Dead

735 59 1
                                    

Liam yanımdaki yatağa oturdu ve pencereden bakmak için döndü ama vücudumla görüş alanını kapadım. "Hey, neden bu kıyafetlerden bir kaçını denemiyorsun? Nasıl göründüklerine bakmak için birazdan geri geleceğim." Omzumun üstünden bakmak için ayağa kalkarak kaşlarını çattı. "Neden? Ne oldu?" Neyse ki Lahey'in tanımadığım adamları çoktan buldukları cesedi arkaya, Liam'ın odasından görülmeyecek bir yere taşımışlardı. "Emin değilim. Umarım önemli bir şey değildir." Tam bana güvenmeye başlamışken ona yalan söyleyemezdim. "Hemen dönerim. Tamam mı?" İsteksizce başıyla onayladı ve merakına rağmen görevli nöbetçiye tek kelime etmeden koridora çıktım.
Aşağı kata indiğimde salon bomboştu bu yüzden mutfağa koşturup, lider adamları ve babamda dahil dört liderin de aralarında olduğu bir grubun arka bahçede ve köşkün arka duvarı tarafından oluşturulmuş büyük gölgeli köşede toplandıkları yere çıktım. Tüylerim diken diken oldu ve nefesim ağzımdan cılız, beyaz bulutlar halinde çıktı. "Ah, kahretsin!" diye fısıldadı birisi ve kimse liderlerin önünde kullandığı dilden dolayı suçlu kurt adamı azarlamadı. Kalabalığın içinden dirseklerimle kendime yol açmaya çalıştım ama en çelimsiz yavru kurt gibi geriye itildim. "Kokuyu alıyor musun?" diye sordu Scott fısıldayarak ve Derek başıyla onayladı. "Kımıldayın!" diye emrettim ve buna hiçbir tepki gelmeyince Scott'ı tırnaklarım derisine batacak şekilde gömleğinden tutup önümden çektim. "Ah!" diye tersledi ama sonunda kendime yer açmıştım. Bakışlarım anında yerde ayaklarımın dibinde yatan kurda gitti. Kurtta bir terslik vardı. Ölü olmasının gerçeği dışında ve ne olduğunu anlamam için bir saniye geçti. Serserinin sol arka ayağı yoktu. Sadece patisi değil, dizinden aşağıda hiçbir şey yoktu. Ve en garip olan şey ise; Serseri dönüşüm geçirirken öldürülmüştü. Vay canına! Sadece ormandaki serserilerin saldırısına uğramakla kalmamış, kendisine enfeksiyon da bulaştırılmıştı. "Onu bulduğunuzda ölü olduğunu varsayıyorum?" diye sordu Argent ve tüm gözler kalabalıkta, karşımda duran Allison ve diğer lider adamlarına çevrildi. "Evet." Allison ellerinin içini ya gerginlikten ya da heyecandan siyah pantolonuna sildi. "Tam olarak şu anda durduğu gibi duruyordu, sadece bir çalı kümesinin altına yarı yarıya sokulmuştu." Bakışlarını cesetten babasına kaldırdı. "Bariz bir berelenme görmüyorum," dedi babam. "Deaton, sen ne düşünüyorsun?" Deaton öne bir adım atıp ceset ile tozlu botunun arasında diz çöktü ve hızlıca muayeneye başladı. "Pekala, vücudu hala katı ve havaların son birkaç gündür olduğu kadar soğuk, ölümünün üzerinden yirmi dört saatten fazla geçmediğini söyleyebilirim. Bu da enfeksiyonun kaynağı gibi gözüküyor." Serserinin karnının yarısındaki kürkünü ayırıp bir kesiği açığa çıkardı. "Ve yaralar ile diğer bariz berelenmelerin eksikliğinden en iyi tahminim, pençe hastalığından ölmüş olması." Deaton kaşlarını bana bakıp kaldırdı, sonra başını cesede doğru kımıldatıp sessiz bir şekilde zavallı insanın yeni serseri kokusundan sonsuza kadar ayrılamayacak olan enfeksiyonu bulaştıran kişinin kokusunu almamı işaret etti.
Ah, hayır. Bu iyiye işaret değildi.
Deaton'un yanına çömeldim ve zavallı insanın yaralarını otuz santimden öteden kokladım. Ama bu kadarı, ne demek istediğini anlamam için yeterinde yakın mesafedeydi.

Liam.

Gerçek, içimde bir şimşek gibi çaktı ve soğuk zemine kalça üstü düştüm. Göz kapaklarım kapanıp inanmak istemediğim kanıta bir anlam yüklemeye çalışırken beni aşırı duyu yüklemesinden korudular. Eğer üstümde kürküm olsaydı, şu anda diken diken olurdu.
Hayır. O yapmış olamaz. Ama gerçeği ne kadar inkar etmek istersem isteyeyim, biliyordum. Liam'ın kokusu, serserininkine işlemişti. Ve serserinin bu kokuyu başka bir şekilde edinmesinin yolu yoktu. Kollarımı soğuğa karşı ısıtmak için ellerimi sürttüm. "Stiles..." diye başladı babam ama o bitirmeden ayağa kalkıp cesetten geri geri uzaklaştım. "Hayır." Başım inkar içinde iki yana sallanıyordu. Derek bana uzandı ama elinden kurtuldum. "Hayır," diye tekrarladım daha kararlı bir şekilde. Küçük kalabalığın içinden kendime yol açmak için döndüm. "Bir hata var. Bunu yapamaz." Grubun dikkatinin ölü insandan bana kaydığını hissettim. "Kasıltı olarak yapmaz," diye kabul etti babam. "Başından çok fazla şey geçti ve muhtemelen ne yaptığına dair fikirleri yoktu." Tekrar onlara bakmak için döndüm ve "Yoktu." dedim. Liderime bakarken gözlerim büyüdü. "Liam nasıl geri dönüşüm geçireceğini bile bilmiyordu. Ona neler olduğuna dair hiçbir fikri yoktu ve aklı yerinde değildi. Bundan dolayı onu sorumlu tutamazsınız." Birkaç kuşun titrek sesi dışında etrafımda sessizlik çöktü. O birkaç saniye sonsuza kadar sürmüş gibi geldi. Nihayet babam konuştuğunda, ciddi sözleri beni hiç rahatlatmadı. "Gidip onunla konuş. Gerçeği ve neler olduğunu öğren, sonra ne yapacağımıza karar veririz." Yeterince mantıklıydı. Liam'a sorardım ve o da bana bunun korkunç bir kaza olduğunu söylerdi. Konseye rapor ederdim ve cesedi gömüp karışıklığı ortadan kaldırırlar ve ne yaptığını süphesiz ki bilmeyen Liam'ı affederlerdi. Ormanda ne kadar insan öldü bilmiyordum. Onlara yardım edemezdim. Ama yavru çita hayattaydı ve yardımıma ihtiyacı vardı. Ve korumama. Ona yardım etmezsem ne çeşit bir lider adamı olurdum? "Bir saat." Argent lider arkadaşlarına onaylamaları için baktı ve her biri sessizce kafalarını salladı. "Vermemiz gereken kararlarımız ve yapacak işlerimiz var." İyimserliğimin gücünü azaltan sisini ve kafa karışıklığını dağıtmak için onlara gözlerimi kırptım. "Pekala."
Yukarı kata çıkarken, zavallı, yavru çitaya duyduğum ziyade dehşet, dizlerime kadar gelen su birikintisinde yürüyormuşum gibi adımlarımı yavaşlattı. Koridorun sonunda, nöbetçiye aldırmadan Liam'ın kapısını tıklattım. "Stiles?" diye sordu öteki taraftan ve ziyaret amacıma rağmen gülümsedim. Ya ayak seslerime alışmıştı ya da havayı koklayıp kapıdakinin kim olduğunu öğrenmeyi keşfetmişti. "Evet, benim. Gelebilir miyim?" Adım sesleri yaklaştı ve kapı açılıp çok az tanıdığım genç bir çocuğu ortaya çıkardı. Liam siyah botları, siyah ve bir çok cebi olan bir pantolon ve üstüne de beyaz bir kazak giyiyordu. Saçlarını taramıştı ve biraz şekil vermişti. "Ne düşünüyorsun?" diye sordu ben kapıyı arkamdan kapatırken. "Sana oldukça yakıştıklarını." dedim hafifce gülümseyerek. Birkaç dakika sessizce yatağın üstünde oturduk ve nihayet kendime gelerek sessizliği bozdum. "Liam?" Gözlerini benden kaçırıyordu. "Hmm?" Oturduğum yerden yönümü ona döndüm. "Çok... ciddi bir şey hakkında konuşmamız lazım." Bakışlarını mavi, dizleri yırtık kotundan kaldırıp bana baktı. "Şu pantolonun içinde çok salak görünüyorsun tarzında bir şey mi, yoksa ölümcül bir kansere yakalandın gibi ciddi bir şey mi?" Cesaretinden tekrar etkilenerek gülümsedim. "Daha çok, 19 ekim akşamı neredeydin türündünden..." dedim. "Ne?" Liam şaşkınlıkla kaşlarını çattı ve ellerini kottan çektiğinde yere doğru düştü. Sonra yüz ifadesi gevşedi ve kolları iki yanına düştü. "Öldürdüğün şu insan hakkında mı?" Yüzümü şaşkınlık ifadesi kapladı. "Ne? Bunu nereden duydun?" dedim. Hafifce kızararak omuzlarını silkti. "Sen alışverişteyken herkesin tek konuştuğu buydu. Onları duvarların ve döşemelerin arkasından duyabiliyordum." Her şeye rağmen meraklanarak, soru sorarcasına kaşlarımı kaldırdım. "Ne söylediler?" Başını aşağı indirdi. "Yalnızca bir adamı öldürdüğünü." Birden cevap almayı hak ettiğine karar vermiş gibi cesaretlenerek gözlerime baktı. "Öldürdün mü?" Hmm evet. Sorun şu ki hangi adamdan bahsettiğini tam olarak anlayamamıştım. Yüzünü paramparça ettiğim Gerard'mı? Yoksa kırk sekiz kısa saat önce kafasını beysbol sopasıyla ezdiğim serseri mi? Ah, tabii ki de bu minik tatilimizin asıl nedeni olan Gerard'dı. "Evet." dedim ve ciddi bir migrenin başladığını hissettiğimi bile fark etmeden elimi alnıma götürüp ovaladım. "Öldürmekten başka seçeneğim yoktu." Liam bana bakarak "Sana inanmıyorlar." dedi. Bu bir soru değildi, bu yüzden başımı sallayıp kabul ettim. "Söylediğim hiçbir şeye inanmıyorlar." diye mırıldandım. "Peki... kimi öldürdün?" İç geçirdim ve ellerimi kucağımda kavuşturdum. "Serserilerle çalışan bir insanı öldürdüm. Öldürmeseydim, beni ve annemi öldürdü ve şu anda seninle konuşuyor olamayacaktım." Ciddi bir şekilde "Hiç bunu düşündüğün oluyor mu?" diye sordu. "Onu öldürmemi mi?" diye sordum ve başıyla onayladı. "Düşünmemeye çalışıyorum ama bazen..." Bazen gözlerimi kapadığımda yüzünü görüyorum. Paramparça olmuş yüzünün her yerinden kan fışkırıyor. Gözleri bir canavar olduğumu söylüyor. Öldüğümü söylüyor. "Bazen bunu düşünmeden edemiyorum." Liam sadece başıyla hafifce onayladı. "Sana ne yapacaklar?" Yanıtımın ne kadarını anlayacağını düşünerek bir elimle alnımdaki saçları havaya diktim. Artık gerçekten de duş almam gerekiyordu. "Şu anda duruşma sürüyor. Filmlerdeki davalar gibi işliyor fakat benim bir avukatım olmuyor ve üç yargıç bulunmuyor." Liam yüzünü buruşturarak "Kulağa pek adil gelmiyor." dedi. "Adil değil." Birden çok ama çok yorgun hissederek ellerimle yüzümü ovaladım. "Bölge konseyi adaleti pek umursamaz. Toplumun iyiliğini düşünürler ve şu anda bazıları benim, toplum için bir tehlike olduğumu düşünüyor." Titreyen ellerini kollarının altına sıkıştırıp gözlerinde korkuyla bana bakarken derin bir nefes aldı. "Seni öldürecekler mi?" Dürüstlüğü sesimden yansıtmak için elimden gelenin en iyisini yaparak gözlerine baktım. "Bilmiyorum. Belki. Ama henüz her şey bitmedi. Şimdiye kadar bırak cezayı, bir karar bile vermediler." Liam sanki anlamış gibi başıyla onayladı ama yüzü korkuyla soldu ve o anda anladım. Suçlarım için bana ne yapacaklarını öğrenmeye çalışıyordu ve böylece kendisine ne yapacaklarını bilecekti.
"Liam, ne kadar zamandır burdasın?" Konunun hızlıca değişmesine şaşırmış gibi başını iki yana salladı. "Bu ormanda, bu dağda?" diye tekrar denedim. "Ben... bilmiyorum." Düşünürken gözleri kısıldı. ve "Bugün günlerden ne?" diye sordu. "23 ekim." Gözleri kapandı ve nabzı fark edilir derecede hızlandı. "Ekim mi?" Bana tekrar baktığında, gözleri koyu mavi denizin rengini vurgulayarak korkuyla parlıyordu. "Emin misin?" Kendimi küçük bir tebessüme zorladım ve "Evet, eminim." dedim. "Hangi ayda olduğumuzu sanmıştın?" diye sordum. "Bilmiyorum." pencereye döndü. Uzaktaki ağaçlara gözlerini diktiği sırada bakışları başka bir şeye odaklanmıştı. "Havanın soğuk olduğunu biliyordum, gün gibi açıktı ama en son... ben..." Dudakları sımsıkı kapandı ve bana bakarak tekrar devam etti. "Ağustos. Ağustosun sonuydu." Vay canına. Bir buçuk aydır kendi başınaydı. Hafta değil. Ay.
Bir yanım etkilenmişti. Ama içimdeki diğer her şey, bu çocuktan kim sorumluysa ona karşı öfkeden köpürüyordu. Eğer Liam bir sürünün üyesiyse, bir grup lider adamı ciddi bir şekilde görevini ihmal ediyordu. Eğer o bir serseriyse, birisi ona enfeksiyon bulaştırmıştı ve o aşağılık her kimse, onu bulduğumuzda bunun bedelini ödeyecekti.

"Liam, çita formundayken hiç insan gördün mü?" Liam başını hafifce salladı. "Çok sık değil. Çoğunlukla nehri takip ettim ama ormanda kaldım ve orada çok insan yoktu. Daha çok sadece hayvanlar. Geyikler ve tavşanlar." dedi. "Ama hiç insan gördün mü?" Yavaş bir şekilde başıyla onayladı. "Birkaç tane. Neden?" Sesi kuşkuyla soğuklaştı ve soruyu öylece ağzımdan çıkarmak için kendimi zorladım. Böylesi ikimiz için de daha kolay olurdu. Ama ağzımı tam açmıştım ki, kapı hafifce ve hızlı hızlı vuruldu. Burnum kapıyı açtığı sırada gelenin Derek olduğunu söyledi bana. Liam donakaldı ve yüzünde korkuyla karışık bir tanıma ifadesi belirdi. "Sorun yok." Kendimi aralarına sokmak için hızla yataktan kalkıp Liam'a döndüm. "Derek'i hatırlıyorsun ya?" Başıyla gergin bir şekilde onayladı. "Derek?" Dönüp kaşlarımı soru sorarcasına kaldırdım. Bunu içeri girmek için bir davetiye olarak algıladı. "Böldüğüm için özür dilerim." Kendinden emin bir şekilde gülümsedi ve içeri girdi. Liam'a bakarak "Ama birkaç dakikalığına Stiles'ı götürmem gerekiyor." dedi. "Ne oldu?" duvardaki saate göz attım. Hala kırk dakikam vardı. "Scott seni aşağı kata çağırıyor." Sessizce zamanlamasının ne kadar kötü olduğunu göstermek için kaşlarımı çattım. "Bekleyebilir mi?" Derek gözlerime bakarak "Hmm... hayır." dedi. Gözlerindeki ısrar, kan dolaşımımda içeri adrenalinle birlikte bir korku dalgası gönderdi. Kaşlarımı çattım. Yine ne oldu?

The Wolf Beneath the Tree: Prey #2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin