"Liam, hemen dönerim." Elim kapı kolundayken duraksadım. "Sana kola getireyim mi?" İkimize de kuşkuyla bakarak başıyla onayladı ama ben Derek'in peşinden koridora çıkarken hiç itiraz etmedi.
"Üzgünüm," dedi Derek kapı arkamızdan kapanıp sürgü yerine takılırken bizi dinleyen nöbetçiye dikkat etmeden. "Ama Scott..." Lafını sert bir bakışla ve kolunu sıkıca tutarak kesip, Derek'i hızlı bir şekilde koridorun sonundaki merdivenlere çektim. İlk basamağa gürültüyle basarak, "Bizi duyabilir, akıllı." diye tısladım. Dudağının köşesi kıvrıldı. "Evet, sanırım duyabilir." dedi ve sırıttım. Dudaklarını hafifce dudaklarıma bastırıp çekti ve yavaşca aşağı kata indik.
Scott'ın babam ve diğer üç liderle etrafının sarıldığını ve elinde ne tutuyorsa hepsinin ona baktığını gördüm. Allison ve diğer lider adamları gitmişlerdi, muhtemelen ormanda başka ölen insanları aramaya gitmişlerdi.
Halı kaplı son basamaktan parke zemine adımımı attığım sırada herkesin kafası bana döndü. "Liam hakkında mı?" diye fısıldadım. "Evet, şöyle bir şey buldum..." Yanından geçip bir koltuğun arkasından ceketimi alırken başımı kısaca kapıya sallayıp Scott'ın sözünü kestim. "Dışarıda konuşalım. Aşağıda söylenen her şeyi duyabiliyor." Hiç itiraz etmeden beni mutfaktan arka bahçeye takip ettiklerinde şaşırdım. Odun yığının iki büyük ağacın arasında kaldığı yere kadar gittik. Scott önümde, Derek yanımda durdu ve diğer liderler yarım daireyi oluşturdular. "Onu buldum." dedi Scott. "Soyadı D ve N ile yazılan Liam." Bakışlarım sağ elindeki ince kağıt tomarına kaydı. "Ne buldun?" Scott bana en üstteki sayfayı uzattı, bir gazete haberiydi. "Dunbar ailesi birkaç ay önce küçük kasabalarında büyük haber olmuş. Hatta birçok gazeteye çıkmışlar." Gazete haberini okudum ve başlık şöyle diyordu; Annesi, kayıp oğlu için yasta. Annesi yaşıyor muydu?
Scott derin bir nefes alıp devam etti. "28 ağustos günü, Bayan Dunbar işten eve geldiğinde kocasının arka bahçede ölü olarak buldu. Bir hayvan tarafından parçalanmış ve Liam o gün kaybolmuştu." Soğuk şok dalgaları içimden hızla akarken Scott Liam'ın fotoğrafı olan bir kağıt uzattı. "Bunu nasıl olur da bilemeyiz?" Sesim boşluktan gelir gibiydi, donuktu. Babam iç geçirdi, bariz bir şekilde öfkeliydi. "Kanada konseyinin bildiğinden eminim. Dunbar isimli Kanadalı bir liderden haberi olan var mı?" Herkes, Lahey'de dahil başlarını sessizce salladı ve babamın kaşları daha da çatıldı. "Eğer öyle bir lider varsa, bu pekala rakip bir bölgenin yaptığı bir saldırı olabilir. Daha fazla bölge toprağı elde etmek için yapılan bir oyun." Harris babama bakarak, "Liam'ı neden canlı bıraktıklarını açıklar bu," dedi başıyla onaylayarak. "Toprağı ve yavru çitayı alacaklardı." dedi tekrar. Donuk sesime rağmen araya girdim. "Çünkü bir çita, yeni bir bölgeyi oluşturabilecek güce sahip." dedim ve liderlere baktım. "Kazalar meydana gelebilir." dedi Lahey omuzlarını silkip kollarını göğsünde kavuşturdu. Evet, tabii. "Bir liderin tek çocuğuna sahip çıkması olağan dışı bir şey değil. Böylesi bir saldırının birincil hedefleri