Yirmi dakika sonra, Deaton'un omzunda uykuya dalmamaya çalışarak salonun kanepesinde oturuyordum. Scott uykuya dalamayacak kadar gergin ve sinirli bir halde solumuzdaki tekli koltukta oturuyordu. Derek karşısındaki sehpanın önünde, elleri ön kapının yakınındaki sandalyenin kollarına kenetlenmiş bir halde oturuyordu. Kimse konuşmuyordu. Sanki, müdürün kapısının önünde, içeri çağrılmayı bekleyen çocuklar gibi görünüyorduk. Ve tam olarak da öyleydik.
Babam neler yaptığımız hakkında bilgi vermek için diğer liderlerle birlikte kendisini yemek odasına kitlemişti. Konuşmalarına kulak misafiri olsamda tek duyabildiğim aceleyle fısıldanan kısa kelimeler olurdu. Teypte muhtemelen beni terletmeye çalıştıklarından Beethoven çalıyordu. Ve işe yarıyordu.
Saat neredeyse 12:00'a geliyordu ve beş dakika içinde ikinci kahvemi içiyordum. Deaton'un ve diğer liderlerden ikisinin uçakları sabaha kadar iniş yapmayacaktı. Muhtemelen birkaç gün daha burada olacaklardı. Çünkü benimle birlikte, Deaton, Derek ve Scott'ın da başı beladaydı.
Salonda yararlı bir şey duymak için kendimi hala zorladığımdan, mutfaktan ani bir pat sesi geldiğinde neredeyse korkudan altıma ediyordum. Sonrasında bir köpürme sesi geldi ve Scott'ın kola kutusu açtığını gördüm. Ne ara mutfağa gitmişti hiç bir fikrim yoktu. Bir süre sonra elinde kolayla kapının çerçevesine yaslanarak uzun bir yudum aldı.
Gözlerim onunkilerle buluştu ve öfke, derinlerde için için yanmakta olan sinirimi besledi.
"Bana öyle bakma." Scott gözleriyle yalvardı. "Sen içerideydin ve babana yalan söyleyemezdim herhalde, değil mi?" İç geçirdim. "Tabii ki hayır." Bu Scott'ın hatası değildi. "Kızgın değilim. Sadece, gerginim." Babama hareketlerimden dolayı sonuçlarına katlanacağımı söylemiştim. Ama dört gözle bekliyor sayılmazdım. "Sen onlara bir iyilik yapıyordun ve kimse yaralanmadı." konuştuğu sırada elindeki kutuyu kımıldatıyordu. "Bir süre fırtına gibi eserler, sonra her şey durulur. Yani, ne yapacaklar? Seni iki kere mi öldürecekler?" Yüzünü gergin, dikkatli bir tebessüm kapladı. "Bu hiç de komik..." diye başladım. Ama sonra Derek'in yumruğu sehpaya geçti ve son hecem tahta ikiye ayrıldığı sırada etrafa saçılan parçaların altında kayboldu. "Bunun bir şaka olduğunu mu düşünüyorsun?" Masanın yarısını tekmeleyip yolundan iterken ayağa kalktı. "Çünkü liderlerin bunu çok ciddiye aldıklarına seni temin edebilirim." Scott'tan sonra bana baktı ve gözlerindeki gerçeği gördüm. Kimseye kızgın değildi. Kendisine kızgındı. "Oraya girmene asla izin vermemeliydim." Ayağını geri çekip sehpanın diğer yarısını da tekmeledi, tahta parçaları duvara şiddetle çarpınca irkildim. Sinir ve öfkeyle köpürürken bana baktı, sonra dış kapıya doğru sert ve gürültülü adımlarla ilerleyip kapıyı arkasından tüm köşkü inletecek şekilde çarparak dışarı çıktı.
Scott sakin bir şekilde yerde etrafa saçılmış tahta parçalarını toplamaya başladı ve ön kapıya ilerledi. Elimdeki kahve bardağını titreyen ellerime rağmen oturduğum kanepenin yanındaki tek sağlam pehpanın üstüne koydum.
"Derek iyi olacak," dedi Deaton. Bakışlarımı kaldırınca beni izlediğini gördüm. "En önemlisi kimse yapamayacakken senin çitaya ulaşabilmen ve bunu anlamak zorunda kalacaklar." Başımı iki elimin arasına aldım ve "Umarım öyle olur." dedim. Derek haklıydı.
Yemek odasının kapısı gıcırdayarak açıldı. "...onları içeri getiririm." dedi Argent ve bir an koridorda gözüktü. Yüzünde kızgınlık ve hayal kırıklığından oluşan bir ifade vardı. Salonun ortasında durdu ve ifadesindeki gerginlik yerini anlık bir şaşkınlığa bıraktı. "Derek ve Scott nerede?" Yeni açılmış boş alanı ve yerdeki tahta parçalarını görünce duraksadı. "Ve sehpa?"
Derek ön kapıdan içeri girdi ve Scott da peşinden geldi. "Munzam zarar." Argent kaşlarını kaldırıp başını hafifce salladı. "Anlıyorum." Ama hiçte anlıyormuş gibi gözükmüyordu.
Derek omuzlarını silkip korkusuzca gözlerine baktı ve "Pekala, neler oluyor?" dedi. "Tam olarak emin değilim." dedi Argent iç geçirerek. "Babanla bunu bireysel kurallara göre çözümlemeye çalıştık ama Lahey buna yanaşmadı. Konseyin geri kalanıyla bir konuşma yaptı ve oylarla çoğunluğu o sağladı." Hayal kırıklığına uğramış ve çok ama çok yorgun bir şekilde, Derek'in az önce kalktığı koltuğa oturdu. "Ne için oylama?" diye sordu Scott. "Yetki alanını bölge konseyine devretmek için." Sesim korkuyla kısılmışken "Ne için yetki alanı?" diye sordum. Argent parlak gözlerle bana baktı. "Emre itaatsizlikten suçlanıyorsun." Scott'ın yüzü dehşetle soldu ama benim tek yapabildiğim hafifce kızmaktı.
Normal şartlar altında, suçlu bulunmak, suçlanan lider adamlarının derhal görevden alınmasını gerektirirdi ama bunun için endişelenmem zordu. Lanet olası bir ölüm cezasıyla karşı karşıya olduğum için.
"Emre itaatsizlik öyle mi? Hepsi bu mu?" diye sorunca Argent başıyla onayladı. "Pekala, ama bana karşı yapılan diğer suçlamaların yanında bu biraz anlamsız gözükmüyor mu?" Tekrar başıyla onayladı. "Neden boynunu kırmayı planlıyorlarken bileğine hafifce vurmakla uğraşsınlar ki?" dedi Derek kısık ama herkesin duyabileceği şekilde. Kalbim sıkıştı. Tabii ki ölüm cezasının ne olduğunu biliyordum ve bu sesli söylenince pek iyi olmuyordu. Boynumun sağlam olması hoşuma gidiyordu.
"Bir saniye." dedim ve tüm gözler bana döndü. "Bunun için yeterince lider yok burada. Üç lider bir mahkeme için yeterli ama resmi olarak konseyi toplamak için en az dört liderin olması lazım." Hah!
Argent bölge konseyi politikasını neredeyse mükemmel bir şekilde hatırlatmama çok fazla memnun olmuş gibi gözükmüyordu. Gerçi Derek oldukça etkilenmişe benziyordu.
"Konsey emre itaatsizliğinin.." Bir hızla sözünü kesip "Sözde emre itaatsizlik." diye üstlendim, suçlu olduğumu çok iyi bilmeme rağmen. "Neyse," diye devam etti Argent tüm gözler ona çevrildiğinde. "Babanın böyle küçük bir olay söz konusunda taraf tutmayacağına hemfikir oldular." Kahretsin. Babamla birlikte bölge konseyini toplantıya resmen çağırmak için yeterli lider sayısına ulaşıyorlardı. "Yani bu kadar mı? Bana yönlendirilen birkaç suçlama daha mı?" dedim. Argent söylemek üzere olduğu şeyin önemini belirtmek için dikkatle bana bakarak başını iki yana salladı. "Sadece seni değil, Stiles. Hepinizi suçluyoruz."
Eski, rengi solmuş kanepede onu yanlış duymuş olabileceğime ilişkin bir işaret arayışı içinde Argent'a bakarak öne eğildim. "Ne? Hayır, yapamazlar. Benim yaptığım şey için onları sorumlu tutamazsınız." Argent kendisini benden uzaklaştırarak ayağa kalktı. "Evet. Tutabiliriz. Hepiniz kuralları çiğnediniz ve artık sonuç ne olursa olsun bedelini ödeyeceksiniz." Dudakları gergin ve düz bir çizgi haline gelirken, bakışları sadece bana odaklandı. "Gerard'ı öldürmende sana hak veriyorum. Ama bu defa doğrudan bir emre kasıtlı olarak itaatsizlik ettin. Bu yüzden içeride önceki değil, şimdiki suçunu düşünerek konuş."
On dakika sonra, ayakta uykumla savaşırken resmi olarak suçlandığımı aklımdan çıkarmamaya çalışıyordum. Bir kez daha mahkeme salonunun ön sandalyesinde oturuyor ve yeni cezamın bedelini bekliyordum.
Lahey'in başlangıçtaki küçük gösterisi hiç kuşkusuz benimle ilgili konularda gereksiz bir şekilde sert davrandığı söylentilerine karşı mücadele etmeyi amaçlıyordu. Hilebaz pislik.
Liderlerin hepsi konuştuktan sonra, kendimi savunmak için fırsatım oldu. Babam, ayağa kalktığım sırada gözleriyle uslu olmam için beni uyardı. "Ben burada olmaktan ne kadar sıkıldıysam, siz de muhtemelen beni burada görmekten sıkıldınız. Bu yüzden her şeyi önünüze sereceğim. Gerçeği." İtiraz etmeleri için onları bir dakika kadar bekledim ama kimse konuşmadığından devam ettim. "Evet, yalnız başıma çitayı görmeye giderek doğrudan bir emre itaatsizlik ettim. Bu yüzden sanırım teknik olarak suçluyum. Ama olup bitenler?" Kollarımı tüm odayı ve oradaki davayı içine alacak şekilde iki yana açtım. "İşte ilk başta bu yüzden size sormadım, çünkü bir oda dolusu lider adamının önünde sakinleşip dönüşüm geçiremeyecekti. Bu yüzden o zavallı çocuk, çita formunda sıkışıp kalmış ve ölümüne korkarken saatlerce bunu tartışıp eninde sonunda kendimizi yine burada, bu odada bulacaktık. Zayıf ve açlıktan ölüyordu ve onu bu şekilde bıraktığımız her dakika, hepimiz ihmalkarlıktan suçlu olacaktık. O bir çocuk. Kurallarımız hakkında hiçbir şey bilmiyor. Bizim hakkımız hakkında hiçbir şey bilmiyor. Nokta. Ben ona yardım etmeye çalışıyordum. Belirtmem gerekirse, hiçbirinizin yapmayacağı bir şeydi bu." Ama belli ki bunu belirtmemem gerekiyordu.
Babam kalkmak için o anı seçti. "Stiles, nedenlerin ve hatta elde ettiğin sonuçlar burada konu dışı. Önemli olan şey doğrudan emre itaatsizlik etmiş olman." Tüm lider arkadaşlarına bakmak için duraksadı. "Şimdi, eminim ki buradaki herkes Liam Dunbar'la yaptığın işin değerini anlıyor. Ama elbette ki eylemin bir sonucu olması gerektiğini kabul ediyorsundur." Kahretsin. "Evet, elbette." İç geçirdim ve omuzlarım yenilgi içinde çöktü. "Sonucun siz bana hangi cezayı verirseniz verin değeceğine inanıyorum. Yaptıklarımın bedelini ödemeye hazırım." dedim karşımdaki konsey üyelerine bakarak. "Yapmam gerekeni yaptım. Şimdi sizin de aynısını yapmanız gerekiyor." Bunu söyleyip kalbim kulaklarımda atarken tekrar yerime oturdum. "Şahsen," dedi Harris ve konuşmasını duyduğum için şaşırarak gözlerimi kısıp baktım, "ona şimdi bir ceza vermeyi mantıklı bulmuyorum, geleceğinin, belirsiz olduğunu düşünürsek." Bu kulağa hoş gelmiyordu. "Katılıyorum." dedi Lahey. Zorlu oda.
"Duruşma bittiğinde cezasına hep beraber karar vermeyi teklif ediyorum." Babam sandalyesine geri yaslandı ve "Hayır." dedi. "Bu davada konuşma hakkım var ama mahkemenin bir parçası değilim." Lahey dirseklerini masaya dayadı. "Pekala," Sözleri besbelli babama yöneltilmiş olsa da beni izliyordu. "Bunu ayrıca karar vereceğiz ama ikisini birden açıklayacağız."
İkisi birden mi?
"Ne demek, ikisi birden?" diye sordum şaşkın bir ifadeyle. "Madem birini şimdi öğrenmek istiyorsun Bay Stilinski," dedi ve başını odanın kapısına çevirdi ve hafifce onaylama işareti yaptı.
Derek ciddi bir şekilde odanın ortasına yürürken karnıma aniden bir ağrı saplandı. Elleri arkasında kenetlenmiş bir halde ve ayakları rahat bir tavırla -ama kesinlikle kendisi hiç rahat değildi- durdu. Oturmamayı tercih etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Wolf Beneath the Tree: Prey #2
FanfictionYargılanıyorum. Serseriler için çalışan bir insanı öldürdüğüm için suçlanıyorum. Bir insanı öldürmek ve varlığımızın bir insana ifşa edilmesiyle birlikte Konsey tarafından ölüm cezası gerektiren üç suçtan biri sayılıyor. Ya hayatımın aşkını sonsuza...