"Stiles Stilinski, bize bir insanı neden öldürdüğünü anlat." Chris Argent'ın sesi liderlerin de olduğu odada yankılandı. Chris, babamın yakından arkadaşıydı. Gerard Argent ile bağlantısı yoktu. Yani aynı aileden değillerdi. Chris'in ailesi; kızı Allison'du. Bir diğer konsey üyesi Wesley Lahey. Doğrusunu söylemek gerekirse oğlu Isaac'i severdim ama Bay Lahey'e gelince, ondan ölümüne nefret ediyordum. Üçüncü konsey üyesi ise Adrian Harris. Tipi, okuldaki yakışıklı, gözlük takan ve tüm dersleri iyi olan çocukları andırıyordu. Diğer konsey üyesi bugün yoktu. Yani demek oluyor ki, bugün kesin bir karar alınamaz. Bakışlarımı yerden kaldırıp Chris Argent'a baktım. Omuzlarımı düşürerek nefes verdim. "Serseriler için çalışan bir insan," dedim dişlerimin arasından. "Beni öldürmeye çalıştığı için kendimi ve annemi korudum. Aynı soruyu cevapladığım son üç seferde beni dinlemiş olsaydınız, bunu bilirdiniz." Solumdaki sandalyede oturan Scott boğazını temizledi. Yüzünü bana çevirerek gözleriyle beni uyardı. Babam diğer liderler ile arka tarafta oturuyordu. Derek kapının hemen yanındaki deri koltukta oturuyordu. İç geçirerek, dikkatimi önümdeki üç konsey üyesine verdim. Resmi olarak bu bir duruşmaydı ve onlar da bir sürünün lideriydi. Tek farkları diğer liderler tarafından konsey üyesi olarak seçilmeleriydi. "Ama onu öldürdüğünü kabul ediyorsun, öyle mi?" diye sordu Argent. Oturduğum sandalyemin kollarını kavrayarak "Evet," dedim. "Onu öldürdüm. Kendimi ve annemi korumak için." Argent önündeki kağıtlara bakarak "Aldığın beş kurşun yarasına rağmen onu sen mi öldürdün?" diye konuştu normal bir ses tonuyla. Arkamdan babam boğazını temizleyerek dikkatimi çekti ama arkama bakmadım. "Evet, onu aldığım beş kurşun yarasına rağmen ben öldürdüm." Argent kağıtları karıştırıp önüne başka bir kağıt çıkardı. "Burada kısmi dönüşüm geçirebildiğini ve Gerard Argent'i bu sayede öldürdüğünü yazmışsın. Doğru mu?" bakışlarımı konsey üyelerinden kaçırarak "Evet, doğru." Argent inanmayarak pufladı ve diğer herkesin kendi kuşkuculuğunu paylaşmasını sağlamak için odaya bakındı. Solunda oturan Wesley Lahey kulak delici bir ses tonuyla konuştu. "Peki, o zaman neden bize bu 'kısmi dönüşüm'ü göstermiyorsun Bay Stilinski?" çünkü kendimi ölümcül bir öfkeye teslim etmeye hazır değilim diye iç geçirdikten sonra bakışlarımı Bay Lahey'e çevirdim. "Bunu emir üzerine yapamıyorum. Yani, henüz değil. Gerçekleşmesi için ruh halimin şuankinden daha öfkeli, stresli, paniklemiş yada korkmuş olması gerekiyor." Aklıma gelen ilk şeyi söylemekte epey iyiydim. "Pekala, bu kullanışlı, değil mi?" dedi Argent, Lahey'e komplocu bir bakış atarak. "Kullanışlı, denilebilir." gözlerimi devirerek cevap verdim. "Gerard Argent'i öldürmeden önce hangi ruh hali içindeydin?" Harris'in ince ama baskılı sesi üzerine bakışlarımı ona çevirdim. "Korkmuş. Ve daha çok öfkeli." Argent kağıtları karıştırıp yüzünü bana çevirdi. "Stiles, henüz seninle ne yapacağımızı karar vermedik. Karar için tüm üyelerin burda olması gerekiyor." başımı sallayıp bakışlarımı arkalarındaki duvarda asılı üç kollu sarmal tablosuna diktim. Bir süre sessizlik oldu. Sessizliği Lahey'in iğrenç sesi bozdu. "Geçtiğimiz son yedi ayda, birisiyle birlikte oldun mu?" Ne? Gözlerim şaşkınlıkla açıldı. "Bunun hangi lane.." duraksayıp daha iyi bir şekilde ifade etmek için kelime aradım. "Bunun şuanki konuştuğumuz olayla ne alakası var?" Harris ve Argent, Lahey'e ters ters bakarken bakışlarını bana çevirdiler. "Malia Hale. Bu isim tanıdık geldi mi Bay Stilinski?" şaşkınlık içinde Lahey'e bakarken "Evet." dedim. "Anlat." bu adamın derdi neydi? "O...Onunla birlikte olmadım. O benim, kız kardeşim gibi." Malia, Peter Hale'in kızı, Derek'in kuzeniydi. "Wesley, bunu sormak için uygun zaman değildi." diye söze başladı Argent. Rahatlamış bir şekilde nefesimi dışarı saldım. Wesley iç geçirip "Evlenip, kendi aileni kurma gibi bir planının olmadığı doğru mu?" Vücuduma yayılan öfkeyle yerimden fırladım. Arkamı dönüp babama baktım. "Neden bana bu saçmalıklar soruluyor? Bu onları ilgilendirmez, hem bunlar Gerard Argent'ı öldürmemle hiç alakalı değil. Senin buna, itiraz etmen gerekmiyor mu baba?" babam sandalyesine yaslanarak "Burası bir adliye mahkemesi değil, Stiles." dedi. "Sana istedikleri herşeyi sorabilirler. Kendine yardım etmek istiyorsan, sorulan sorulara gereken cevapları ver." Mümkün olduğunca en az bilgiyle diye iç geçirdikten sonra konsey üyelerine döndüm. "Evet. Doğru. Aile kurmak yapacağım en son şey." Lahey kaşlarını çatarak yüzüme baktı. "Biraz ara versek iyi olmaz mı? On dakika." dedi Harris. Babamın sesi yankılandı "Otuz dakika." konsey üyesi başıyla onaylayarak yerinden kalktı. Salon boşaldığında en sona babam, Scott ve Derek kalmıştı. "Neler oluyor baba?" babam kaşlarını çattı "İçeri," diye emir verip salonun diğer tarafındaki boş odayı işaret etti. "Konuşmamız gerek." iç çekip boş odaya ilerledim. Herkes odaya girdiğinde babam kapıyı kapattı. "Neler oluyor?" diye tekrarladım. "Neden bana kişisel sorular soruyorlar? Bunların Gerard'ı öldürmemle hiç bir alakası yok." Scott bakışlarını babama çevirerek "Bununla düşündüğüm yere mi varacaklar?" öfkem daha da alevlendi. Derek her zamanki gibi camın kenarında bizi izliyordu. Babam iç geçirdi. "Evet, sanırım." Scott yatağın üstüne oturup başını iki ellerinin arasına aldı. "Bunu yapamazlar." öfkeden kudurmuştum. "Neyi yapamazlar?" Derek öne çıkarak bakışlarını benden ayırıp babama baktı. "Ona söylemek zorundasınız." Babam kızgın ve ciddi bir şekilde başını sallayıp onayladı. "Artık duruşmada değilsin, Stiles." ellerimi iki yanda yumruk yaparak "Ne?" yüzlerinde bir ifade bulmak amacıyla bakışlarımı Scott ve Derek'e çevirdim. Acı, pişmanlık ve yüzlerinde bu zamana kadar görmediğim bir öfke gördüm. "Bu ne demek oluyor?" babam iç geçirdi. "Suçlu olduğunu düşünüyorlar. Cezan hakkında tartışıyorlar." başımı inkâr içinde iki yana salladım. "Ne? Hayır. Baba bunu yapamazlar." gözlerimde biriken yaşlar görüntümü bulanıklaştırdı. "Stiles, bir insanı öldürmenin suçunu biliyorsun." gözlerimden süzülen yaşlar yanaklarımdan aşağı indi. "Böyle bir şey olamaz." Derek odanın ortasına ilerleyip kollarını iki yana açtı. "Stiles, kendini ve annesini korumak için onu öldürdü. Öldürmeseydi, Stiles ölürdü. Hem o Serseriler için çalışıyordu." babam başını sallayıp "Biliyorum, Derek." yumruk yaptığım elimi şifonyerin aynasına geçirdim. Scott oturduğu yerden zıplamıştı. Elime ayna parçaları girmişti. Ama önemsemedim. "Bu ne demek oluyor? Boğazımı mı parçalayacaklar? Suçlu birisini öldürdüğüm için?" ayakta duramıyordum. Şifonyere doğru eğildim, sonra kendimi kaybedip yere kaydım. Zor nefes alıyordum. "Stiles?" Derek yanımda diz çöktü ama onu güçlükle duyuyordum. Ölüm cezası alacaktım. Sıcak bir el omzuma dokundu, sonra saçlarımdan geçti. Alnıma düşen saçlar havada dikili kalmıştı. "Bunun olmasına izin vermeyeceğiz, Stiles. Sana hayatım üzerine yemin ediyorum ki bunun olmasına izin vermeyeceğim." bakışlarımı çevirdiğinde babamın yanımda diz çöktüğünü gördüm. Burnumu çekerek gülümsedim. Ya öyle yapacaktım yada ağlayacaktım ve babamın önünde birdaha ağlamamaya kararlıydım. "Sadece bana ne yapmam gerektiğini söyle, yapayım." babam elini omzuma koyup sıktığı anda odanın kapısı büyük bir gürültüyle çaldı. "Bay Stilinski?" babam ayağa kalkıp kapıyı araladı. Isaac Lahey görüş alanımıza girdi. "Efendim, ormandaki serserileri avcılardan birisi geldi ve sizinle görüşmek istiyor." Derek yerden kalkmama yardım ederken bakışlarımı babamdan ayırmadım. Babam sessiz kalarak odadan çıktı. Arkasından Scott çıkıp hızlıca ilerledi. Derek'le kapıya ilerlediğimizde Isaac gülümseyerek "Merhaba Stiles, burda ne işin var?" gözlerimi devirerek "Suçlu birini öldürmekle yargılanıyorum. Babandan duymadın mı?" dedim baskılı bir şekilde. Isaac'in ağzı tepki olarak açıldığı anda yanından geçerek odadan çıktım. Salondan hızlıca ilerleyip koridora vardığımda yerde yatan bir...çita mı? "Onu çalıların arasında gezinirken buldum. İlk gördüğümde kurt sandım ama onu çoktan vurmuştum. Ah, bunların nesli tükenmemiş miydi?" parmak uçlarım şaşkınlıktan karıncalanırken sessizce koridora çıktım. Babam yerde yatan çitanın yanında diz çökmüş bir eliyle kürkünü okşuyordu. Babama yaklaşıp dizlerimin üstüne çöktüm. Babam hafifce gülümseyerek "Ne düşünüyorsun? Yaşına dair bir fikrin var mı?" bir elimi sarı ve siyah benekli kürkünde gezdirirken gülümsedim. "Çok genç." parmaklarıma toprak parçaları geldiğinde kürkünün üstünden toprakları silkeledim. "Ve zayıf." babam başıyla onayladı. "Bir oda ayarlayın. Misafirimiz var." Derek, Scott ve Isaac başlarıyla onaylayıp hızla koridordan geçtiler. Kendi evimizde değildik. Teksas sınırlarında, serbest bölgedeydik. Konsey burada toplanırdı. Duruşmanın yapıldığı yer ise Lahey ailesinin büyük köşküydü. Gerçekten büyük bir köşktü. Babam köşkün hemen yanındaki küçük, tek katlı evi kiralamıştı. Derek ve Isaac çitayı odaya götürdüler. Konsey üyeleri çitayla ilgilenmeyi bırakarak duruşmaya döndüler. Herkes salonda yerini aldığında Argent konuşmaya başladı. "Stiles, üçte ikimiz seni suçlu buluyoruz." gözlerimi kapattım, kalp atışım hızlandı. "Ama bize o 'kısmi dönüşüm'ü gösterirsen, en azından birimiz kararından vazgeçebilir." derin nefes çekip gözlerimi açtım. "Tam bir karar için herkesin burda olması gerekiyor. Siz burda üç kişisiniz. Kararınız geçersiz." Scott aklımı okumuş gibi konuştu. "Biliyorum. Bay Stilinski'nin adaletli bir şekilde yargılanmasını istiyoruz. Bu yüzden de John Stilinski'yi bu karara ortak etmek istiyoruz." böyle birşey mümkün olamazdı. "Oğlumu suçsuz olarak savunacağımı biliyorsunuz. İkiye iki. Duruşma bir karara varamıyor." babam kendinden emin bir şekilde konuştu. "Evet, haklısınız. Ama ona şans tanıyoruz. Bize o dönüşümü göstersin suçsuz olduğuna inanalım." iç çekerek Argent'a baktım. "Seni suçlamak istemeyiz." Lahey'in sesi daha önce duymadığım bir neşeyle odada yankılandı. Bunlara ne olmuştu? Daha yirmi dakika önce, beni ölüm cezasıyla cezalandırmak için planlar yapıyorlardı. "Bugünlük bu kadar. Stiles, seni gözetlemeleri için Garrett ve Jackson'ı görevlendiriyorum." kaçmaya çalışan varda sanki. İç çekerek söyleyeceklerini bekledim. "Yandaki villada sen, Garrett ve Jackson kalıcaksınız. Baban ve arkadaşların ise burada." bakışlarımı kapıya çevirdiğimde Jackson'ı gördüm. Yanında ondan biraz kısa, kaslı bir vücudu olan sarışın birisi duruyordu. Cevap vermemi beklemeden herkes ayaklanmıştı. Salon boşalırken Derek gelip sağ eliyle omzumu tuttu. Bu diğerleri için dostça bir davranış olarak görünebilirdi. Babam yanıma geldiğinde "Şimdi de ev hapsi mi?" dedim. Babam puflayarak yüzüme baktı. "Stiles, planladıkları bir şey olmalı. Yoksa şuan ölüm cezası alırdın." iç geçirerek "Farkındayım." babam "Git biraz dinlen." diyerek gülümsedi. Koridora ilerleyip sırt çantamı aldım.
Yolda, Edi ile Büdü arasında sıkışıp, sonbaharın yaklaştığını belirten kurumuş kahverengi otların arasında ağır ağır beyaz villaya ilerledik. Dokuz gündür diş fırçalamaktan daha heyecanlı bir şey yapmamıştım. Vücudum açık havada dönüşüm geçirip, Serbest bölgenin en büyük ormanında saatlerce vakit geçirmek için yanıp tutuşuyordu. Villaya vardığımızda Garrett kilidi sökerek kapıyı açtı. Öfkeli bir iç çekişi bastırarak içeri girdim. "Neden şu 'Ev hapsi' şeyini dışarıda futbol oynamak adına vazgeçmiyoruz." diye söylenerek salona ilerledim. "Egzersiz işinize yarayabilir." arkamı döndüğümde Garrett ve Jackson'ın uyarıcı bakışları ile karşılaştım. "Tamam, tamam. Sessiz duracağım." sırt çantamı tekli koltuğa koyduktan sonra benim katılımım olmadan geçip giden, sonbahar öğleden sonrasına bakmak için pencere kenarındaki kanepeye oturdum. Jackson kendini solumdaki koltuğa attı ve Garrett de otlanmak için direk mutfağa gitti. Bir süre ben ve Jackson sessizlik içinde oturup mutfaktan gelen dolap kapaklarının çarpılmasını dinledik. Jackson konuşmak için dudaklarını iki defa araladı ama her seferinde, yüzümdeki ifadeye bakarak fikrini değiştirdi. Bir süre sonra Garrett elinde kağıt bir tabak, içinde de şekli belli olmayan kreplerle salona geldi. Yanıma oturduğu sırada Jackson'ın gözleri açlıkla parlayarak "Paylaşacak kadar var mı?" dedi. Garrett başını iki yana salladı ve birkaç düz, sarı saç tutamı alnına düştü. "Kalkıp kendin yapabilirsin." Jackson puflayarak telefonuyla uğraştı. Garrett bana dönerek "Ama seninle paylaşırım." bakışlarımı ona çevirerek kaşlarımı kaldırdım. "Hayır, teşekkürler." Garrett önündeki kreplere odaklanıp, iki krepi birbirine sararak ısırdı. Yemeğini bitirdiğinde elindeki boş tabağı mutfağa götürüp çöpe atmak yerine çöp tenekesinin üstüne koydu. "Burası evin değil. Çöpünü, çöpe at." dedim söylenerek. "Bekleyebilir," buzdolabını açtı ve kapaktan Derek'in şekersiz kolalarından birini aldı. Bunu yaptığı için onu uyarırdım ama Derek kolasını benden başka birisinin içtiğini fark ettiğinde, Garrett'in yüzünü görmeyi merak ettiğimden uyarmadım. "Hayır, bekleyemez. Burayı biz kiraladık, temizliği de bizden sorumlu. Sen doldurdun, sen dışarı çıkar." Garrett kutu kolayı dikip içerken duraksayıp "Senin çöpünü dışarı çıkarmayacağım. Çok istiyorsan kendin çıkar." içimden aptal diye söylenirken pufladım ve yerimden kalktım. Mutfağın kapısına geldiğimde Jackson kıs kıs gülerek "Güzel denemeydi. Konsey yalnız başına dışarı çıkmanı istemiyor. Garrett çöpü dışarı çıkar." Garrett kola kutusunu söylenerek tezgaha koydu. Çöp torbasını alarak arka bahçenin kapısına ilerledi. Dışarı çıktığında sessizce köpürerek kendimi koltuğa attım. Bir dakika sonra, arka bahçeden büyük bir gürültüyle güm sesi duyuldu. Sonrasında inleme. Ve hırlama. Koltuktan fırlayıp mutfaktaki arka bahçeye bakan cama hızlıca ilerledim. İlk bakışta bir şey göremedim ama sonrasında simsiyah bir kuyruk gergin ve heyecanla sallanarak görüş açıma girdi. "Kim o?" diye sordu Jackson. Yüzümdeki şaşkın ifadeye bakınca durumu daha iyi kavradım. Bakışlarımı pencereye çevirince tanımadığım bir kurt tam karşımızda Garrett'in sol bacağından tutmuş sürüklüyordu. Baygındı ve karnı kanıyordu. "Lanet olsun!" diye inledim. Kurt sesimi duyunca ürktü ve Garrett'in bacağını bıraktı. Yönünü bize döndürerek uzun sivri dişlerini göstererek hırladı. "Bu da kim?" diye sordu Jackson yüksek sesle. Mutfakta hızlıca hareket edip silah olarak kullanabileceğim bir şeyler aradım. "Serserilerden birisi, dâhi çocuk." Dikkatimi salonu mutfağa bağlayan koridorda duvara yaslanmış beyzbol sopası çekti. Hızlıca ilerleyip sopayı elime aldım. İş görürdü. "Sen ne yapıyorsun?" Jackson sanki aklımı kaybetmişim gibi yüzüme baktı. "Ormana kaçmadan veya bize saldırmadan önce acele et." Jackson durdu sonra başını isteksiz bir şekilde salladı. "Bana bir dakika ver." ayakkabılarını çıkartıp pantolonunun düğmelerini çözdü. "Sen ne yapıyorsun? Dönüşmek için zaman yok." Serseri ormana girdi mi, Garrett'i istediği her yere sürükleyerek götürebilirdi ve onu asla yakalayamazdık. "Oraya bu şekilde gidemeyiz. Bizi parçalar. Tabii şu kısmi dönüşüm numarasını, bir pençe setiyle ortaya çıkmasını sağlayabilirsen durum farklı olur." pislik gibi sırıttı. "Ben bunu.." derin nefes alarak durdum. "Kaldır şu kıçını ve bana yardım et." Jackson dizlerinin üstüne çöküp "Seni dinleyen var da." pis pis sırıttı. İç geçirerek bahçe kapısının kolunu tutmuştum ki Jackson kolumu kavrayıp omzumdan çıkaracak gibi bükerek beni durdurdu. Ona döndüm, öfke yüzümdeki yerini ele geçirmek için mücadele ediyordu. Boşta kalan sol elimi havada sallayarak Jackson'ın yüzüne sol kroşe savurdum. Yumruğum çenesine çarpmıştı. Birkaç adım geriye tökezledi sonra kendi ayağına takılıp kafasını tezgaha çarparak yere düştü. İçim titredi. Göz kapakları titreyerek kapandı. Bayılmıştı. Aferin Stiles! iç sesim bana sövmeye devam ederken kapıyı açıp dışarı çıktım. Elimdeki beyzbol sopasını sıkıca tutarak Garrett'in yerde yatan cesedine...vücuduna yaklaştım. Yaşıyordu. Serseri görüş alanıma girdiğinde dişlerini göstererek hırladı. Saldırganlıkla kuyruğu ileri geri sallanıyordu. Saldıracaktı. Ben de. Serseri havada uçarcasına atladığı anda elimdeki beyzbol sopasını savurdum. Zafer çığlığımı atarken tokmak kurda temas etti. Kafatasının sağ yanına çarptı. Mide bulandırıcı bir sesle kurt yere yığıldı. Kafatası ezilmişti. Derin derin nefes alırken ortalığı sessizlik kapladı. Kendime gelerek Garrett'e yaklaştım. Dizlerimin üstüne çöküp nabzını kontrol ettim. Boğazında nabız titreşmiyordu. Ellerimi çektiğimde tüm vücudum sarsılmaya başladı. Elimi göğsüne koyduğumda sığ ama düzenli nefes aldığını hissettim. Tuttuğum nefesimi salarak yere oturdum. Yaşıyordu. Ben de yaşıyordum. Jackson..o da yaşıyordu. Gözlerim kapalıydı. Ellerim kanıyla kaplı Garrett'in yanında oturuyordum. Dakikalar sonra babam ve diğer liderler -ve Derek- bizi bu şekilde buldular.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Wolf Beneath the Tree: Prey #2
FanfictionYargılanıyorum. Serseriler için çalışan bir insanı öldürdüğüm için suçlanıyorum. Bir insanı öldürmek ve varlığımızın bir insana ifşa edilmesiyle birlikte Konsey tarafından ölüm cezası gerektiren üç suçtan biri sayılıyor. Ya hayatımın aşkını sonsuza...