'seventeen

236 43 30
                                    

Heeseung yurtdışına gideli 3 yıl olmuştu. 

Hepimiz üniversiteye geçmiştik. Kendime yüklenip çok çalışmıştım. Heeseung'ın gitmesiyle zor günler geçirmiş, kısa bir süre tedavi almıştım. Arkadaşlarım sayesinde daha hızlı atlatmış, hatta onu tamamen unutmuştum.

Kimseyle ilişki yaşamamıştım bu sürede. Jake ve Sunghoon bana fazlaca destek çıkmıştılar. Sanırım duygularımı onlara daha rahat ifade etmiştim. Hâlâ çıkıyorlardı, hatta ilişkileri ciddiyete binmişti.

Mutluydum. Eski neşemi kaybetsem de, kişilik ve görünüş olarak değişsem de yine de bir yerlerde o küçük Sunoo'ydum.

Jungwon'un evinde buluşacağımız için hazırlanmıştım. Siyah kotumun üstüne kırmızı kazağımı giyip saçlarımı düzelttim. Saçlarımı tamamen pembeye boyatmıştım. Telefonumu da alıp evden çıktım, numaramı da değiştirmiştim.

Jungwon'un zilini çaldığımda herkesin orada olduğunu anladım. İçeriye geçip ortama ayak uydurdum.

Alkollü içecekle oyun oynamıştık. Ben, Jake ve Jungwon kazanan olduğumuz için içmemiştik. Sarhoş 3 kişiyi bir kenara ayırıp konuşmaya başladık. 

Sohbetimiz sürerken Jungwon'un saatine bakıp durması dikkatimi çekmişti. Kapının çalmasıyla gülerek kapıya ilerledim. Jungwon arkamdan gelip "Ben açarım, sen geç." dese de geri dönmeyip gelene baktım. 

Bakmaz olsaydım.

Heeseung, elinde valiziyle, siyahlar içinde karşımda duruyordu. Kırmızıya boyattığı saçlarına elimi daldırma isteğim sinirlerimi bozmuştu.

Gözlerimiz karşılaştığında Jungwon, Jake'i de çağırmıştı. Hiçbir tepki vermeden birbirimize bakarken sessizliği bozan Heeseung olmuştu.

"Beni özlemedin mi?"

Nefes alamayacağımı hissederken Jake öne atılıp "Neden geldin, burada sana yer yok?" dedi. Heeseung'ı ittirmişti. Sert olmalıydı ki Heeseung'ın yere düşmesine neden olmuştu, ya da sadece o fazla dirençsizdi.

Jungwon ikisinin tartışmasını ayırmaya çalışırken gücümü bulup koşmaya başladım. Cadde boyunca koşarken arkadaki kavganın sesi artmıştı. 

Jake'in "Sunoo'yu birazcık düşünseydin hiç gitmezdin." dediğini duymuştum. Sanırım yumruklarına hakim olmuyordu.

Heeseung'ı orada öldürene kadar dövmesini diledim. 

Eve geldiğimde elimi yüzümü yıkadım. Nasıl hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Unuttuğum gözleri aklıma geldikçe sinirleniyordum, aşık olduğum sesi kulaklarımda yankılandıkça sinirleniyordum. 

Sinirime yenik düşerek etrafı dağıtmaya başlamıştım, bir yandan da ağlıyordum.

Kapının birkaç kere çalmasıyla elime bir cam şişe alıp kapıya ilerledim. Kapıyı açıp şişeyi karşımda her kim varsa sertçe kafasına indirecektim. 

Kapıyı açtığımda havadaki elimi tutup sıkıca bedenime sarılmıştı Jake. Elimdeki şişe yerle buluşurken ağlamam artmıştı. Kesinlikle birinin bana sarılmasına muhtaçtım o an.

Jake "Sorun yok, sadece bir rüyaydı." diyerek koltuğa oturmama yardım etmişti. Sakinleşince "Rüya değildi." dedim.

Rüya olmadığını ikimiz de biliyorduk.

İlaç getirip yanıma oturduğunda "Onu görmek istemiyorum. Onu Jungwon çağırdı, değil mi? Onu da görmek istemiyorum." dedim. 

İlacı içip rahatladığımda Jake Jungwon'u arayıp haber vermişti. Duyduğum kadarıyla Heeseung da sarhoş olmuş ve Jungwon'un başına kalmıştı.

Heeseung'ın cidden cehenneme kadar yolu vardı.

Heeseung'a olan sinirim azaldıkça kendime olan sinirim artıyordu. Tekrar aynı şeyleri yaşamaktan korkuyordum. 

Bir yandan da gururluydum. Ben de o kapıda arkamda bırakmıştım onu. Sesimi duymasına bile izin vermeden kapının önünde terk etmiştim onu. 

Herkes başkalarına sınır koyabilirdi ama herkes kendine sınır koyamazdı. Benim sınırlarımı yıkmak isteyen bir orduydu Heeseung sadece. Yıkacak, sömürecek, yok edecek ve gidecekti. 

Bir daha Heeseung'ı görmek istemiyordum. Bir daha ölmek istemiyordum. 

Ben de Heeseung da beyaz hariç her renge sahiptik. Renklerimiz birleşip siyahı oluşturdu. 

Ve resim, beyaz eksikliği yüzünden tamamlanamadı.

yes, you're right too.﹕heeseung+sunoo ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin