7. BÖLÜM - KABUL

494 152 36
                                    

Uzun ve bilinçsiz uykuların ardından bana kalan tek şey gördüğüm rüyanın değişmeyen soğuk yüzüydü. Her uyanış başka bir krize kapı açıyor, sakinleştiricilerin etkisiyle zihmimin karanlık odalarına tekrar dönüyordum. Aynada gördüğüm çökmüş yüzün sadece beş günden ibaret olmadığını anladıktan sonraki her uyanış beni defalarca yatağa mahkum etmişti.

Aldığım terapiler sayesinde kabullendiğim acı gerçek, zamanla hayatımın en zor vedasını etmeme sebep oluyordu. Geçen kırk sekiz günün ardından nihayet eve dönebilecektim. Her ay kontrole gelme şartıyla hastaneden taburcu edileceğimi duyduğumda, prangalarından kurtulmuş bir mahkumun sevincini yaşıyordum.

Gitmeden önce, günlerce yattığım odanın kapısında durup içeriye son kez baktım. Geri dönmemek için savaş başlattığımın oldukça farkındaydım. Koluma giren annem, hüzünlü gözleriyle bakıp gülümserken karşılıksız bırakmadım. Gözlerimiz buluştuğunda sadece sessizliğin anlatabildiği derin cümleler peyda oluyordu aramızda. Beni düşünmekten, kaybettiği eşinin yasını bile tutamamıştı. Şimdiyse kanamaya devam eden yaralarımızı birlikte sarmanın vaktiydi.

Dışarıya çıktığımda başımı döndüren temiz hava soğuk rüzgarıyla beni kendime getirdi. Seneler sonra komadan uyanan bir insanın yaşadığı belirsizliği yaşıyor gibiydim. Hissettiğim bu şey, konuşmaya çalışan mecalsiz dudaklarımı sessizliğe mahkum ediyordu.

Evin önüne geldiğimizde ayaklarım adım atmamaya yemin etmişçesine durdu. Başımı kaldırıp balkona baktığımda, görmek istediğim yüzün hayali oradaydı sanki. Gücümü toplayıp, koluma girmek için yeltenen annemi durdurdum ve dairemizin bulunduğu kata çıktım.

Burun buruna geldiğim yokluğun hissi, ben kaçmak isterken acımasızca suratıma vurduğu gerçekten başkası değildi. Babama ait hiçbir eşya ortalarda gözükmüyordu. Son okuduğu gazetesi, gözlüğü, terliği, hava serinlediğinde üzerinden çıkarmadığı yeleği... Hiçbiri yoktu.

Ardından kapıyı kapatıp yanıma gelen annem, korkarak omuzuma dokundu. Gözümden düşmeye çalışan iki damla, ilaçların hissizleştirdiği bedenime hesabını dâhi soramıyordu. Annemin omuzumdaki eline içini rahatlatmak için iyiyim der gibi dokundum. Benden ayrılıp balkona doğru ilerledi ve kapısını araladı. İçeri giren soğuk rüzgar her estiğinde matemi alıp götürmek yerine, kalıp bizimle birlikte yas tutuyordu.

Günler günleri, aylar ayları kovalarken kalplerimizi mesken tutan hüzün dağılmaya başlamıştı. Annemle hayatı yakaladığımız yerden yaşamaya çalışıyorduk. Aldığım terapiler sayesinde, ilaçlarım azaltılmıştı. Gördüğüm rüyaların huzursuzluğunu hissetmemek adına, doktorum Bahar Hanım'ın kullanmamı istediği uyku ilacını almaya devam ediyordum. Böylece uyuduğum zamanlardan olabildiğince sağlıklı bir zihinle uyanıyordum.

Mütemadiyen bizi yalnız bırakmayan Eda, yanımızda olduğu anlarda bizi evden çıkartmaya çalışıyor, sessizliğin hüküm sürdüğü ev bir nebze olsun neşesiyle ruh buluyordu. Ve geçip giden zaman, yaşananları hiçe sayacak derecede hızlı akıyordu.

Evde olduğum zamanlarda odamdan çıkmıyordum. Kendimi sessizliği dinlerken bulduğumda kalbime atılan kesiklerin sızısı dudaklarımdan tek hecenin dökülmesini sağlıyordu. Baba...

Aklıma annem gelince düşen omuzlarımla odamdan çıkıyor, yokluğum gibi varlığımda acı vermesin diye tebessümle yanına gidip sımsıkı sarılıyordum. Yorgun yüzü gün geçtikçe eski güzelliğine kavuşsada eksik kalan yanını tamamlayacak o büyük parçayı hasretle arıyordu. Burukça gülümsemesinin ardından, "hiçbir şey eskisi gibi olmayacak." deyip her defasında beni çaresiz bırakmayı başarıyordu.

Bazı geceler, aldığım ilaç beni uykuya hapsetmeden önce annemin yanına gidip onunla uyuyordum. Sayıkladığında babamın adını duyuyor, cenin pozisyonunda yatan bedenine arkadan daha sıkı sarılıyordum.

EYLÜL 'SONBAHAR GÜNEŞİ'Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin