Ellerimiz arkamızda olacak şekilde içeri geçtik. Elinde silah var. Bizi yönlendirerek kanepeye yan yana oturmamızı sağladı. Altı tane kurşun... Kendisi de bir sandalye çekip karşımıza oturdu.
Tanrım...Lütfen o'na bir şey olmasın.
"Şimdi..." diye başladı konuşmasına. "Anlat bakalım sarışın. Nasıl girdin ablanın aklına?"
Birazdan sinirimden ağlayacaktım.
"Konuş!"
"Bağırma ona! Ne kadar korktuğunu görmüyor musun?"
Jungkook'a dolu gözlerle baktım ve başımı iki yana salladım. Derin bir nefes alıp konuşmaya başladım.
"Neyi bilmek istiyorsun?"
O yüzünden hiç indirmediği iğrenç gülümsemesiyle "Ablanın hâlâ beni sevdiğini biliyorum. O hep beni sevdi. Beni sevecek. Önce bunu o küçük kafana sok!" dediğinde duygu durumunu çözmüştüm artık. Terk edilmeye dayanamamıştı ancak bu kadarı da fazlaydı.
"Şimdi söyle bana. Onu tehdit mi ettin? Hoseok denen o çocukla beraber olmak daha mı iyi olacak dedin? Söyle! Nasıl girdin aklına sevgilimin?!"
Korkuyordum. Karşımda bir psikopat vardı ve ne kendini ne de vücudunu kontrol edemiyordu. Söyleyeceğim tek bir yanlış sözcük, silahın ateşlenmesine yol açabilirdi. Ancak zikredeceğim her kelimemde dürüst olmalıydım çünkü yalan söylediğimi anlardı. Ve anlarsa...
"Ablam seni sevmiyordu artık."
Aynen, aynen böyle damardan gir ki delik deşik olun. Aynen.
"Yalan söylüyorsu-"
"Dur da dinle." diye kestim lafını. Hazır başlamışken sözü bitirmeliydim. Düşünmedim. Sadece içimden gelenler çıktı ağzımdan. "Ablam seni sevmiyordu. Çünkü başından beri ilişkinizin yanlış olduğunun farkındaydı. Çok hızlı ilerliyordunuz ve artık yıpratıcı olmaya başlamıştı. Sadece onun için değil. Senin için de."
Onun da gözleri dolmuştu. Hatta ağlıyor da olabilirdi, tam göremiyordum çünkü ben de ağlıyordum. Sinirlerim bozulmuştu ve ölesiye korkuyordum. Nasıl ağlamamam beklenebilirdi?
"Sen nereden bilebilirsin ki?" dediğinde, düşündüm. Gerçekten, ben nereden bilebilirdim ki?
Ama o an aklıma geldi. Tam da yaşadığımız an, tam da bu an aklımda dolandı bir süre.
"Bak," dedim sinirle. "Bak şu halimize. Bunu bize şu an sen yapıyorsun. Sevdiğim adam yanımda ama 'şu an keşke evinde huzurla uyuyor olsaydı' dedirtiyorsun bana. Eğer ilişkiniz sizi yıpratmadıysa, bu halin ne? Neden onca yolu bana hesap sormak için elinde bir silahla geldin? Bu mu senin yıpranmamış halin?"
Namlunun ucu artık yere bakıyordu. Bir eliyle yüzünü kapatmıştı ve ağlıyordu. Ellerimi arkamdan çıkararak konuşmama devam ettim.
"Lütfen, sana yalvarıyorum git. Git ve bizden ölene kadar uzak dur."
Min ho tabiri yerindeyse yıkılmış bir şekilde başını sallayarak beni onayladı ve oturduğu sandalyeden kalkıp kapıya yöneldi. Birkaç adım, sadece birkaç adım sonra kapıdan ve hayatımızdan çıkacaktı ki... Arkasını döndü. Yüz ifadesi dümdüzdü. Bu, beni psikopat gülüşünden daha çok ürküttü.
"Ama eşitlik..." dedi. Jungkook'la birbirimize bakıp ne dediğini çözmeye çalıştık. O sırada Min ho o korkunç ifadeyle devam etti lafına. "Eşitlik," dedi. "Eşitliğin ne olduğunu biliyor musunuz?"
Jeton düştüğünde ve ne demeye çalıştığını anladığımda çok geçti. Çünkü iki el ateş sesi salonumu, evimi ve hatta apartmanımı yıkıp geçmişti sanki.
"Eşitlik, Chaeyoung. Benim sevdiğimi benden uzaklaştırırsan, seninki de senden uzaklaşır. Kural bu."
Ve artık o bahsettiğim birkaç adımını atıp kapının eşiğinden çıktığında bakışlarımı şokla sağıma döndürdüm.
Tanrım, lütfen o'na bir şey olmasın.
"J-jungkook?"
Ses yok.
Ambulansı nasıl aradım, bizimkilere nasıl haber verdim bilmiyorum.
Ses yok.
Ellerini tutuşumu hatırlıyorum. Bana "Her şey yoluna girecek." diyordu, ama avucumun içi onun kanıyla doluydu.
Sedyeyle hastane bahçesine indiğimizde bilinci tamamen kapalıydı artık. Sesi yoktu, gözleri yoktu. Yapayalnızdım. Beklemekten başka yapabileceğim hiçbir şey yoktu.
Sevgilim, neden sesin yok?
Gözlerin neden kapalı öyle?
Neden bakmıyorsun bana, neden ismim dökülmüyor dudaklarından?
Şu an hastane koridorlarındayım, hissediyorum. Çok soğuk buralar. Ellerimde senin kanın var sevgilim. N'olur bana geri gel.
"Tanrım," dedim tekrardan. İnançlı bir insandım. Bıkmadan usanmadan devam ettim aynı duaya. "Lütfen, lütfen bana geri gelebilsin. Lütfen iyileşsin."
Şu an hastane koridorlarındayım. Bütün arkadaşların, bütün arkadaşlarım burada. Hepsi bir yandan benimle uğraşıp bir yandan seni bekliyorlar ameliyathane kapısında.
"Tanrım," dedim tekrardan. İnançlı bir insandım. "Lütfen, lütfen onu bana geri ver."
Yapayalnızım.
Arkadaşlarımızın hepsi burada ama sen yoksun Kook. İçeridesin. Ölüm kalım savaşını yalnız başına veriyorsun.
Yapayalnızım.
Sen de öyle.