"Lanet olsun..." diye fısıldadı Peter. Ona daha fazla katılamazdım. Bir serseri yerden yaklaşık iki buçuk metre yükseklikte, geniş, çıplak bir dalın üstünde, dalın geniş gövdesiyle birleştiği sağlam bir kuytuda tünemiş duruyordu. Çıplak ve insan formundaydı, yüzü ve elleri öyle çok kanla kaplanmıştı ki ilk başta dirseğe kadar gelen kırmızı bir çift eldiven giydiğini düşündüm... ama ta ki parmaklarının koyu ve ıslak bir şekilde parladığını görene kadar. Oturduğu dalın çatalına sarkmış duran şey yine çıplak ve kanla kaplı olan başka bir serseriydi. Ama bu serserinin kolları gevşekçe sarkmış, karnı ikiye yarılmıştı ve kırpıştırmadığı gözlerle ayla aydınlanan ağaçlara bakıyordu. Hayretle donup umutsuz bir inkarla izlerken, kalın, kanla kayganlaşmış bir bağırsak düğümü açık karnından kayıp vücudundan aşağıya sallanmaya başladı.
Liam arkamda öğürüyordu, sonra başka bir ağacın dibine kusmak için görüş alanıma doğru tökezledi. Peter anında yanına vardı.
Serseri tepemizde tıslayınca tekrar ona baktım. Dudakları ayrılmış, kanla kaplanmış dişleri ay ışığında parlıyor ve ağzından çenesine kan damlıyordu. Safra yükselerek boğazımda yanmaya başlarken zorla yutkundum. "Stiles, iyi misin?" diye sordu Scott. Doğruluktan çok uzak olsa da, "İyiyim." diye fısıldadım. Ağaç üstümüzde çatırdadı ve korkmuş serseri öne eğildi. Yer değiştiren ağırlığı altında dal büküldü. Dizleri kırık bir şekilde ve denge için açtığı kanlı kollarıyla önümüze küt diye düştü. Aiden geri sıçradı ve Scott kendisiyle birlike beni de çekerek aynısını yaptı. Cebimden Derek'in bana verdiği çakıyı çıkarttım ve ayaklarım açık bir şekilde durdum. Serseri yalnız ve silahsızdı ama aynı zamanda çıplaktı, kanla kaplıydı ve besbelli erkek arkadaşının organlarıyla doymuş haldeydi. "Ben..." Serseri ayaklarımızın dibindeki ölü yapraklara kanlı tükürükler saçtı ve tepki olarak hızla geri çekildim. Serserinin arkasına baktığımda Liam, çömeldiği yerden kalkıp koluyla yavaşca ağzını sildi ve Peter hızlı bir hareketle onu arkasına aldı. Serseri gözlerimi takip ederek arkasına döndü ve Liam'a baktı. "Hoş kokuyorsun." diye mırladı. Liam hıçkırarak haykırdı ve Peter tamamen önüne geçip görüş alanını kapattı.Serseri hasta. En sonunda anlamıştım. Serseri yakın zamanda enfeksiyon kapmıştı ve muhtemelen pençe hastalığıyla kudurmaktaydı. "Deli," dedi Scott, düşüncelerimi doğrulayarak. Başımla onayladım ve Peter'da onayladığını mırıldanarak söyledi. "Avını istemiyoruz." dedi Scott, serserinin bakışlarını çok az görebildiği Liam'dan kendisine çekerek. "Tamamen farklı bir şeyin peşindeyiz." Serserinin kanlanmış gözleri parladı. "Yardım edebilirim! Her şeyin nerede olduğunu biliyorum. Burası benim bölgem!" Ethan'ın omuzları gerildi. "Bu arazi senin mi?" Serserinin bakışları bizim aramızda gidip geldi. "Evet! Yani sürümün. Rocky Dağı sürüsünün." Scott homurdandı. "Rocky dağı sürüsü diye bir şey yok." Bakışlarım serseri ve Scott arasında gidip geldi. "Hadi, gidelim." dedim hareketlenerek. Serseri, "Hayır!" diye inledi. Tekrar dönüp ona baktım. "Bak, muhtemelen birkaç saat içinde öleceksin. Yani bize yardım edemezsin, anladın mı?" dediğim sırada Peter ve Liam uzak mesafeden yanımıza doğru geliyorlardı. "Hadi." diye tekrarladım, serseri hala "Hayır." diye inlerken.
Kimse tek kelime etmeden oradan uzaklaştık. Liam ara ara havayı kokluyor, kimseyle göz temasında bulunmuyordu ve omuzları çökük, kolları sanki onu teselli edermiş gibi etrafına sarılı bir halde yürüyordu.
Yaklaşık yirmi dakika ve havayı koklamak veya karanlığa bakmak için sayısız defa durakladıktan sonra Liam durdu. Sağa ilerledi, bariz bir şekilde bir şey arıyordu sonra gövdesinde belirgin bir kıvrımı olan dar, meşe ağacına doğru ilerledi. Eliyle ağaç kabuğunun üzerinden geçti ve dik kıvrımını kokladı, sonra yüzeyden minik bir sarı ve siyah kürk tutamı çıkardı. Gözleri bir anlığına bulandı ve kürk yığını elinden düştü. Sonra dikkati kesinleşti ve aradığı şey her neyse onu bulmuş gibi tereddüt etmeden akarsudan ayrılarak ormana daldı. Peter hızla peşinden gitti.Birkaç dakika sonra Liam bir kez daha durdu, ağaçların çok genç ve göreceli olarak ince olduğu sıkışık bir kümenin merkezinde. Kalın çalılıkları ve kuru yaprakları dikkatli bir şekilde tarayarak endişeyle etrafa bakındım. Ama etrafta insan vücudu göremedim. "Liam?" Aramızdaki bir metrelik mesafeyi kapamak için ona ilerledim. "Liam?" diye tekrarladım, samimi bir ses tonuyla. "Neredeler, tatlım?" Cevap vermek yerine, Liam tepemizdeki iskeleti andıran dallara bakana kadar başını arkaya yatırdı. Bakışım Liam'ınkileri takip etti.
Ve işte oradaydılar... beş cesetin koları, kızıl sedirin yapraklarından aşağı sarkmaktaydı.
Lanet olsun, onları bulamamış olmamıza şaşmak gerekiyordu.
Çoğu kurt adam bile yukarıyı akıl etmezdi çünkü katiller genel olarak avlarını gömerlerdi.
Ah, kahretsin. Liam'a baktım, dallara baktığı sırada yanaklarından aşağı gözyaşlarının aktığını gördüm ve bir şekilde haklı olduğumu anladım. Küçük, kayıp yavru çitamızda beklediğimizden daha fazlası vardı.Liam Dunbar bir yamyamdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Wolf Beneath the Tree: Prey #2
FanfictionYargılanıyorum. Serseriler için çalışan bir insanı öldürdüğüm için suçlanıyorum. Bir insanı öldürmek ve varlığımızın bir insana ifşa edilmesiyle birlikte Konsey tarafından ölüm cezası gerektiren üç suçtan biri sayılıyor. Ya hayatımın aşkını sonsuza...