siyah hırkasının önünü kapattıktan sonra beresini geçirdi saçlarını tamamen örtecek şekilde. böylelikle kulakları ön plana çıkmış, kıkırdağından başlayıp kulak memesine doğru inen altı deliği ve küçük gümüş tragusu kızılın dikkatini çekmişti. jeno hakkında pek çok şey bildiğine dair olan inancı git gide azalırken onu hiç sol profilden görmediğini anımsadı. kesinlikle her bir zerresi ayrı hikaye barındırıyordu.
"sizin için sorun olmayacaksa bu gece evimde kalabilirsiniz. sokağın başında evim yahut rahat edemem derseniz kütüphanenin anahtarını bırakabilirim."
yolların kapanması mevzusu hala gündemdeyken gelen teklifle gözleri parladı adeta jaemin'in. iştahla yerinde sıçrayacaktı lakin son anda iradesini tuttu, mahçup bir bakışla başını önüne eğdi.
"böbreklerimi çalmayı yahut beni pazarlamayı düşünmüyorsan evini tercih ederim. burada ruhlara yem olmaktan daha güvenlidir diye tahmin ediyorum."
kızıl oğlanın söyledikleri ikisinde de tatlı kahkahalar oluştururken tek kaşını kaldırdı jeno bilinçlice. alt dudağı dişlerine hapsolurken itina ile süzdü jaemin'i.
"böbreklerin konusunda anlaşabiliriz, pazarlama konusunda da istekli sayılmam. şayet öyle bir amacım olsa tümüyle ödeneğinizi cebimden verirdim."
aldığı üstü kapalı ve fazlaca arsız iltifatla gözleri kocaman oldu jaemin'in lakin pas vermedi. omuz silkip kapıya adımladı.
"umarım evinde yiyecek bir şeyler vardır."
bilmiyormuş gibi ellerini kaldırıp öncülük etti evine uzanan yolda genç oğlan. karla kaplı yolda ara sıra kayan bedenleri soğuk havayı ısıtan gülüşlere ev sahipliği ederken kısa yol kırmızı dört katlı apartman kapısında son buldu. ya da jeno öyle sanıyordu...
"ah!"
apartman kapısını açtığı esnada ensesinde hissettiği soğuklukla inledi genç oğlan. acı dolu sesine kızıl olanın ilahi misali kahkahası karıştı. arkasına döndü, karnını tutup hunharca gülen jaemin ile yine solunda bir çalkantı hissetti. tanrı'm, ilk defa gördüğüm bir yabancı o, ne bu solumdaki tantana...
kendi içinde benliğine ek düşünce sistemine de sitem ederken merdivene eğilip avucuna topladığı karı hızla top haline getirip hala çocuk gibi gülmeye devam eden gencin omzuna fırlattı. aynı şok jaemin'in simasında da yayılırken savaş bayrakları çekilmiş, start verilmişti.
yalpasalpa yapılan kar topları havada uçuşuyor, yeni yetme bedenlerin vücut sıcaklığında eriyerek ıslatıyordu. nihayetinde pes edip ellerini barış adına havaya kaldıran ilk kişi jeno olurken haince çehresine yediği kar kütlesi ile kovaladı küçük olanı. bileğinden kavradığı kızılı kendine çevirecekken kayan ayağı ile yeri boylarken pek tabii avını da bırakmadı. ikisi de sert zemini boylarken asla dinmeyen gülüşleri soğuk havada şekilsiz dumanlar bıraktı.
"fazla oyunbozansınız."
"sende fazla iyimsersin. hem şu bitmek bilmeyen resmiyet de neyin nesi? ah dur, biz şuan 19. yüzyıl, paulo coelho romanlarından birindeyiz. boş bir kasaba, sen yerlisin ve ben de yabancı. sıradan askeri hayatına zıt olarak giren fütursuz hayallerle çevrili bir senyörüm belki de. öyle zıtız ki birbirimize, daha ilk tanışmamızda delicesine çekildik, belki de sevişeceğiz, bu soğuk gecede şömine ışıkları tenimizde dans edecek. ve sabah bir uyanacaksın, ben yokum. nasıl?"
elini çenesine yaslamış, bir miktar doğrularak jaemin'i seyre dalmıştı jeno. boylu boyunca karın üzerinde yatan gencin kızıl saçları beyaza bulanmış, gökyüzüne kilitlenen gözleri ve heyecanla anlattıkları arasında hareketlenen, soğuktan mümkünmüş gibi daha da dolgunlaşan dudakları adeta soluğunu kesmiş, ruhu teslim olmaya hazır hale gelmişti.