herkes evdeyken olmaz mıydı? Neden annesi eve gelmeden önce saldırı olsun ki? Peki ya lider adamları? En azından yarım düzine lider adamından geçmeleri gerekirdi ki karısına ve oğluna ulaşabilsinler. Değil mi? Ama başka bir ceset bulunmadı. Hangi lane..." Hay aksi. "Yani, hangi sebepten bir anne, bir kurt adam sorununa insan otoriteleri çağırsın ki? Konuya dahil olanlardan başını bela açmasını istemek gibi. Sorular sorulur, biyolojik kanıt alınır ve..." Babam anında konuşmamı böldü. "Sanırım anlatmak istediğini anlattın." dedi. Yüz ifadesi gurur ve utancın tuhaf bir karışımıydı. Serseri yavru çita teorime ulaşmak için hazırlık yaptığımı biliyordu. "Hayır, anlatmadı. Ne demeye çalışıyorsun?" diye sordu Lahey, kaşlarını çatarak. "Baba..." Kasıtlı olarak Lahey'i görmezden gelerek babama baktım. Isaac, babamın omzunun üstünden bana bakıp başını iki yana salladı. Ama bazen gerçeğin duyulması gerekiyordu ve besbelli bunu söylemeye istekli tek kişi bendim. "Bu bir saldırı değildi. Dunbar'ların kurt adam yada çita olduklarını düşünmüyorum." Argent başını sallayıp "Bu mümkün değil," derken Lahey söylediklerim komikmiş gibi kıkırdayarak "Saçmalık." dedi. İkisine bakıp kaşlarımı kaldırdım. "Pekala, bunu öğrenmenin kolay bir yolu var." Babam bir elini omzuma koyup sessiz kalmam için beni uyardı. "Chris, Ennis gitti mi?" Argent kolundaki saatine göz atarak, "Hayır." dedi. "Birkaç saate ayrılacak. Jackson'la birlikte oturuyor." Babamın demir bakışları Isaac'in üstüne yerleşti. "Git getir onu." Isaac itaatkar bir şekilde köşke doğru koşar adım ilerledi. Gözlerimle onu takip ettim, Peter'ın verandadan beni seyrettiğini gördüm. Scott dikkatimizi toplamak için boğazını temizleyip bir şey arayarak kağıtları karıştırdı. "İnsan otoriteler vahşi hayvan saldırısı gibi gözüktüğünü farz ettiler. Ve Dunbar'ların evinin çok izole ve üç yanının ormanla kaplı olmasından dolayı hala bunu savunuyorlar." Duraksadı, hala sayfaları tarıyordu, sonra içlerinden bir tanesini çekti. "İşte başlıyoruz. Dunbar katliamını takip eden iki hafta içinde, orman korucuları dört boz ayı, iki puma, bir tilki ve bir kurt vurmuşlar. Yerel görevliler sorumlu hayvanı yakaladıklarından emin olmaya çalışırken biraz abartmışlar." Besbelli başaramamışlardı. Kurt adamların olduğunun kanıtı tüm dünyada ön sayfa haberinde çıkardı. Gözlerimi kısıp Scott'ın tuttuğu kağıttaki siyah beyaz fotoğrafa baktım. Resimde, av teçhizatına sarılmış iki adam, bir pumanın cesedini baş aşağı tutarken aptallar gibi sırıtıyorlardı. Zavallı kedinin başı yerde sürünüyordu.
Yediklerim ağzıma geldi ve tam iradeyle öğle yemeğimi midemde tutarak, yutkundum. "Hmm, bu gerçekten çok... sevimli." Böylesi amaçsız bir katliamı tarif etmek için uygun bir kelime bulamadım. "Peki ya Liam? Onun hakkında neler anlatıyor bize?" Scot tekrar kağıtları karıştırarak konuştu. "Resmi olarak, Liam hala kayıp ve araştırması devam ediyor. Ama teyzesi yerel gazeteye onu canlı bulmayı beklemediklerini söylemiş. Geçen ay annesi, babasının yanında bir mezar satın almış ve bir taş anıt dikmiş."
Pekala, Liam onlarla tekrar birlikte yaşamaya geri dönemezdi. Bu ne anne ne de bizim için güvenliydi. Köşkün arka kapısı çarpınca hepimiz Isaac ve Ennis'in bize doğru yorgun adımlarla geldiğini gördük. "Sen mi çağırdın?" dedi kısa saçlı kurt adam, sesindeki kini gizlemeye zahmet etmeden. Argent yüzüne bakarak "O uçağa binesiye kadar, sen bu yetki sınırları içinde ve benim otoritem altındasın. Saygılı davranıcaksın yoksa küstahlığının bedelini ödetirim. Bunu o kafana sokabilir misin, Ennis?" Başıyla sertçe onayladı. "Güzel. Eğer eve tek parça halinde gitmek istiyorsan, kulağını iyi aç ve konsey üyesi Stilinski'nin sorularına cevap ver." Hala kaşlarını çatmakta olan Ennis kendisinden beklendiği gibi babama döndü, zorla oluşturduğu merakı asık yüzünün her yerinden okunuyordu. "Baban, Ontario bölgesinin lideri. Doğru mu?" Ennis'in merakı arttı, sönük öfkesi de. "Evet. Neden?" dedi. "Telefon numarasını ver bana." Ennis'in gözleri panik içinde büyüdü. "Neden? Şimdi ne yaptım?" Argent, yüz karası adamına dik dik bakarak korkunç bir şekilde hırladı. "Ona numarayı ver." Neredeyse şaşkınlıktan boğuluyordum. Ennis bakışlarını liderinden babama çevirdi ve bir çocuk gibi konuşarak numarayı söyledi. Babam numarayı tuşlayıp telefonu kulağına koyduğunda Ennis geri çekildi ama dinlemek için dairenin ucunda kaldı, besbelli aramanın hala kendisi ile ilgili olduğunu düşünüyordu. "Ennis?" dedi babam telefona, "Amerikan konseyinden John Stilinski." duraksadı ve hep beraber baba Ennis'in selamlamasını dinledik. "Evet, epey oldu." Baba Ennis, oğlunun iğrenç davranışından özür dilerken tekrar bir duraksama oldu. "Üstünde durmana bile gerek yok," dedi babam. "Bu artık seninle oğlunun arasında. Farklı bir konu hakkında sana soracağım bir soru var." Arkamda duran Ennis rahatlayarak iç geçirdi ama duruşu gergin kalmaya devam etti. "Sizin Dunbar isimli bir lideriniz var mı?" diye devam etti babam. "Hayır, hiç Dunbar yok." dedi baba Ennis, meraktan sesi biraz yükselerek, "Neden soruyorsunuz?" dedi. "Ah, sadece burada bir şeyleri doğrulamaya çalışıyoruz. Zamanım olduğunda sana anlatırım." Ama hepimiz bu olduğu zaman, Liam'dan bahsetmeyeceğini biliyorduk. Babam, baba Ennis'e teşekkür edip telefonu kapadı. "Isaac, telefonla tüm arama ekiplerimize engelli insanın cesedini buldukları yere bir kere daha bakmaları için geri dönmelerine söyle. İnsanlar bulmadan önce kaç kişi ölmüş bulmalıyız. Scott, tekrar bilgisayarı aç ve Liam'ın annesi hakkında başka ne bulabileceğine bak. Şu an nerede? Hala oğlunu arıyor mu?" Scott başıyla onayladı ve koşar adım beyaz villaya giden taşlı yola ilerledi. Sonra babam bana döndü. Yüzüne bakmamla, her ne söyleyecekse bundan hoşlanmayacağımı anladım. "Liam, o engelli insana enfeksiyon bulaştırdı. Ne bildiğini bilmeye ihtiyacımız var. Ne yaptığına. Ve senin bunu ortaya çıkarmana ihtiyacımız var. Hızlı bir şekilde." Katılımımın gerekliliğini benim için olduğu kadar diğer liderler için de vurgulandığının tamamen farkında olarak gülümsedim. "İstediğiniz cevapları size getireceğim." Tüm liderlere bir kerede bakmak için geri çekildim. "Ama hepinizin duyacağınız şeyden hoşlanmama ihtimaline karşı hazırlıklı olmanız gerektiğini düşünüyorum ve elçiye zeval olmayacağını unutmayın." Lahey'in gözleri kuşkuyla kısılarak "Bu ne demek oluyor?" diye sordu. Babam bana bir itiraz bakışı attı ama görmezden geldim. "Yani Liam Dunbar'ın bir serseri olması ihtimali büyük." Etrafımdaki pek çok yüzün kaşlarının toplu bir şekilde çatıldığını hissettim ama ne düşündükleri zerre kadar umdumda değildi. Bir yavru çita serserinin imkansızlığına ilişkin hiçbir bilimsel temel yoktu. Belki enderdi. Ama imkansız değildi.
"Ailesi insandı, sonra babası bir hayvan tarafından öldürüldü. Bir buçuk ay sonra kendi başına burada ortaya çıkıyor. Ve kesinlikle insan değil. Sonuç bana oldukça açık geliyor." dedim gözlerimle herkesi inceleyerek. "Bir serseri olduğuna bu kadar eminsen, neden öyle kokmuyor?" diye sordu Lahey. Cevap vermek için ağzımı açtım ama Deaton benim yerime cevap verdi. "Buna verecek bir yanıtım yok, Lahey. Ama kanından alınacak bir numune ve analiz etmek için gereken on iki saat sonucunda, onun ne olduğu kesin olarak söyleyebilirim." Lahey'in ilgisini çekmişe benziyordu. "Bunu yapabilir misin?" Fazla umutlanmadan Deato'un yüzünü inceledim. "Ben mi? Tabii ki de evet." Babam kararlı bir şekilde başıyla onayladı. "Yap öyleyse," dedi Deaton'a. "Stiles, onunla gidip Liam'la iş birliği yapmasını sağla. Sonra ailesinin saldırıya uğradığı güne ait neler hatırladığını ve ormandaki insanlar hakkında ne bildiğini öğren." Kaşlarımı çatıp babama baktım. "Ailesi hakkında öğrenebileceğim her şeyi öğrenirim ama henüz ormanda olanlar hakkında konuşmaya hazır olduğunu sanmıyorum." Lahey yüzüme bakarak, "Hazır mı?" dedi alaycı ses tonuyla. "Hazır olmak bu denklemde yer almıyor. O insanların nerede olduğunu söylemezse, onları bizden önce insanlar bulabilir ve o zaman hepimiz ayvayı yeriz." Gözlerimi devirdim ve tekrar yüzüne baktım. "Ona sorarsam, korkarsa ve konuşmayı keserse de aynı ölçüde ayvayı yeriz." diye belirttim. Argent'in ifademe gösterdiği şaşırma tepkisine tuhaf bir şekilde memnun olmuştum. Ama sadece Lahey'in dile getirdiği mecazı devam ettiriyordum. "Gerçekten bunun olacağını düşünüyor musun?" diye sordu sonrasında Argent. "Evet, düşünüyorum. Tüm gün duvarların ardından sizleri dinlediğini ve kendimi savundum diye başımı vücudumdan ayırmak için kulis yaptığınızı öğrenmiş." Bu cümlemde bakışlarım Lahey'e odaklandı. "O bir aptal değil, çocuk. Kendisine iyi davranılacağını düşünmesi için hiçbir nedeni yok. Ve kesinlikle ilmiği boynuna geçirmek adına gereken kanıtı göstermek için de hiçbir nedeni yok. Dürüst olmak gerekirse, bu konuda onu suçladığımı söyleyemem." Lahey tiksinti içinde burnundan hızla soluk verdi, babam bile kaşlarını çattı. "Pekala, ailesi hakkında ne öğrenebilirsen öğren ve biz de diğer insanları aramaya devam edelim. Ama karanlık çökene kadar onları bulamazsak, ona sorman gerekecek. Ve cevap vermesini sağlamak zorunda kalacaksın." Geçici ertelemeden hiç memnun olmayarak başımla onayladım ve bir adım arkamda Deaton, yanımda Derek'le birlikte köşke doğru ilerledim. Tam işitme menzilinden çıkmadan önce, şimdi bensiz devam eden tartışmanın son cümlesini duydum. Kuşkusuz uzaklaştığımız sırada bizi seyrederken, "Vay canına," dedi Ennis. "O çocuk, Stiles kadar yanında olunması tehlikeli birisi. Etrafındaki insanlar sinek gibi ölüyorlar."
İçimden ürperti geçti ve tökezledim; Derek beni tutmasaydı yere kapaklanabilirdim. Gerçi beni korkutan Ennis'in sözleri değildi pek. İçlerinde yankılanan gerçekti.Yaş ve yetiştirilme farklılıklarına rağmen Liam ile ortak çok noktamız vardı. Ve şansım yaver giderse, bu ortaklık zaten hassas olan akıl sağlığını parçalamadan önce tüm hikayeyi ondan almamda yardım ederdi. Çünkü maalesef, ona kalan tek şey bu gibi gözüküyordu.
Akıl sağlığı ve ben.
Zavallı çocuk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Wolf Beneath the Tree: Prey #2
FanfictionYargılanıyorum. Serseriler için çalışan bir insanı öldürdüğüm için suçlanıyorum. Bir insanı öldürmek ve varlığımızın bir insana ifşa edilmesiyle birlikte Konsey tarafından ölüm cezası gerektiren üç suçtan biri sayılıyor. Ya hayatımın aşkını sonsuza...