27

15 5 4
                                    

Karanlığın içinde.
Mor birer hale gibi,

Göründüğü zaman göğün kapıları.
O zaman korkun çocuklarım.
Yer ve gök istediği şeyi almaya geleceklerinin habercisidir onlar

Yer ve gök istediği şeyi almaya geleceklerinin habercisidir onlar

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


“Bunu yaptığına inanamıyorum.” dedi Judith yanımda sıkıntılı bir nefes alarak. “Babam küplere binmiştir.”

Evet, bundan şüphem yoktu. Bana tek sinirlenen o değildi. Karşımda bana bakan adam da bana hiç boş değil gibiydi. Drew taht odasının kapısına dayanmış, kollarını göğsünde toplamıştı ve gözlerini hiç ayırmadan bana bakıyordu. Bunun yaptıklarının ve davranışlarının hesabını vereceksin demek olduğunu düşünüyordum. Yalnız kaldığımız ilk an Alfred ‘i bırakmanın hesabını bana soracaktı. Ben Drew ‘in değil Patrick ‘in hemen geleceğini düşünüyordum ama Patrick henüz öyle bir şey yapmamıştı. Angel bir anda kapıdan girdiğinde Drew duruşunu düzeltti ve kafasını eğdi. Diğerleri önünde eğilirken ben dümdüz bakıyordum. Şu durumu hiç sevmiyordum. Neden daha samimi olamıyorduk?

“Kalkın.” dedi Angel. Bana doğru ilerledi. “Lilith.”

İçeride taht odasını süsleyen kanatlılar Angel ‘a bir kez baktıktan sonra dışarı çıkmaya başladılar. Yanımda duran Judith ‘de geriye doğru bir adım attı. Pekâlâ! Ne oluyordu?

“Evet?” dedim gözlerimi Angel ‘in yüzü hariç her yerde dolandırarak.

“Alfred’i bırakmışsın neler oluyor?” dediğinde kollarını göğsünde birleştirdi. Pekâlâ, sanırım ondan kurtulmam kolay olmayacaktı.

“Gitmek istediğini söylüyordu.”dedim omuzlarımı yukarı aşağı hareket ettirirken.

“Sende onu bırakayım dedin yani.”dediğinde sesi imalı geliyordu. “Bunu yiyen var mı aranızda?”

Kafasını diğer kişilere tek tek çevirerek onların yüzlerine baktı. Drew hariç diğerleri kafalarını iki yana sallamıştı. Drew sadece gülümsemişti. Bu gülüşte onaylamama vardı. Ne yaparsa yapsın bana engel olamayacağını bilmenin çaresizliği ve buna alışmışlığı vardı. Artık bunu çokta umursamıyor gibi görünüyordu. Lakin ben bu görüntüden o kadarda emin değildim. Bu sadece fırtına öncesi sessizlik gibiydi. Fırtına biz yalnız kaldığımızda kopacaktı. Gölge şatosundan haberi olduğunda nasıl bir tepkiyle karşılaşacağımı hiç bilmiyordum.

“Şimdilik sana nedenini söyleyemem.”dediğimde ciddileşmiştim.

Bu orta yerde konuşabileceğim bir konu değildi. Derin bir nefes alıp burnundan verdi. Bu onun bana tahammül etme şekliydi.

“Bana sadece şunu söyle. Gölge evi nasıl ikna ettin?”

Kalkanı nasıl geçtiğimi soruyordu. Bilmiyordu ki artık ben içimdeki tüm güçlerle bir bütündüm. Ayrıca gölge evin beni dinlediğini henüz hiç kimseye söylememiştim. Eğer bunu onlara söyleseydim büyük ihtimalle karşımda duran altın tahta beni oturtmak isteyeceklerdi. Hayır, ben buraya oturamazdım. Ruhumdaki ezgi kendi diyarımı kurmam gerektiği kanısında çok ısrarcıydı ve ben ona karşı gelemiyordum. Ben artık buraya ait değildim.

Gölge Kanatlar Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin