Karanlık.
Her yerde.
Tek yapman gereken ona seslenmek.
Ama unutma!
Bunun geri dönüşü yok!…
“Bana gel.”
Evet, yine başlamıştık. Bilincim artık değişmiş olsa bile bazı şeyler asla gitmiyordu. Bu fısıltıyı daha önce duyduğumu hatırlıyordum. Walrok ‘la konuşmadan tam önce bu sesi duymuştum ve şimdi tekrar ortaya çıkmıştı. Belki de hiç gitmemişti de ben onu duymak için zamanım olmadığı için geride bekliyordu. Fısıltısı usul, ince ve naifti. Bir kız sesi olduğunu söyleyebilirdim. Söyleyemediğim tek şey neden bana seslenip durduğuydu? Onu tanıyor muydum? Benden ne istiyordu? Bunları öğrenmek istiyordum.
“Bana gel.” dedi aynı ses ve ben üzerimdeki örtüyü ellerimle itekleyerek doğruldum. Yan tarafımdaki beden usulca kıpırdadı.
Biz eve döndükten sonra herkes girecek bir delik bulmuş ve ortadan kaybolmuştu. Normalde nerede olduğumu ve neler olduğunu merak eder bir halde beni karşılayıp soru sormaları gerekiyordu. Fakat bu defa öyle olmamıştı. Arkalarında bıraktıkları tozu bile bulamamıştım. Laura ‘yı bulduğumda onu bir güzel haşlayacaktım. Normalde burnumun dibinden ayrılmayan muhafız şimdi ortalarda görünmüyordu. Drew onun iyi olduğunu söylemişti ama ben bundan şüphelenmeye başlamıştım. Güneşin çıktığı an onu bulmaya gidecektim. Diğerlerine gelince neden benden korktuklarını bilmiyordum. Artık bana alışmak zorundaydılar. Aynı benim onlara alışıp güvenmem gerektiği gibi.
“Bana gel.”
“Pekâlâ.” diyerek ayaklarımı yataktan çıkardım ve yan tarafa attım.
Drew hala uyuyordu. Bugün bolca ağlamış ve konuşmuştuk. Artık iyi olduğumuzu ve onun kendini suçlu hissetmediğini düşünmek istiyordum. Suçluluk duygusunun insana neler yaptırabileceğini biliyordum ve ben onu bu yüzden kaybetmek istemiyordum. Soğuk zemine basarak ayağa kalktım. Tam karşıdaki pencereye doğru yürüyüp soluk siyahın hâkim olduğu geceye baktım. Sabah olmak üzereydi ve ses beni kesinlikle istiyordu. Siyah uzun saçlarımı geriye atıp derin bir nefes aldım. Şimdiye kadar yaşadıklarım sadece bir ön gösterimdi. Karanlıkta ne aradığını bilmeyen birinin adımlarıyla ilerlemiştim. Artık gerçek filme geçme zamanıydı her şey şimdi başlıyordu.
“Bana gel Lilith.”dedi ses ve ben olduğum yerde donup kaldım. Adımı biliyordu ve o gerçekten beni çağırıyordu. Kafamı çevirip yatakta hala uyuyan adama baktım. Artık ortadan kaybolmam onun için bir tehdit olmaktan çıkmış olduğunu düşünerek uykuya devam ediyor olmalıydı ama benim bu bir anda kayboluşlara yine devam etmem gerekiyor gibiydi. Sesi takip etmek için yine ormana girmem gerekiyor gibiydi ve ben bu defa bir sürprizle karşılaşmak istemiyordum.
“Bana gel.” diyen ses ısrarında devam ederken kafamda oluşmaya başlayan baskı kesinlikle onun eseriydi. Dişlerimi sıktım ve yatağın yanındaki ayakkabılarıma doğru gittim.
“Drew.” dedim usulca. “Komutan uyanman lazım.”
Ayakkabılarımı teker teker giyerken uyanıp uyanmadığını anlamak için kontrol ediyordum. Onu arkamda bırakmayacaktım. Böyle bir aptallığı artık yapmaya niyetim yoktu. Drew uykulu bir şekilde gözlerini açtı ve neler olduğunu anlayabilmek için etrafına baktı.
“Gitmemiz gerek. Bir şey beni çağırıyor.” dedim ve dediğimin ne kadar anlamsız olduğunu fark ettim.
Kim sevgilisini bir şey beni çağırıyor diye uyandırırdı? Benden başka? Kulağa tuhaf geliyordu.
Doğruldu ve gözlerinin karanlığa alışabilmesi için biraz bekledi. “Ne seni çağırıyor?”
“Bende bilmiyorum.” dedim ve ayakkabılarımı giymeyi bitirip ayağa kalktım. “Kendimden geçmeden gitmek istiyorum. Biraz daha beklersem o beni kontrol etmeye başlayacak.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gölge Kanatlar
Fantasy"Gecenin sırrını ifşa ettin." Her gece ortadan kaybolan insanların arkalarında bıraktıkları tek şey bu nottu. Şehrin güneyinde ki küçük bir kasaba büyük bir sırrın ev sahipliğini yapıyordu. İnsanlar her gece ortadan kayboluyor ya da ölü bulunuyordu...