Jungkook ve ben yarım saattir yolculuktaydık. Arabayı o kullanıyordu çünkü ben biraz uyumak istediğimi söylemiştim ama yapamadım. Uzun zaman sonra ilk defa beraber romantik bir aktivite yapıyorduk. Aşırı heyecanlanmıştım. Gözlerim yarı kapalı bir şekilde Jungkook'u izliyordum. Arabayı çok dikkatli kullanıyordu. Direksiyonu tutan ellerine kaydı gözlerim. Kemikli elleri vardı ya da yemek yemediği için bir deri bir kemik de kalmış olabilirdi.
Sanki senin ondan farkın var da bir de konuşuyorsun.
Öyle değildi işte.
Ben düzenli yemek yiyip spor yaptığım için kilo almıyordum ama o hem spor yapıyordu hem de yemek yemiyordu. Canı mı istemiyor yoksa yiyemiyor mu bilmiyorum ama eğer böyle devam ederse fırın küreğiyle ağzına yemek sokmaya başlayacağımı hissediyordum.
Bakışlarım yüzünü tekrar bulduğunda içimi tarifsiz bir huzur kapladı ve bütün heyecanımı yerle bir etti. Kalbimin derinlerine işleyen bu huzur, bu açıklanamaz sıcaklık uykumun gelmesini sağladığında direnmedim. Yüzümde son anda yaşam bulan silik gülümsemeyle uykuya dalarken bir şeyleri idrak ettim.
Biz aşıktık ve bunlar yaşanıyordu.
Biz aşığız ve bunlar yaşanıyor.
Biz seviyoruz ve kalbim huzur buluyor.
Sen ve ben değiliz çünkü. Biziz artık.
Biz ve bizim büyük duygularımız.
✨
✨
"Chae," diye bir fısıltı hissettim kulağımda. Ancak değil gözlerimi açmak, parmaklarımı bile kımıldatamayacak derecede uykulu hissediyordum.
Kaç saattir uyuyorum ben? Bir mi, iki mi?
"Beş."
Afalladım. "Ne?" diye sordum uykulu sesimle. Hâlâ gözlerimi açmamıştım.
"Sesli düşünüyorsun."
Anladığımı belirten bir şekilde kafamı salladım ama aslında oralı bile değildim. Sadece uyumak istiyordum. Burası bana çok rahat gelmişti. Araba koltuğu gibi hissettirmiyordu.
Bir saniye.
Araba koltuğu gibi hissettirmiyordu.
Neredeyim ben?
Nihayet gözlerimi araladığımda etrafta sadece loş bir ışık vardı. Kulağıma gelen çatırtı sesiyle sağıma döndüm ve şömineyi gördüm. Etrafı incelemeye başladım. Namjoon'un evinde olmalıydık. İyi de neden eve girmiştik ki? Biz kamp yapmaya gelmemiş miydik?
Ben daha sorularımı sıralayamadan elinde bir bardakla gelen Kookie "Kar yağmaya başladı. Kamp planı iptal anlayacağın ama istersen burada kalabiliriz." dediğinde seve seve kabul ettim. Şu hayatta en sevdiğim olaylardan biri de şömine karşısına oturup sohbet etmekti. Elbette kabul edecektim!
Birkaç saat sonra ev küçük olduğundan sıcacık olmuştu bile. Jungkook mutfakta ikimize yemek hazırlıyordu, ben de eşyalarımızı odalara yerleştiriyordum. Üç gün de olsa burada kalacaktık ve ben çanta içinden eşya aramaktan nefret ederdim. Çoğu zaman da aradığımı bulamazdım zaten.
Eşyaları yerleştirme işi bittiğinde Kook'un yanına, mutfağa doğru yönelmiştim ki kapıdan bir tıkırtı sesi duydum. Dışarıda resmen tipi vardı. Bu tıkırtıyı kim yapmıştı?
"Kookie, kapının önünde biri var." diye mutfağa gittiğimde Jungkook yaptığı işi alelacele bırakıp "Ben onu nasıl unuttum ya..." diye kapıya koştu. Kaşlarım çatıldı. Kimden bahsediyorduk?
Birkaç saniye mutfakta bekledim. Kapının açılma ve kapanma sesi geldi ama asla konuşma sesi duymadım. Daha sonra Jungkook mutfağa geri geldiğinde konuşma sesini neden duymadığımı anlamıştım.
Kucağında bir köpek vardı.
"Chae, Bubble'la tanış."
Yavru sayılan köpek tatlı tatlı bana bakıyordu. Hemen onu Jungkook'un kucağından alıp salona geçtim. Yere bıraktığım gibi silkelenip üzerindeki karları attığında yine de şömineye fazla yaklaşmasın diye kucağıma geri aldım. Zaten o da kucak meraklısı bir bebek gibiydi. Hemen kollarımın arasına kıvrıldı. Uyuyup kalması beş saniye bile sürmedi ve bu bana aşırı yumuşacık bir hava vermişti.
"Bu hayatımın en eğlenceli haftasonu tatili olacak!"