17. BÖLÜM
(ARDAHAN'A YOLCULUK)
Artık havalar serinlemeye başlamıştı. Eylül ayı kendini iyice hissettirmişti. Yavaş yavaş bavullarımı toparlamaya başlamıştım. Akşam yatağımda bu kadar ayrılığa nasıl katlanacağımı düşünüyordum.
Nihayet beklenen gün gelmişti. Ablamlar ve komşular beni uğurlamak için köşke gelmişlerdi. Herkesle tek tek vedalaşıyordum. Ablam bana sarılmış ve ağlamaya başlamıştı. Gigi'ye sarılınca çok duygulanmış, gözlerim yaşarmıştı. Ama gözlerimde yaşları tutabilecek kadar güçlü hissetmiştim kendimi. Gigi'nin yüzünden anlamlı ifadeler çıkarmaya çalışıyordum. Tekerlekli sandalyesine benden ayrılırken daha sıkı sarılmış, göz bebekleri daha puslu bir hal almıştı. Bedeni refleks vermiyordu ama gözlerinden çok şeyler belirtmek istediği anlaşılıyordu.
Bandırma'dan Bursa'ya hareket etmiştim. Bursalı eniştem, bize Bursa'dan bilet ayıracaktı. Halamlara uğrayıp hem onlarla görüşecek hem de biletimi alacaktım. Halamlarda akşam yemeği yerken halam beni sıkı sıkıya tembihliyordu. "Sağlığına dikkat et, iyi giyin, yemek seçme bak." Eniştem onu uyarıyor. "Koskoca delikanlı oldu, çocuk mu ya, çocuk muamelesi yapıyorsun."
O gece yattığımda uzun bir yolculuğa çıktığıma hala inanamıyordum. Çok geçmeden uyumuştum.
Sabah halam uyandırmıştı. "Haydi, Besim otobüsün saat onda kalkacak. Kahvaltı hazır." Kahvaltıda sevdiğim her şey hazırdı. Büyük halamın sandalyesi boş duruyordu. İçimde bir şeyler kopmaya başlamıştı.
Eniştem arabayı hazırlamış, bavullarımı yüklemişti. Terminalde Artvin otobüsünü arıyordum. Ardahan'a Artvin üzerinden aktarma gidecektim. Erzurum, Erzincan yolu bana terör olayları olduğu için tehlikeli gelmişti. Bavullar otobüse yerleştirilmiş sıra beni yolcu etmeye gelmişti. Yolcular genel olarak solgun yüzlü sarışın insanlardı. Halama sarıldığımda beni bırakmaması için elimden gelen her şeyi yapabilirdim. Halam gözyaşlarını tutamamıştı. Otobüs kalkana kadar dualar okumuştu.
Otobüs hareket ettiğinde artık kendimle olmanın verdiği yalnızlık beni derin düşüncelere itmişti. Eskişehir'de Gigi'den hızla uzaklaştığımı düşünüyordum. Samsun'a gece yarısı varmıştık. Sabah, Karadeniz'in hırçın dalgalarıyla boğuşurken olmuştu. Her yer muhteşemdi, serin bir hava, yemyeşil bir doğa ve çisil çisil yağan yağmur vardı. Yolumuz sahil boyunca kıvrılıp devam ediyordu. Karadeniz insanını, o hoş şivesi ile yakından tanıma fırsatı bulmuştum. Yolculuğum sırasında birkaç kez mola vermiştik. Hopa'dan Borçka'ya döndüğümüzde yüksek dağlar başlamıştı. O an içimin sıkıldığını ve bir daha denizi hiç göremeyeceğimi hissetmiştim. Tıpkı masallardaki Parmak Kız'ın köstebekle evlenmesindeki düğün telaşı gibi.
Artvin'de köprü başında otobüsten inmiştim. Oradan Ardahan'a giden dolmuşlar kalkıyordu. Bir süre Ardahan'a giden dolmuşları beklemek zorunda kalmıştım. Şavşat'ta arabamız mola vermişti. Karnım acıkmıştı ve bir sürü et yemeklerinin arasından kuru fasulyeyi seçmiştim. Şavşat çok hoşuma gitmişti. Yemyeşil bir yerdi ve evleri de çok güzeldi. Dolmuşumuz çam ormanlarıyla kaplı dik dağları tırmanırken önümüzü bir grup teröristin kesivereceğini düşünerek korku duymaya başlamıştım. Çok geçmeden ormanlar yerini bozkırlara bırakmıştı. Yollar daralmaya başlamış ve bir süre sonra toprak yolda yolculuğumuz devam ediyordu. Şavşat Dağları'ndan Ardahan Ovası'na inerken heyecanımdan şok olmuştum. Köyler taş evlerden oluşuyordu, sadece kavak ağaçları vardı ve bildiğim Anadolu köylerine hiç benzemiyordu. Evlerin üzeri topraktandı. İnsanlar tarlalarda çalışıyorlardı. Otlar yığın yığın toplanmış, kaz sürüleri derelerde yüzüyordu. İnsanların çoğu çalışıyordu ve ovada koşuşturan başıboş bir sürü at vardı. Gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Kimseye belli etmemeye çalışsam da gözyaşlarıma hâkim olamamıştım. On iki eylül salı günü Ardahan garajındaydım. Ardahan'dan ilk izlenimlerim, evler saç levhalarla örtülmüş, sokaklar kaldırım döşeli, insanları İngiliz şapkalı, yanık tenli, kıvrık ve ince burunlu kimselerdi. Sokaklarda otomobilden çok at arabası koşuşturuyordu.
Köşkte yıllar öncesine ait posta kartı vardı. Ardahan'a aitti ve Ardahan'ın köprüsünü gösteriyordu. Ardahan'ın köprüsüne ve kalesine aldanmış, Ankara'da becayiş yaptırmamıştım.
Elimdeki bavullar iyice ağırlaşmıştı. Anadolu kasabalarındaki gibi küçük oteller vardı. Otellerin hiçbirinde yer yoktu. Ve tavsiye üzerine, bir otel bulmuştum. Bulduğum otel pek temiz değildi, tuvaletlerde ağır bir koku vardı ve tüm koridora yayılıyordu. Otel lobisinde sarışın kadınlar oturuyorlardı. Pek gözüm tutmamıştı onları. Tüm dikkatleri ile uzaylıymışım gibi beni tepeden aşağıya süzüyorlardı.
Zayıf bir genç elindeki anahtarla onu takip etmemi istemişti. Dar bir koridordan, koridorun sonuna kadar devam etmiştik. Koridorun sonundaki odanın önünde durduk. Anahtarı bana uzatarak: "İşte burası" diyordu. Odada ağır bir koku vardı, uzun bir süredir havalandırılmamışa benziyordu. Yatağın birisi yatılacak gibi değildi, ortası çökmüştü. Nevresimler ve yastıklar çok kirliydi. Bu otelde kalmak zorundaydım bu akşam. İstemeye istemeye bavulumu yatağımın kenarına yerleştirmiştim. Karnım çok açtı ve kendime yemek yiyecek bir lokanta bulmalıydım. Otelden ayrılarak Ardahan'ın kaldırım sokaklarında yemek yiyebileceğim bir lokanta arıyordum. Kuyumcunun önünde şapkalı iki kadın takıları inceliyorlardı. Dükkân sahibi kapıda belirmiş ve onları içeriye davet ediyordu:
-Buyrun madam, buyrun matmazel. Kendimi bir anda hiç görmememe rağmen Paris sokaklarında hissetmiştim. Allah'ım ben nereye gelmiştim böyle?
Lokanta sayısı çok azdı ve seçim yapmak zorundaydım. Hangi lokantaya girsem ağır bir et yemeği kokusu vardı. Temizliğine inandığım bir lokantaya girdiğimde, mercimek çorbası istemiştim ama yoktu. Yemek listesi sıralanmıştı. Hepsi de etli yemeklerdi. Bir tanesini seçmek zorunda kalmıştım ama yemeğe sonuna kadar devam edememiştim. Yemeklerde hayvansal yağ kullanıldığı için damak zevkime uymuyordu. Midem bulanıyordu ve kusmak istiyordum.
Ardahan'ın küçük parkında bir grup insan toplanmıştı. İnsanların yüzünde tatil yaparmış gibi bir mutluluk yoktu. Çoğu yorgun ve durgun insanlardı. Bazıları ise yeni gelmiş öğretmenler olacak etrafı merakla inceliyorlardı. Masalar tıka basa doluydu. Boş masa yoktu. Bir masada orta yaşlı bir adamla, benim yaşımda oğlu duruyordu. Bir süre sonra onlarla tanışmıştım. Oğlanın da tayini Çıldır'a çıkmıştı. Sevinmiştim, iyi bir insana benziyordu.
Akşamüzeri hava oldukça soğumuştu. Bavulumdan bir hırka çıkartıp giymek zorunda kalmıştım. Ardahan'da gece çok ayazdı, sokaklarda kimseler yoktu. Sonradan öğrendiğime göre sokaklar erken boşalıyormuş. Her an bir grup terörist burayı basabilirdi. Veya bir hırsız peşimden gelip paralarımı çalabilirdi. Daha hiç kimseyi tanımıyordum ve çok yalnızdım. Bir süre sonra otele dönmek zorunda kalmıştım. Gece uyuduğum sırada odamın kapısı itiliyordu. Dışardan değişik şiveyle konuşan bayan sesleri geliyordu. Hızla yataktan fırlayıp, kapıyı içerden desteklemiştim. Bir süre sonra kapımdaki basınç kesilmişti. Yatağıma uzandığımda yan ve karşı odalardan kadın ve erkek sesleri, kahkahaları geliyordu. Allah'ım nasıl bir yerdi burası?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİSLİ GÖL
RomanceSİSLİ GÖL 1.BÖLÜM (EVE DÖNÜŞ) Otobüsten iner inmez saatime baktım. Oldukça geç bir vakitti. Yorucu bir yolculuğun ardından, uzun bir gece yürüyüşünün beni beklediğini biliyordum. Gece oldukça serindi, Kapıdağ’dan kopan rüzgâr hoyratça dolanıyor, saç...