0.8

424 36 10
                                    

Derslikten ayrılırken saat beşi geçiyordu. Kızlar eve geçmek için ,her ne kadar benimle binamıza kadar yürüseler de, son derse girmeden ayrılmışlardı. Çantamı toparlarken gelmişti Chaeyoung'un mesajı.

Kimden: Chae 🍒
Sana ufak bir sürprizim olabilir! N'olur kızma. Seni seviyorum. Muaah.

Çok anlam yüklemedim. Neden bahsettiğini anlamamıştım bile. Kütüphaneye gidip ders çalışmayı istiyordum sadece ama elbette istediğim gibi olmayacaktı bunu amfiden çıktığım gibi karşı duvara yaslanmış Wonho'yla göz göze geldiğimde anlamıştım. Açıkçası bir daha görüşmek istemediğimi yeterince belli ettiğimi düşünüyordum neden böyle bir şey yaptığına anlam verememiştim. En sonunda benim için beklemediğine karar verip yoluma devam etmek için harekete geçtiğimde hızla yanıma geldi.

Tabii ki senin için bekliyor aptal Jimin!

"Selam Jimin. Sadece selam vermek istemiştim ama acelen var sanırım?"

"Sadece selam vermek için kampüsün bir ucuna mı geldin? İlginç birisin Wonho." omzumdaki çantayı düzeltirken gülüyordum. Dudağının kenarını ısırdı, yalnızca bir saniye sürdü ama yine de garip hissettirmesinin önüne geçemedi. "Yakalandım. Pekâla dibine kadar dürüst olacağım, hazır mısın? Değilsen de geliyor,"

Adımlarını durduğunda istemsizce ben de durmuştum.

"Senden hoşlandım eğer sorun olmazsa iletişimde kalmak istiyorum."

Açıkçası şaşırdığımı söylesem yalan söylemiş olurum çünkü zaten farkındayım. "Üzgünüm Wonho, seninle o şekilde ilgilenmiyorum. Ben... Biriyle o şekilde bir ilişki yaşayacağımı düşünmüyorum. Sorun sende değil ben de demek istemiyorum ama, sorun sende değil ben de." bir süre gergince yüzüne baktım. Tebessüm etti birden. "O zaman önce arkadaş olmaya ne dersin?"

Tuzak soru olduğu gayet belliydi aslında, normal şartlarda buna da 'hayır' demem bekleniyor olabilirdi fakat yine de arkadaşlık kelimesi kulağa masum geliyordu işte. "Olur." dedim bu yüzden. Gergin yüz hatları gevşeyiverdi. Gülümserken ne kadar tatlı göründüğü düştü aklıma birden ben de gülümsedim.

"Evine bırakabilirim istersen? Hava çok soğuk."

"Teşekkürler ama kütüphaneye gidiyorum." binadan çıktığımızda atkımı iyice boynuma doladım. "Öyle mi? İşin kaç gibi biter? Bir süre yakınlarda olacağım eğer saatlerimiz uyuşursa seni eve bırakabilirim. Tabii sen de istersen."

"Çok naziksin ama beni bırakmana gerek yok. Kendim gidebilirim."

"Pekâla, nasıl istersen. O zaman görüşürüz Jimin-ah."

"Görüşürüz Wonho." yanımdan ayrılırken bir süre ters yürüdü haline gülerken el salladım. En sonunda göz kırpıp önüne döndüğünde dudaklarımı birbirine bastırmıştım. Nedense bu 'önce arkadaşlık' çok da uzun sürecekmiş gibi gelmedi bana.

Kütüphaneye gitmek için kampüsü turlayan otobüsün durağına ilerledim. Her on beş dakikada kalktığı için o kadar şanslı hissediyorum ki anlatamam. Beş dakika içinde gelen ringe bindiğim gibi en arkaya ilerledim. Oturduğumda montumun birkaç düğmesini açtım. Atkımı boynumdan çıkardım. Yolun kısa olduğunu biliyorum fakat ringin içi o kadar sıcak ki dışarda üşümemek adına yapmıştım bunu.

