim acı ile inledim. Bedenimden tır geçmiş gibiydi adeta. Kemiklerim kırılmış gibi hissediyordum. Bulunduğum odanın kapısı açıldı. Emre içeri girdi. Bakışları üzerimde gezindi.
"İyi misin?" diye, sordu hızla yanıma gelerek.
"İyiyim." dedim, bakışlarımı kaçırarak. Gözüm hastane odasında gezindi. "Ben burada kalmak istemiyorum." dedim. Konuşurken sesim titriyordu. O da bunu anladı. Niye kalmak istemediğimi de anladı. Bakışlarını gözlerime dikti. İçinde sorguladığı şeyler olduğu her halinden belliydi.
"Kimdi o adamlar? Sana ne yaptılar?" diye, sordu. Çok yorgun görünüyordu. Saçı başı dağılmış vaziyetteydi.
"Beni nerede buldunuz? Tam olarak hatırlamıyorum." dedim, yalan söyleyerek. Beni yola çöp gibi fırlatan adamları görüp görmediklerini teyit etmem gerekiyordu.
"Evinin oralardaydık, belki eve gelirsin diye bekliyorduk. Kafamı çevirip baktığımda sokağın başında seni yerde yatarken gördüm." dedi. Konuşurken ses tellerindeki endişeyi anlamamak imkânsızdı.
"Çıkmak istiyorum buradan." dedim, aniden. Sıkıntılı bir nefes verdi.
"Tamam. Serumun bitsin en azından, sonra seni çıkaracağım buradan." dedi. Oturduğum yatağın ucunda kendine yer açtı ve oturdu. "Ada nereye götürdüler seni? Ne oldu sana? Niye kaburgaların zedelenmiş? Yüzün niye bu hâlde? Kaza mı geçirdin?" diye, sordu sabırsızca. Bakışlarımı kaçırdım. Ellerini yumruk yaptı. Mümkünmüşcesine siniri daha da arttı. "Biri mi yaptı sana bunu?! Kim yaptı?! Kimdi o adamlar Ada?!"
Ses tonu gittikçe yükseldi. cevap vermemi bekliyordu. Bakışlarını gözlerime iyice kenetledi. "Niye susuyorsun Ada? Birini mi korumaya çalışıyorsun?" dedi. Onu korumaya çalışıyordum, onun bilmemesi gerekiyordu. Giray'ın söyledikleri, uğultu gibi gezindi kulaklarımda,
"Kimse duymasın bunu. Onu da bulmasınlar. Senin yaşadığını bilseydim seni de bulmamaları için elimden ne geliyorsa yapardım."
Öğrendiğim şeylerin doğruluğu şüpheli. Ama, "Ya gerçekten doğruysa?" diye, düşünmeden alamıyorum kendimi. Babama ya bir şey yaparlarsa? Ya gerçekten Emre'yi de alırlarsa yanlarına? Ne yapacağımı bilemiyorum.
"Benden sonra ne yaptınız?" diye, sordum sorularını es geçerek. Gözlerini yumdu, derin bir nefes aldı. Sinirini kontrol etmeye çalışıyordu.
"Seni götürenlerin polis olmadığını anlamam uzun sürmedi." dedi. Bütün dikkatimi ona vererek dinlemeye başladım. "Hemen arkandan bir taksiye binip geliyorduk. Ama seni götüren araba bizi atlatmaya çalışıyordu sanki. Sonra kayboldunuz aniden. Ters giden bir şeylerin olduğunu anladık. İki gündür şehirdeki neredeyse bütün karakolları gezdik. Polise haber verdik seni bul-"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sardunya
Fiction générale"Bütün umutsuzluğuma rağmen geldin ve yine gün ışığı gibi doğdun karamsar hayatıma... Senin Güneşten tek farkın; sen zamansız, tarif edilmesi güç bir büyüsün iliklerimde." dedi, gülümseyerek. Ellerimi tuttu, avucumun içine yumuşacık bir buse bıraktı...