Kalbinizi esrarengiz bir korku kapladığı zaman, her şey duruyor. Birkaç dakikalık zaman dilimi, aylar geçmiş hissi veriyor.
İçimde sessiz bir yol var. Bu yolun; rampaları, çukurları ve uçurumları var. İçimde bulunan yolun tarifini, yaparım yapmasına ama şu an gittiğimiz yolun tarifini yapamam.
"Memur bey, karakol daha ne kadar uzaktalıkta?" diye, sordum. Yaklaşık yarım saatlik yol gitmiş, bir türlü gideceğimiz yere varamamıştık. Önde oturan memur, anlam veremediğim bir gevşeklikte güldü. İşin içinde bir şeylerin olduğunu o an anladım.
"Memur bey?" dedi, sorarcasına. Kahkaha atmaya başladı. Korku tüm vücudumu talan etti. Bir terslik vardı. "Lan, hâlâ memur bey diyor bu bana."
"Kimsiniz siz?!" diye, bağırdım olduğum yerde çırpınarak. Yanımda ellerimi tutan adam, ellerimi daha da sıkı tutmaya başladı. "Bırak beni!"
"Hareket etme! Hadi daha varamadık mı?!"
Yerimde çırpınmaya devam ettim. Çığlık atmaya başladım. Ama nafile, dümdüz bir arazide in cin top oynuyordu. Lakin ben pes etmeden, bağırmaya ve çığlık atmaya devam ettim. En sonunda ağzımı bantlamak zorunda kaldılar. Uzun bir süre daha yol gittik. Bir ara, arabanın kapısını açıp aşağıya atlamayı bile denedim.
Araba aniden durdu. Herkes arabadan indi. İnmemek için çok çırpındım ama içlerinden biri beni sürükleyerek indirdi. Bana dokunmasın diye itmeye çalıştım onu. Ama en sonunda beni sırtına atarak yürümeye başladı. Etrafta tanıdık bir şeyler görmek için göz gezdirdim. Ama hiçbir şey bulamadım. Büyük bir evin bahçesindeydik. Devasa büyüklükte bir evdi. Bahçesi kocamandı. Bahçenin tam ortasında, at heykelinin de bulunduğu, bir süs havuzu vardı. Evin kapısı aklımın hayalimin duracağı büyüklükteydi. Son kez etrafta gezdirdim gözlerimi, ipucu niteliğinde hiçbir şey bulamadım. Arkamdan kimse gelmemişti. Geleceklerini söylemişlerdi oysaki... Bakışlarımı tekrar eve çevirdim. Başıma şiddetli bir ağrı saplandı. Bir ses yankılandı kafamda,
"Buradan kaçış yok! Burası kara delik. Buradan çıkamazsın. Çıkmaya çalıştıkça içine çeker seni."
Bozuk plak gibi aynı şey dönüp durdu kafamda. Ellerimi, kulaklarıma bastırdım duymamak için. Ellerim titremeye başladı. Kulaklarım uğulduyordu.
Daha fazla zaman kaybetmeden devasa büyüklükteki kapıdan içeri geçtik. Omzunda olduğum kişiyi elimden geldiğince hırpaladım. Sırf beni yere indirsin diye, saçlarını bile çektim.
"Rahat dur! Yoksa elimden bir kaza çıkacak!" diye, kükredi en sonunda. Korkuyla irkildim. Ama durmadım. Devam ettim. En sonunda beni bir koltuğun üstüne fırlattı. Fırlattığı gibi ayağa kalkmaya çalıştım. Ama içlerinden biri omuzlarımı sımsıkı tuttu ve beni koltuğa çiviledi adeta. Ellerinden kurtulmaya çalıştım ama nafile. Kim olduklarını, benden ne istediklerini sordum. Ama ağzım bağlı olduğu için ne dediğim anlaşılmıyordu.
Kırklarının sonunda olduğunu tahmin ettiğim bir adam, merdivenlerden inerek yanımıza geldi.
"Getirdik patron." dedi, beni omuzlarımdan sımsıkı tutan adam.
"Vay vay vay, kimler gelmiş böyle." dedi, patron diye hitap ettikleri adam. Beni nereden tanıyor? "Güneş'imiz evimize yeniden doğdu!" dedi, coşkulu bir sesle. Ne demek istedi? Elimden geldiğince oturduğum yerde çırpındım. Konuşmaya çalıştım. "Sevgili Güneş'imizin ağzını açın, istirham ediyorum."
Tam arkamda duran adam, hiç düşünmeden tek seferden ağzımdaki bandı açtı. Canımı çok yandı. İstemsizce acıyla inledim. "Ne istiyorsunuz benden?! Kimsiniz siz?!" diye, bağırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sardunya
Fiction générale"Bütün umutsuzluğuma rağmen geldin ve yine gün ışığı gibi doğdun karamsar hayatıma... Senin Güneşten tek farkın; sen zamansız, tarif edilmesi güç bir büyüsün iliklerimde." dedi, gülümseyerek. Ellerimi tuttu, avucumun içine yumuşacık bir buse bıraktı...