Part 2 GİGİ

46 2 0
                                    


2. BÖLÜM


                                          (GİGİ)



Ertesi sabah uyandığımda pırıl pırıl güneş odamı doldurmuştu. Ellerimde ve vücudumda sıcaklığını hissedebiliyordum. Yatağımda bir yabancı gibiydim. Uzun bir süredir yatağımda uyumamıştım. Yatmadan önce açık bırakmış olduğum pencereden içeriye tatlı bir rüzgâr giriyordu. Odamın tülleri uzun bir süredir raksetmemişçesine dans ediyordu. Penceremin önünde yığılı duran ders kitaplarım artık yaz tatili boyunca dinleneceklerdi. En üstte biyoloji kitabım, onun altında kimya ve en altta da matematik kitabım vardı. Ders notlarım ve teksir kâğıtlarına yazılmış formüller, odamın her bir yanına savrulmuştu. Yatağımdan hafifçe doğruldum. Bedenim uzunca bir yolculuktan sonra ancak şimdi dinlenebilmişti. Terliklerim neredeydi? Uzun bir süredir kullanmamıştım onları, kim bilir nerelere atılmışlardı. Eşyalar sanki başka birisinin ve ben de başka birisiydim. Duvardaki ilk gençlik dönemlerimdeki coşkularımı anlatan pop müzik yıldızlarının posterleri doğu limanları gibi artık önemini ve anlamını yitirmişlerdi. Madonna, Sting, Rod Steaward, hepsi belli bir dönemimi anlatıyordu. Rod Steaward'ı yüksek sesle dinlerken tüm yalnızlıklarımdan kurtulurdum. Hatta bazı şeylere üzüldüğümde, ailem aklıma geldikçe, yalnızlığıma kızdığımda tüm çığlıklarımı bastırırdı, Rod Steaward'ın şarkıları. Belki odam bu hareketliliği, bu canlılığı, müzik eşliğinde çılgınca danslarımı özlemişti. Şimdi yine müziği sonuna kadar açsam, Sting'i, Rod Steaward'ı, Madonna'yı tekrar dinlesem, eski hazları duyabilir miydim? Tekrar eski Besim olabilir miydim? Kendimi geçmişimi özlemekle suçluyordum.


Çıplak ayaklarım soğuk döşemelerde pencereye doğru yürürken teksir kâğıtları ayaklarıma takılıyordu. Yere eğilip toplamak bile gelmiyordu içimden, aksine büyük bir hınçla basıyordum üstlerine. Tüm acılarımı, tüm nefretimi üzerlerine basa basa çıkarıyordum. Zaman ve mekânların bu kadar hızlı bir şekilde değişiyor olmasını garipsiyordum. Daha önceki gece, İzmir'de arkadaşlarımla beraber, o şirin yurt odalarında neşeli dakikalar geçiriyorduk. Bir süre gözlerim geldiğim yollardan tekrar geri dönmüştü. Arkadaşlarımı yurt odalarında ranzalarının üzerine yatmış, ders çalışırken bulmuştum. O şimdi ne yapıyordu? Yalnız mıydı? Yoksa yine kır kahvesinde arkadaşlarla sohbet mi ediyordu?


Gözlerim tekrar gittiği yollardan geri dönerken güneş doğmuş, yeni bir gün başlamıştı. Ağaçlar yeşilin tüm tonlarını taşırken, dallardaki ham meyveler belirginleşmeye başlamıştı. Gökyüzünde bulutlar birbirleriyle kenetlenmişlerdi. Gözlerim kümülüslere saplanıyor, oradan kurtuluyor; bahçe kuyusuna, çiçeklere, ağıllara, üzüm asmasına ve güllere takılıp kalıyordu. Asmadaki üzüm çiçekleri yıldız yıldız dökülmeye başlamışlardı. İlk ayrılığı üzüm asmasının altında üzüm çiçeklerinin döküldüğü bir günde tatmıştım. İlk ayrılık ve sonu gelmez bir ayrılık... Belki bu yaz Almanya'daki ailemden bir ses, bir soluk gelirdi. Belki de bir yaz yetmezdi Almanya'dan dönüşlerine...


Penceremin önünden yerdeki formüllere basarak kapıya yöneldim. Hayata olan tüm nefretimi onlardan çıkarıyordum. Yurt odalarında gece yarılarına kadar ders çalışmalar, bir günü takip eden günde de aynı şeyleri monoton bir biçimde yapmak canımı sıkıyordu. İzmir'de son günlerde Vasviye'ye canım sıkılmıştı. Alsancak'ta bir kafeteryada otururken; "Bu ilişkimiz nasıl devam edecek?" demişti bana... Şok bir soruydu benim için. Henüz evliliğe atılacak bir adım benim için çok erkendi.

SİSLİ GÖLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin