Gölgeler.
Seni istiyorlar.
Çünkü sana ihtiyaçları var.
Sen onlara aitsin.…
Patlayacaktı.
Emindim. Eğer biraz daha ağrımaya devam ederse beynim kendi kendini imha edecekti. Eve girdiğimizde sedyede yatan kız kadar beyaz olduğumu biliyordum. Vücudumdaki kan çekilmiş ve dehşetin kitlendiği beynimde toplanmıştı. Drew ‘i gördüğümden beri soğuk soğuk ter döküyordum. İçimde bir şey bundan hoşlanmamıştı. Sanki onun karşısında korkmayı kendine yasaklamıştı. Sanki onu tanıyordu. Korktuğum parçam tam olarak oydu. Ne biliyordu ve neden ben onları hatırlamıyordum? Elimi salonun duvarına yasladığımda birkaç adım ötedeki Lettie geri döndü. Ben ne oluyor bile diyemeden kollarını iki yanıma sardı. Buna hazırlıklı olmayan bedenim birden gerildi. Rahatlamak için kendimi zorladım ve boşta olan elimi kaldırıp sırtına koydum.“Gerçekten iyisin değil mi?” diye fısıldadı kulağıma. Sesindeki hüsran kalbime battı. Usulca yutkundum.
“Evet, gerçekten iyiyim. Bana inanmıyor musun yoksa?” dedim ve usulca geri çekildim.
Gülümsemeye çalışmışsam da bu bir zombinin gülmeye çalışmasına benzemişti. Elleri beni tutmayı bırakıp yüzümü tuttu.
“Sana ihtiyacım var tamam mı? Gidemezsin.” dedi ve kafasını iki yana salladı. “Seni o kadar çok beklediler ki.”
Evet, işte benim kafamdaki sağlam tellerin kopmasına neden olacak bir kelime daha. Kim beni çok bekledi? Lettie benim hakkımda ne biliyordu? Biliyorsa neden bana söylemiyordu? Konuşmak ve aklımdaki soruları sormak için ağzımı açtığımda Lettie salondan hızlıca çıktı. Daha çok kaçmış gibiydi.
“Lettie…”
“Hastaneye geç kaldım daha sonra görüşürüz.” diyen Lettie ‘in merdivenlerden çıkma sesi kulaklarımı doldurdu.
Az önce öz ablam benden mi kaçmıştı? Benden bu kadar deyip kendimi bir yerlerden atmak istiyordum. Olur muydu? Her şey o zaman biter miydi? Zihnimde Drew ‘i bile bir yere oturtamamıştım. Üstüne birde ablamın tuhaf sözleri eklenmişti. Lettie bir şey biliyordu ve bunu benden saklıyordu. Bunu mutlaka öğrenecektim. Şimdi değilse akşam bunu soracaktım. Drew ‘in bana doğru söyleyip söylemeyeceğini bilemezdim ama Lettie en azından bana doğruyu söylerdi değil mi? İçimdeki şüphenin tohumu giderek filizlenirken bir şey kalbimi sıkmaya başlamıştı. Yavaş, yavaş salondan çıkıp merdivenlere yöneldim. Benimde hazırlanıp kafeye gitmem gerekiyordu.
Odamdan içeri girdiğimde buna ne kadar dayanabileceğimi düşünüyordum. Daha fazla zihnimdeki soruları taşıyamazdım. Cevaplara ihtiyacım vardı. Cevapları almam zihnimdeki canavarı serbest bırakacak olsa bile bunu yapacaktım. Biliyordum. Orada. Tam zihnimin orta yerinde serbest kalmayı bekleyen bir şey vardı ve her şeyi biliyordu. Anlamadığım şey neden benden sakladığıydı? Biz bir ve aynı şey değil miydik? Neden kilitli bir sandık gibi hiçbir şeyi dışarı bırakmıyordu? Eğer o bir sandıksa onu açabileceğim bir anahtarı olmalıydı ve ben o anahtarı bulmaya karar vermiştim. Ya o bana seve, seve açılacaktı ya da ben onu zorla açacaktım. Adımlarımı banyoya atarken düşündüğüm tek şey buydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gölge Kanatlar
Fantasy"Gecenin sırrını ifşa ettin." Her gece ortadan kaybolan insanların arkalarında bıraktıkları tek şey bu nottu. Şehrin güneyinde ki küçük bir kasaba büyük bir sırrın ev sahipliğini yapıyordu. İnsanlar her gece ortadan kayboluyor ya da ölü bulunuyordu...