Birkaç durak sonra indiğimde koşar adımlarla kütüphaneye ilerledim. Elbette ağzına kadar dolu çünkü akıl sahibi her insan bir hafta kalan vizelere köpek gibi çalışmak istiyor. Üç katlı kütüphanenin en üst katına çıktım. En arkada kalan, depo girişinin ve rafların kapattığı o masaya ilerledim. Herkesin son tercihi olan o yıkık masaya. Benim favorim olana. Tamamen boştu. Yayılmam için verilen Tanrı'nın ufak bir hediye olarak algıladım bu durumu. Çantamı bir sandalyeye montumu ve atkımı başka birine atıp tam ortaya yerleştim. Bilgisayarımı çıkarıp notlarımı ve kitaplarımı masaya yaydım. Mümkünse kimsenin yanıma oturmasını istemiyordum. Belki çok saçma olabilir ama yine de yalnız başıma olmak hoşuma gidiyor.

Birkaç saatim ödevim olan sunumları hazırlamakla geçti. Notlarımı baştan aşağı tekrar okuduğumda saat dokuzu geçiyordu. Kahve makinesine yakın olduğuma, kahveleri ücretsiz yapan okuluma daha çok şükrettim. Elimde karton bardakla dolanırken aşağıki katlara şöyle bir göz attım. İnsanlar birazcık daha azalmış olsa da hâlâ doluydu. Kahvemi masaya bıraktım. Çok sıcak şeyler içmeyi sevmiyorum.

Raflar arasında dolanırken açılmak için boynumu hareket ettiriyordum. O sırada gözüme bir kitap çarptı. Siyah ciltli kapağın üzerinde altın sarısı büyük harflerle 'sanat tarihi' yazılıydı. Parmaklarım üzerini okşayıp kendine doğru çekti. Ellerim arasında tuttuğum kitabın kapağını incelemek için bir o tarafa bir bu tarafa çevirmem son bulduğunda içini açtım. Bir sürü sanatkâr ismi yazıyordu. Birkaç sayfayı yokladım ve kapatıp kolumun altına sıkıştırdım. Bu güzellik benimle eve gelecek.

Masama geri dönmek için arkamı döndüğümde tam dibimde olan adam yüzünden aklım başımdan uçup gitti. Elindeki açık kitabın sayfası karışmasın diye bir parmağını arasına koymuş öylece bana bakıyor olması ise aklımın hiç geri gelmemesine sebebiyet verecek diye korkmaya başlamam da oldukça koşa sürdü.

"Yeniden merhaba Jimin-ssi. Görüşeceğimizi söylemiştim ama bu kadar kısa sürede olmasını beklemiyordum açıkçası." nefesim tıkandı ancak hiç bozuntuya vermedim.

"Ben de öyle. Ne işin var burada?" neden yine karşıma çıktın Jungkook demeye gücüm yoktu.

"Senin gibi ders çalışmaya geldim. Okulumun kütüphanesine." o sırada surat ifademi düzgün tutmak için çok uğraştım. İnanın bana, gerçekten denedim.

"İstediğin üniversiteyi kazanmana sevindim."

"Ben de senin için sevindim Min." gözleri yüzümde dolaştı. Yutkundu sonra.

"Telefonunu verebilir misin bir?" kaşlarımı kaldırdım. "Neden?"

"Sadece yeni numaramı vermek istiyorum. Sorun olur mu?" eğer mesajlarıma cevap vermeyeceksen sana numaramı vermemin ne gibi bir yararı olur ki? Ancak yine de cebimden çıkardığım telefonu ona uzattım.

Hızla numarasını tuşladı ve kendine bir mesaj attı. Telefonumu geri verirken gülümsüyordu.

"Hoşçakal Jimin."

Ne?

🩰

Bu çocuğa kelimeleri doğru anlamda kullanmayı ne zaman öğreteceğiz ya

Remember me - JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin