³⁸

596 38 8
                                    

Kook

Uçak L.A.'e indiğinde güneş yeni yeni etrafı aydınlatıyordu. Saat farkına alışmam uzun sürecekti. Her uzun mesafe uçağına binişimde jetlag yaşadığımdan artık alışmış bile sayılırdım doğrusu.

Yüksek stres sonucu saçmalama... En sevdiğim.

Bavulumla beraber havaalanında yürümeye başladığımda aklım tıpkı bütün gün, bütün yolculuk boyunca olduğu gibi Chaeyoung'daydı. Buradayken, belki önümüzdeki yılın tamamında onu düşünecek zamanım kalmayacağına üzülüyordum. En azından Jennie'den fotoğraf sözünü almıştım yoksa gerçekten onu unutabilirdim. Telefonumda elbette fotoğrafları vardı ama onlar zaten ezberimdeydi.

Genel bir özet geçmek gerekirse kafayı yemek üzereyim.

Annemin hastalığı, Min ho'nun bize yaptıkları, Chaeyoung... Her şey o kadar üst üste gelmişti ki! Bedenimi bir kurşun delip geçmişti ama sanki on binlercesi üzerime atılmış gibi hissediyordum. Çok yorgundum. Bu hastane olayları tek bilen kişi abimdi, onun da anneme ve babama söylemeyeceğine emindim. Etraf zaten yeterince kasvetli bir havaya bürünmüşken bir de benim için üzülmelerine gerek yoktu. Üzerine dikiş atılmış bir yaram vardı, iyileşecekti. Ancak kalbime atılan art arda darbeler beni yaşatmayacak gibiydi.

Bir taksi çevirip hastanenin adresini verdim. Annemin çıkışı bugün ben oraya varınca yapılacaktı. Bu yüzden hızlıca oraya varmalıydım. Taksiciye acelemin olduğunu da belirttikten sonra arkama yaslandım ve camdan dışarıyı izlemeye başladım. Hafifçe yağan yağmur, izlediğim cama doğru dokunup geçiyordu. Sanırım kendimle beraber kasvetli bir hava getirmiştim şehire.

Birkaç kere telefonum titredi ama bakmadım. Hyunglardan gelmiş olabilirdi ya da Jennie'den. Belki de abim ya da babam yazmıştı ama o an bakmamayı tercih ettim. Birkaç dakika sonra baksam, bir sorun olmazdı. Sadece dışarıyı izlemek, yol bittiğinde bodoslama dalacağım kötümser ve boğuk günlerim başlamadan son bir kez hiçbir şey düşünmeden dışarı izlemek istiyordum. Zihinsel çöküşüm zamanla bedensel çöküşüme de evrilecekti ve ikisi birbirini tetikleyecekti. İşin sonunu düşünmeye başlamıştım bile.

Ben, annemle bir çocukluk yaşayamamıştım. Ben annemle bir gençlik yaşayamamıştım abim yüzünden. Babamla annem ayrıldığından beri bir araya gelmediğimizin için şu an hastanede yan yana olacağımız düşüncesi de geriyordu beni. Her ne kadar sorunlu bir ilişkileri olmuş olsada onlar bir zamanlar aile olduklarının farkında varabilmişti ve bu yönden onları takdir ediyordum. Ancak babamla hâlâ aram değişikti. Ettikleri kavgalar yüzünden ne olursa olsun her seferinde babamı suçlamıştım içimden. Ki bu suçlamaların hepsinin doğru olmasına rağmen bir yandan da üzülmüştüm ona. Dediğim gibi, değişikti işte aramız. Hiç oturup o meşhur baba-oğul sohbetlerinden yaptığımızı hatırlamıyorum mesela. Ama abimle yaparlardı, bilirdim. Annemle de sağlıklı bir iletişimimiz yoktu ama beni severdi, bilirdim. Ben babamla belki şimdi aramı düzeltebilir ve önüme bakabilirdim ama annem avuçlarımın arasından kayıp gidecekti ve bu gidişi canlı canlı izleyecektim. Sonrasında bomboş gelecekti. Aynen öyle bir boşluk hissettirecekti ki uçurumun kenarına gelecektim. Gerçekten düşmeyecektim o boşluğa ama itilecektim. Annemle geçirebileceğim birkaç ay kalmıştı elimde. Onun yanında güçlü olmalıydım.

Tıpkı küçük bir çocuk gibi hissediyordum.

Küçük, yalnız bir oğlan çocuğu... Annesini kaybedeceğini bile bile yanında olmaya giden bir çocuk. Babasını kahraman olarak göremeyen bir çocuk. Abisinden yakın zamana kadar nefret eden, ancak şimdi kalbinde ona karşı bir duygu parçacığı bile barındırmayan bir çocuk. Sevdiği kızı tam yeniden kazanmışken kaybeden o çocuğum ben.

Küçük, yalnız bir oğlan.

Yapayalnız.

Yağmur durmuştu, cam kapalıydı ama ellerim ıslanıyordu. Yüzüm ıslanıyordu. Damlalar düşüyordu avuçlarıma ama bulutlar kuruydu. Gökyüzü açılıyordu belki ama gözlerim kapanıyordu. Ağlıyordum ve başımı yaslayabileceğim omuzları ardımda bırakmıştım. Ağlıyordum ve başımı yaslayacağım başka bir omzu kaybetmenin acısını şimdiden başlatmıştım içimde. Ağlıyordum. Ellerim artık gözyaşlarıma yetmiyordu.

Ağlıyordum. Ağlamayı seçmiştim, zamanım varken.

Tanrım, diye geçirdim içimden. Bilirsiniz beni. İnançlı biriyimdir. Lütfen Tanrım. Annemle bana zaman ver.

Tanrım, lütfen Chaeyoung'la bana bir şans daha ver.

Tanrım, dedim çaresizce, son kez. Bütün inancıma, bütün bilincime sığındım. Çocukluğuma sığındım. Lütfen annem acı çekmesin.

Lütfen.

friends | rosékook ✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin