5 ay önce...
"Ve bir de sütlü kahve alabilir miyim?"
Jungkook, siparişleri aldıktan sonra kasaya ilerledi. Okul harçlığını elde etmek için çalıştığı bu yarı zamanlı işinden oldukça memnundu. İnsanlarla içli dışlı olmak ona terapi gibi geliyordu. Sonuçta zaten mezun olunca başka bir işte çalışacaktı. Neden burada da vakit geçirerek tecrübe edinmesindi ki?
Siparişler çıkana kadar ön bahçeye çıkmaya karar verdi. Burası genelde çok işlek bir mekan olmasına rağmen saat bir hayli erkendi ve bahçe bu saatlerde rüzgâr alıyordu. Kış aylarının dondurucu soğuğu da eklendiğinde, birçok insan rüzgârlı ortamlardan kaçınmak isterdi. Ama o, öyle birisi değildi. Rüzgârı severdi, gün doğumunu da batımını da izlemeye bayılırdı. Yağmurun yağması onun için en büyük nimetti hatta. İlham... İlham veriyordu, öyle hissediyordu.
Kimse bilmese de bir defteri vardı. Arada resim yapıyordu ona. Bu aslında bilinmeyen bir şey değildi. Onun çizme yeteneği olduğunu çoğu insan bilirdi. Asıl bilinmeyen şey ne kadar yetenekli bir söz yazarı olduğuydu. Kelimelerle arası mükemmeldi.
Tıpkı sesi gibi.
Onu asla dışarıda şarkı söylerken göremezdiniz. Karaoke partilerine bile katılmazdı. Nedendir bilinmez, sanki şarkı söylemek onun için hiçbir ileriye dönük hayal taşımıyordu. Yine de bırakmıyordu söylemeyi ve yazmayı. Evde yalnızken gitar bile çaldığı oluyordu. Bunları sessiz yaptığını sanıyordu. Kimse fark etmeden.
Ama bilmediği bir şey vardı.
Alt katında oturan o sarı saçlı kız, her gece yatarken Jungkook'un o eşsiz sesini dinleyerek uyuyordu.
Kız, uyku problemleriyle boğuşuyordu. Okulu ona o kadar ağır gelmeye başlamıştı ki, bir anda şehir değiştirmişti. Lise arkadaşı Jennie'nin bulunduğu bu şehire ilk geldiğinde, bundan iki yıl öncesiydi. Jennie, ona Jungkook'un alt katındaki daireyi bulmuştu. Daha sonra arkadaş çevreleri çakışınca, e bir de aynı üniversitede olmanın verdiği rahatlıkla herkes birbiriyle tanışmıştı. Arkadaş grubu, artık tam anlamıyla bir arkadaş grubuydu.
Jungkook, çıktığı bahçeden içeri geri döndü donmamak için. O girdiğinde siparişler hazırdı. İçeride oturan masaya siparişleri götürdü ve rastgele bir masaya kendini resmen bıraktı. Her ne kadar burada çalışmayı sevse de çok yorulmuştu. Ailevi durumları, abisi, iş, okul... Hepsi artık onun için birer zorunluluk gibi geliyordu.
"Keşke," diye geçirdi içinden. "Keşke beni anlayabilecek biri olsaydı. O zaman, belki de her şey daha basit olurdu."
Jungkook, arkadaşlarının onu anlayacağını biliyordu. Buna asla şüphe duymuyordu. Onun istediği kişi, belli ki başka birisiydi.
Başka bir insandı ihtiyacı olan. Muhtemelen, kalben bir boşluk vardı içinde. O daha hissedemiyordu. Hatta her şey elinden kayıp gittiğinde, çabalayamadığı zamanlar için üzüldüğünde aklına doluşan çaresiz fikirlerinden birini ortaya sunduğunda bile anlamamış olacaktı bunu. Daha sonra o boşluk, Jungkook daha fark edemeden dolduğunda her şey rayına oturacaktı. Ya da raydan çıkacaktı.
Jungkook dümdüz suratıyla ileriye bakarken mekânın kapısı açıldı ve üzerindeki zil tıngırdadı. Normalde kapı açıldığında, sese alıştığı için hep birinin geldiği mesajını alırdı ama asla merak edip bakmazdı. Bugünkü bakma ayrıcalığı, her şeyin başladığı o saniyeye aitti.
Belki de daha öncesine...
"Selam Kook!"
İkisinin de yüzlerinde birer şapşal gülümseme ve birbirlerinden ziyade kendi duygularının bile farkında olmayan bakışlar... İşte, sanırım bahsettikleri his bu.
O his tam olarak bu.