❂ Bölüm 14 - Kukla ❂

412 102 83
                                    

Yuvaya dönüş yolunu kaybetmişler
Seslerini unutmuş ozanlar
Kim olduğunu bilmeyen onlarca ruh
Yakın bir ateş ve fısıldayın alevlere


Yeşil, tonlamasına göre birçok duygu uyandırabilir. Açık yeşil huzur ve sakinliği, koyu yeşil karmaşa ve acımasızlığı çağrıştırabilir. Renklere verilen tepkiler kişiden kişiye göre değişebilirken onları nelerle ilişkilendirdiğimiz de çok önemlidir.

Typhoeus'un gözleri yeşildi ve ben de iğrenme duygusunu uyandırıyordu. 

Her şeyden önce berbat bir yerde olmanın verdiği huzursuzluk bedenime işlemişti. Yani Tartaros'un içerisinde yoğun bir şekilde tecrübe ettiğim birçok olayı yıllar sonra - tabii, hayatta kalırsam - buruşmuş ve kırışık vücudumla sallanan sandalyemde ileri geri hareket ederken torunlarıma anlatmayacaktım. 

Yine de yaşadığım şeyleri kesinlikle birilerine anlatacağımı biliyordum ama bu kısım zorlu olacaktı. Olimpos'un bir psikoloğu varsa onunla konuşacaktım.  Bu kadar drama ve gerilim beni yıpratmıştı.

Typhoeus'un bedeninin zeminde çıkardığı ses, Tartaros'un sessizliğinde  bir çığırtkan gibi beynimde alarm zillerini çalıyordu.

Şıp... Şıp...

Ardından gelen tok bir yapışma sesi onun gittikçe yaklaştığını haber veriyordu. Typhoeus karşısındakini ölçmek ister gibi temkinli ve sabit bir şekilde ilerliyordu. Görünüşünde insanlığa dair en ufak bir detay yoktu. Devasa, yapışkan ve tehlikeli görünüyordu.

Kızıl, tozlu havanın ardında o yeşil gözler bir kez daha görüş alanıma girdiğinde irkildim. Nasıl başardı bilmiyordum ama direkt olarak gözlerime odaklanmıştı. Zeminde çıkardığı o iğrenç sesle birleşen yeşil gözler bana cadı kazanını andırmıştı. Bir sürü garip malzemenin içine atıldığı, içinden dumanlar çıkan ve pis kokan bir kazan.

Prometheus'a hızla döndüğümde onun da kaşlarını çattığını gördüm. Bana doğru eğilerek, "Typhoeus, ona baş kaldırmadığın sürece seninle ilgilenmeyecektir. Konuşmayı ben yapabilir miyim?" diyerek olabildiğince sessiz bir şekilde iznimi istedi.

Bu ince hareket içimde bir yere dokunuyordu fakat ne olduğunu çözemiyordum. Konuşacak durumda değildim fakat yine de öne çıkabilmek adına benden izin istemiş olması hoşuma gitmişti. Sessizce başımı sallayarak onun geniş gövdesinin arkasına gizlendim. Birinin arkasına gizlenmek gururuma dokunuyordu. Yine de ne yapacağımı bilmediğimden birinin yanımda olduğunu bilmekse içimi rahatlatıyordu. Typhoeus yaklaşırken gözlerim, hâlâ bize doğru yaklaşmakta olan iğrenç şeyin gölgesini takip ediyordu. 

Bacaklarının yerinde dokunaçları vardı. Yere her dokunuşunda çıkardığı seslerin ardından zeminden yükselen bir çeşit duman olduğunu ancak görebiliyordum. Devasa bir vücudu vardı. Yüzü insana benzemiyordu. Üçgeni andıran bir kafa ve kocaman ağzını tehditkâr bir şekilde gösteren sivri dişleri vardı. Kola benzer uzuvları gövdesinin her iki yanından yere doğru uzanıyordu. Kızıl gökyüzünün altında havada süzülen toz tanecikleri sanki ona temas etmekten kaçınır gibi sağa sola savruluyordu.

Bana zehri hatırlatan gözleri hâlâ üzerimdeydi. Prometheus'un arkasında saklanırken misafir olduğu yabancı evde annesinin arkasına saklanan çekingen bir çocuk gibi hissediyordum. Prometheus istifini bozmadan Typhoeus'u selamladı. 

"Typhoeus," dedi gözlerini yaratığın omuzlarına odaklayarak. 

Karşımızdan bir homurtu yükseldi. Sivri dişlere ev sahipliği yapan ağzı aralandı ve soğuk bir havada dışarıya verilen nefesin oluşturduğu su buharını andıran bir duman etrafa yayıldı. 

Güneşten Kopan AteşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin