❂ Başlangıç ❂

1.8K 99 156
                                    

Bir varmış artık yok
Bana faydası olmayan yalanlara karnım tok

Tekinsiz bir haziran akşamıydı ve cama vuran ince ağaç dalları, odamı aydınlatan şömine ışığında yaşlı bir kadının bana uzattığı parmaklara benziyordu. Yaşlı insanlardan korktuğumdan değil, babaannem de yaşlıydı fakat gecenin bir yarısı üzerime doğru gelen her şeyden korkardım sanırım.

Küçük bir kız çocuğu olduğum zamanları hep çok sevmişimdir. Endişelenecek bir şeyim yoktu ve her zaman yanımda bir bardak çilekli sütüm bulunurdu. Haziran olmasına rağmen geceleri hâlâ soğuktu. Ben de çabuk üşüyen bir vücuda sahiptim. Hâlâ da öyleyim. Kalın yorgan altına girer, bir fare gibi kendime orada yuva yapardım. Ayak ucumda taştan bir şöminede gece boyunca cılız bir ateş yanardı.

Karanlık odamda en sevdiğim şey oydu; kahverengi taşlardan yapılma şöminem. 

Uyuyamadığım geceler ateşi izlerdim. Genelde isteksiz bir şekilde yanardı. Sanki burada benimle olmak istemezmiş gibi... Daha büyük işleri varmış da benimle vakit kaybediyormuş gibi, cılız ve isteksiz bir şekilde doğrudan bana bakardı. En azından ben öyle hissederdim.

Babaannemin anlattığı hikâyelerden sonra ona daha dikkatli bakıyordum. "Ateş," demişti. "Bize hediye olarak verildi."

Ne demek istediğini anlamamıştım. Birileri evimize geldiğinde, hediye olarak bize ateş mi getirmişti? Bu şekilde sorduğumda babaannem kendimle gurur duymamı sağlayacak bir kahkaha atmıştı. Onu güldürdüğüm için mutlu olmuştum. Ama o soruma, "Hayır," yanıtını verdiğinde kaşlarım ister istemez çatılmıştı.

Daha sonra yaşlılıktan dolayı neredeyse şeffaflaşmış, kemikli elleriyle tombul yanağımı nazikçe sıkıp, "Ateş bir ev hediyesi olarak değil, bir lütuf olarak bütün insanlığa hediye edildi," diye devam etti. "Onun sayesinde insanlar kendini korumayı, geleceklerini inşa etmeyi ve en önemlisi karanlıktan kendilerini korumayı öğrendiler."

O an babaannemin söylediklerine pek kafa yormamıştım. Fakat öyle tatlı konuşuyordu ki ayak ucumda duran şöminede yanan ateşe bakmama gerek kalmamıştı. Babaannem, gömüldüğüm yorganlar arasından çıkan saçlarımı düzelttikten sonra nazik bir sesle anlatmaya devam etti.

"Benim güzel çocuğum," diye mırıldandı. "Her zaman yüzün gülsün istiyorum. Ama izlendiğimizi de biliyorum," dedikten sonra duraksadı. Uyku bastırıyordu ve babaannemin söylediklerini pek net anlayamıyordum. Odamın bir tarafında küçük bir gürültü oldu. Odunlardan biri ateşle birlikte çatlamış olmalıydı. Arada olurdu.

Zavallı babaannem korkmuş olmalıydı çünkü yatağım bir iki defa sallanmıştı.

Sessizlik birkaç saniye sürmüştü. Sonra babaannemin derin bir nefes verdiğini duydum. Sesi net değildi ve ben de en cingöz halimde değildim. 

"Evet, farkındayım. Gün bir kez daha doğacak ve Güneş çok geçmeden batacak. Hâlâ zamanı var. Bırakalım uyusun, rüyalarına tutunsun. Rüyalarında kendi olabilecek. Şimdilik ne güneşi ne de ateşi bilmesine gerek var."

Aradan yıllar geçti. Artık küçük bir kız değilim fakat hâlâ gergin olduğumda çilekli süt içerim. Babaannemi de geçen hafta kaybettim. Bu anıyı ne kadar doğru hatırlarım bilinmez. Fakat o günlerimi büyük bir sevgiyle hatırlarım. Babaannemin bana öğrettiği ve duvarımda hâlâ asılı duran kısa bir dörtlük var;

Haksız yere zincirlere vurulmuşsa biri
Arkasından gelir mücadelesi
Tekinsiz bir hastalığın elinde harap olur
Zirvedekilerin yeri

Bu şeyi neden yanıma aldığımı bilmiyorum fakat öylesine güzel bir çerçevede saklanıyordu ki babaannemin bana ayırdığı eşyalar arasından en çok onu beğenmiştim. 

Yıllar sonra kapımda suratı dağılmış bir kadın belirince birden aklımda bu dizeler belirmişti. Kadının saçı başı dağılmıştı ve çenesinde büyük bir şişik vardı. Fakat gözleri... Gözleri kocaman, simsiyah bir boşluğu andırıyordu. Çok güzeldi. Asil bir görüntüsü vardı ve beni nasıl tanıdığını bilemesem de bana adımla sesleniyordu. İnce parmakları bir mengene gibi kollarımı kavradığında canım yanmıştı.

Ağzından korkuyla harmanlanmış tek bir kelime döküldü.

"Geliyor!"

Güneşten Kopan AteşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin