"Onları nasıl indireceğiz peki?" diye sordu Scott ve sesindeki öfke tınısını duyan Liam irkildi. Tek bir çözüm vardı ama işleri bizim için ne kadar kolaylaştıracak olsa da, nedense kimsenin zavallı insanları ağaçtan öylece itmeye gönüllü olacağını düşünmüyordum.
Ethan sırt çantasını kalın bir sarmaşık kümesinin üstüne bırakdı. "Onu oraya götür." Durduğumuz ağaç kümesinden bir iki metre ötede duran düşmüş bir kütüğü işaret etti. "Umarım fazla uzun sürmez."
Ürkütücü derecede tepkisiz çitayı uyduruk banka doğru yol gösterdim, Ethan çantasından bir rulo naylon siyah örtü çıkardı ve Aiden ağaç kümelerinin içindeki boşluğun çoğunu kaplaması için örtüyü yaymada ona yardın etti. Ölü insanlar aynı naylona sarılıp, toprağın altına kokuları çıkmayacak bir şekilde gömüleceklerdi. Şu anda düşüncesine bile dayanamadığım bir manzaraydı. Ethan ve Aiden naylon, düz bir ustura ile yarısı kullanılmış bir rulo koli bandıyla işlerini bitirdiklerinde, Scott ve Peter birbirine yakın iki kızıl sedire tırmanmış ve dalların arasında bütünüyle gözden kaybolmuşlardı. "Ah, kahretsin." diye inledi Peter. "Sen iyi misin?" diye sordum sadece bacaklarını gördüğüm Peter'a bakarak. "Hayır. Bu insanlar... şey... yenmiş." Gırtlağımdan safra yükseldi ve bastırmak için çenemi kenetledim. Yan tarafımda Liam hiç tepki vermiyordu. Yanakları kurumuş yaşlarla ve şok başlangıcı olabilecek bir parlaklıkla bomboş bakan gözleri karanlığa dikilmişti. Ve birden neden hasta serseri ile kurbanına ve durdukları yere bu kadar şiddetli bir tepki verdiğini anladım. Bize göstermek zorunda olduğu manzaranın korkutucu, sapkın bir yansımasıydılar.
Ama Liam'ın yaptığı şey aynısı değildi. Öldürdüğü insanlar besbelli hayvan düşmanıydı ve onlar tarafından saldırıya uğramıştı. Yalnız, korkmuş, bitkin ve açtı. Kendini korumak için o insanları öldürmüştü ve muhtemelen avlarının yenmesinin kabul edilemez bir şey olduğuna dair bir fikri yoktu. Liam ne olduğunu dahi bilmiyordu. Bir gün insan olan genç bir erkekti, sonraki büyük gün, sarı ve siyah benekli bir çitaydı ve tekrar iki ayağını göreceğine ilişkin şüphelenmesi için bir nedeni bile yoktu.
Cinayet ölüm gerektiren bir suçtu, yamyamlık iğrenilen bir şeydi. Yamyamlara tolerans gösterilmezdi. Ve bırakın insan yiyen genç bir çita serseriyi, daha önce hiç insan yiyen kurt adamdan bahsedildiğini duymamıştım bile...
Konsey artık Liam'la ne yapacağını bilemeyecekti. Ah, ben bile onunla ne yapacağımı bilemiyordum.
Ölü insanları düşürmeden ve yenmiş vücutlarını bir arada tutarak ağaçtan indirmek Scott, Ethan ve Peter'ın neredeyse kırk beş dakikasını aldı. Liam nasılsa ölü insanları yerden otuz metre yukarıya sürüklemeyi başarmıştı ve böylesi güçsüz ve küçük çita için çaresizliği ve açlığı hayal bile edemiyordum.
Ah, ben yemekten arta kalanları çöp kovasına atmak yerine sonrası için buzdolabına koymaya bile üşenirdim.
Bu düşünceyle ve yarısı yenmiş insan cesetleriyle birlikte başka bir mide bulantısı dalgası daha hissettim.
Tüm cesetler yere indiğinde, ölüm sonrası katılaşma aşamasını çoktan geçmiş olması sayesinde çocuklar onları kolayca sarıp bantladılar.
Toprağı kazma işi ne kadar berbat olsa da nihayet işimiz bittiğinde, nerdeyse katatonik hale gelmiş çitaya tekrar geri dönmeden önce herkese enerji versin diye su şişelerini ve gofretleri çıkarasıya kadar onu yalnız bıraktım. Gerçi Liam ikisini de reddetti.
Protein gofretlerimizi yedikten sonra gitmek için hazırlandık. Havayı son bir kez daha kokladım ve cesetlerin kokusunu neredeyse hiç alamadım. Ormanın içine girdik, sonra bir kolu çitanın omuzlarına sıkı sıkıya sarılı bir halde yolu gösteren Peter'ı takip ederek nehir kenarından geri döndük. Liam nehir kenarında bir kere tökezledi ve az daha suya düşüyordu. Peter onu kaldırdığında ve sonra bize bakması için tutup döndürdüğünde, nereye gittiğine bakmadığını fark ettim. Hem de hiç. Peter feneri gözlerine tuttuğunda dahi sanki ne ışığı ne de bizi görebiliyormuş gibi boşluğa bakıyordu. Yürüyordu ama sadece Peter'ın yönlendirdiği yere. Sorularımızın hiç birine cevap vermiyordu ve yüzümüze bakmıyordu. Sonrasında hızlı bir şekilde yürüyüp yanlarına gittim ve Peter'la onu aramıza aldık. Bir kolumla onu sardım ve başını hafifçe göğsüme dayadım. Kısık sesli bir hıçkırık sesi duydum ve Shh diye fısıldadım. Yürüdüğümüz sırada babamı aradım. Ormanın ortasında nasıl sinyal çekiyordu?
Ne bulduğumuzu ve Liam'ın şimdiki tepkisiz durumunu açıkladım ve karşılığında endişeli bir "Hmm." aldım. Arka plandaki hararetli yorumlardan odadaki herkesin beni duymuş olduğunu anladım. Babam onları sertçe susturdu. Sonra bana, "Acele et." deyip kapadı.
Bir saatten kısa süre sonra köşkün on beş metre ötesindeki ağaç sırasına geldik. Peter'la birlikte Liam'ı, Derek ve babamın bizi beklediği ön kapıdan geçirirken, diğerleri bahçeye doluşmuş liderlerin yanına ilerledi.
Liam'ı kanepeye oturttuk ve babam yanına geçti. Elini tutup, tarihi veya nerede olduğunu bilip bilmediğini sordu. Hiçbir yanıt gelmedi. Babama ya da hiçbirimize bakmadı. Babam iç geçirip eline hafifçe vurdu. "Teni soğuk ve söylediğim herhangi bir kelimeyi duyduğunu sanmıyorum." dedi. "Katatonik şokta." dedi Peter. Babam başıyla onayladığında, tıbbi bir açıdan böyle bir şeyin olup olmadığından emin değildim ve ne demek istediğini bilmediğimden çenemi kapalı tuttum.
Peter ve babam diğer liderlere katılmaya gittiklerinde, Derek'le birlikte Liam'ı üst kata çıkarıp yatması için onu hazırladık. Ona pijamalarını giydirirken ne bana yardım ediyor ne de itiraz ediyordu. Yatağa soktuğumuzda sadece tavana gözlerini dikip baktı. Normal sıklıkta bile gözlerini kırpmıyordu.
Liam şuan vücudundan ayrılmıştı ve yakın zamanda geri döneceğine dair hiç işaret göremiyordum. Ve onu suçlayamazdım.
Birkaç dakika boyunca, yatağın yanındaki küçük şifonyerin yanında, pencerenin önünde dikilip onu seyrettim. Derek de yanımda duruyordu. Aldığı her soluk sesinin değerini bilerek başımı omzuna bıraktım.
Aşağı katta, ön kapı gıcırdayarak açıldı. Ağır adımlar kafilesini içeri alıp pat diye kapandığında Derek'i kendimle birlikte çekerek pencere kenarından çekildim.
Derek üst katın koridorunda kaldı. Çünkü bazı liderler onu görseler, küçük villamıza geri gönderirlerdi. Ama ben, konsey her ne karar vermişse merak ettiğimden merdivenleri ikişer ikişer indim.
En alt basamağa indiğimde, liderler hep beraber karar vermiş gibi salon koltuklarının orada buluştular. Liderlerin hepsi, yorgun görünüyordu. Babam duvar kenarındaki ikili koltuğa geçti ve sanki kendisini uyandırmaya çalışıyormuş gibi ellerini yüzünde dolaştırdı. Merdivenin üçüncü basamağına oturduğumda Isaac benimle birlikte oturmak üzere diğerlerinin yanından çekilmişti. "Serserileri aramayı iptal edin." diye başladı Argent. "Muhtemelen akıl dengesizliği olan serseriler bir sürü oluşturuyor ve onları tek hamleyle alt edemeyiz. Bunu yapmak için herkesin dinlenmiş olmasına ihtiyacımız var." diye devam etti, diğer liderler tek tek hemfikir olarak başlarıyla onayladılar. Argent'in bakışı duvara yaslanmış olan Scott'a kaydı. "Buzdolabının üstünde cep telefon numaralarının yazdığı bir liste var. Baştan sona ara." Scott başıyla onayladı ve mutfağa doğru ilerlerken cebinden telefonunu çıkardı. "Hala yeri öğrenmemiz gerekiyor." dedi Lahey, gözlerini babamınkilerle buluşturarak. "Evet, gerekiyor. Normalde Derek'i gönderirdim ama artık benim için çalışmadığından tekliflere açığım." Derek'i ne için göndermeyi düşünmüştü ki? Duvara yaslanmış ikizlerden Ethan'a baktım ve bir yumruğunu diğer avucunun içine çarpıp yumruk atıyormuş gibi yaptı. Ah, bazı cevaplar almak için ormandaki aç serseriyi yumruklamak için birisini gönderiyorlardı. Artık her neredeyse. "İkizler?" Lahey, adamlarıyla göz teması kurmak için hafifçe arkasına döndü. "Peter da onlarla gidecek." dedi babam, çenesini ovarak. Belli ki babam Peter'ı adamı yapmaya oldukça istekliydi. Peter ve ikizler birlik içinde başlarıyla onaylayıp arka kapıya ilerlediler.
Babam iç geçirdi ve sırayla hepimize baktı. "Herkesin biraz dinlenmesi gerekiyor." Merdivenlere döndü. Bana bakmasını bekliyordum ama dikkati başımın üstüne odaklandı. "Derek!" Derek tereddüt etmeden görüş alanına girdi ve gülümsemeden edemedim. "Efendim?" Babam tüm zaman boyunca onun orada olduğunu biliyordu. "Stiles'a eve kadar eşlik et." Babamın bakışları son derecede duygusal bir ağırlıkla üstüme odaklandı. "Liam'a herhangi bir şey olursa seni ararım. Şimdilik, gidip biraz uyu." Hakikaten harika bir jestti. Bize birlikte geçireceğimiz son bir gece vermeye çalışıyordu. Veda etmek için. Kapının üstündeki saat gece on birdi. Sekiz saat içinde Derek gitmiş olacaktı.
Ayağa kalktım ve Derek bir kolunu belime sardı. Villaya doğru yavaşca yürüdük. Koca altı ay boyunca yapamayacağımız akşam yürüyüşünün tadını çıkarmaya çalıştık. İkimizde benim yarı yıllık ziyaretleri ayarlamamdan memnunduk ama mayıs ayına kadar çok uzun zaman varmış gibi görünüyordu.
İçeri girdiğimizde hızla banyoya ilerledim. Sıcak suyu ayarlayıp küvveti doldururken tekrar koridora çıkarken "Nasıl veda edeceğimi..." başımı kaldırdığımda Derek'in elleri kotunun ceplerine sokulmuş, tişörtü yerde dururken beni seyrettiğini gördüm. Yüzünde çok az da olsa gülümseme vardı. Ama tümüyle mutsuz da durmuyordu. Bakışlarım zaten hatlarını güzelce belirlenmiş bir çeneyi güçlendiren koyu kirli sakallarda, boynunda, sonra sağlam erkeksiliğin mükemmel görüntüsünü lekeleyen dört paralel pençe izinde gezindi. Ellerim aynı yolu takip etmek için yanıp tutuştu. Derek bunu anlamış olmalıydı ki bana yaklaşıp yavaş ve istekli bir şekilde dudaklarımı emdi. Sonrasında banyoda takip eden sevişme, öncekinden daha yavaş ve daha dikkatliydi ama daha az acil değildi. Yatak odasına giderken yine bir kolunu havlu sarılı olan belime sardı.
Kokusu beni sararken, Derek arkamda kıvrılıp sırtımdan sarılırken uykuya daldım.
Aylardır bu kadar iyi uyumamıştım.Ani bir ışık, karanlığı donuk bir kırmızı tonuna dönüştürerek kapalı göz kapaklarıma düştü. Gözlerimi isteksizce açıp otomatik olarak çalar saate bakındım. Henüz Derek'in gitme vakti gelmemiş olmalıydı.
Gelmemişti zaten. Parlayan yeşil rakamlar sabah beş on sekizi gösteriyordu. Dört saatten az bir süredir uyuyorduk.
"Stiles!"
Alnıma ve gözümün önüne gelen saçlarımı çekerek doğruldum. Salondan gelen ışıkla bir adamın gölgesi kapı tarafından çerçevelenmişti. Isaac.
"Liam mı?" Parmaklarım yatağın üstünde, yanımdaki Derek'in göğsünü buldular. Kaburgalarının düzenli inip kalkması, mucize eseri hala uyuduğunu söylüyordu. "Evet ama o iyi. Yani, daha kötü değil en azından." diye fısıldadı Isaac. "Uyuyor. Scott arama işinden sonra ona bakmak için köşkte kaldı." Isaac kapı çerçevesine yaslanarak bana baktı. "Sorun nedir?" Omuzlarını silkti. "Sorun yok. Sadece... tuhaf. Deaton aradı ve babam, serserilere yapılacak bir baskından sonra ona ihtiyacımız olacağından bir sonraki uçakla gelmesini söyledi."
Vay canına. Sadece on dört saattir yoktu. "Deaton'un geri geleceğini söylemek için mi beni uyandırdın?" diye homurdandım fısıltıyla. "Sabaha kadar bekleyemez miydi?" Güçlükle bastırdığı bir heyecanla şikayetimi duymazdan geldi. "İyi kısım bu değil. Liam'ın kanı üzerinde tüm gece çalıştı ve ilk sonuçları aldı." Şimdilik daha fazla uyuyamayacağımı hissettiğimden Derek'e dokunmamaya çalışarak dikkatli bir şekilde yataktan kalktım. "Şimdiden mi? Bu nasıl mümkün olabilir?" Ayaklarım buz gibi parkenin üzerinde ses çıkarmadan salona doğru ilerlerken kalbim güm güm atıyordu. "Öyleyse... o bir serseri mi, değil mi?" Öyle olmak zorundaydı.
"Bir serseri değil. Ama bir lider çocuğu da değil. Buna inanamayacaksın. Henüz kendim insan olduğundan bile emin değilim..." Homurdanarak sözünü kestim. "Lanet olsun Isaac, sadede gel!" Mutfağa girip dosdoğru kahve makinasına ilerledim. "O neymiş?"
"Deaton ona 'çekinik genlerin bir mucizesi' diyor." Demliği musluğun altına tutup soğuk suyu açtım. "Yani bu ne demek oluyor? Serseri mi, bir çita adam mı?" Isaac başını iki yana salladı. "Hiçbiri. Veya ikisi de. Emin değilim. Deaton, Liam'ın kanının gördüğü hiçbir şeye benzemediğini söylüyor. O kadar heyecanlıydı ki söylediklerini neredeyse hiç anlamadım."
Ve bu bulaşıcı olmalıydı, çünkü bende anlamıyordum. Ağzından çıkan tek bir kelimeyi dahi anlamıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Wolf Beneath the Tree: Prey #2
FanficYargılanıyorum. Serseriler için çalışan bir insanı öldürdüğüm için suçlanıyorum. Bir insanı öldürmek ve varlığımızın bir insana ifşa edilmesiyle birlikte Konsey tarafından ölüm cezası gerektiren üç suçtan biri sayılıyor. Ya hayatımın aşkını sonsuza...