Nefesimi tutup üçüncü kez Derek'i uyandırmadan altından kalkmaya çalıştım. Hiç şansım yoktu. Her hareket edişimde nefesi hızlanıp göz kapaklarını kıpırdatıyordu. Tek bacağını üzerime atmış, bir koluyla da belime sarılmıştı. Başını omzuma yaslamış beni tamamen yatağa hapis etmişti. Homurdandım. Derek uykusunda dönünce alt dudağımı dişledim. Bacağını üzerimden çekip başını yastığa koydu. Kolu hala belimdeydi. Boşta kalan sol elimle kolunu nazikce tutup kenara kaydım. Derek, derin ve huzurlu bir nefes alınca ikimizin arasına, yatağın üstüne koydum. Sonunda özgürdüm. Yataktan yavaşca kalktığımda gıcırdayan parkeler yüzünden içimden küfürler ettim. Saate baktığımda sabah altı buçuktu. Duş alıp, üstüme sinmiş Derek kokusunu atmam için yeterli zamanım vardı. Duştan sonra Derek'i uyandırmalıydım. Çünkü o da benim gibi kokuyordu. Parmak uçlarımda yürüyüp tişörtümü ve pantolonumu üstüme geçirdim. Odanın kapısını yavaşca açsamda gıcırdayarak ses çıkardı. Homurdanıp hızlıca odadan çıktım. Kapıyı arkamdan kapatıp doğruca banyoya ilerledim. Banyo büyüktü. Ama içeriye sinmiş kokular hiçte iyi değildi. Kendi şampuanımı getirdiğim için rahatlamıştım. Tanıdık bir koku iyi gelmişti. Üstüme sinmiş Derek kokusunun gittiğini anladığımda banyodan çıktım. Sırt çantamın diğer villada kaldığını hatırlayınca homurdanıp Derek'in asıl yatması gereken odaya girdim. Neyseki giyim tarzlarımız aynıydı. Yani, sayılırdı. Pantolonları biraz büyük gelsede kemerle iyice belime oturttum. Üstüme beyaz bir tişört geçirip koridorda asılı olan kırmızı kapşonlumu üstüme giydim. Saate baktığımda yediyi biraz geçiyordu. Hızlı adımlarla Derek'le yattığımız odaya ilerledim. Kapıyı yavaşca açıp içeri girdim. Yatağa yaklaşıp "Derek," diye fısıldadım. "hey Derek." hafifce çıplak koluna dokundum. Gözlerini kırpıştırıp açtı. "Stiles," yataktan dönüp doğruldu. "Herkes uyanmadan duşa girmelisin." sağ kolunu yatağa dayayıp destek aldı. Bana yaklaşıp dudaklarını dudaklarıma bastırdı. "Derek," elimi çıplak göğsüne koyup dudaklarımı çektim. "Benim gibi kokarken gezmeni çok isterim ama," kısık sesle gülüp beni tekrar öptü. Yataktan kalktığında bende kalktım. Pantolonunu ve tişörtünü giyip kapıya yöneldi. O sırada bende yatağı topluyordum. Köşkte çalışan görevlinin kurt olma olasılığı vardı tabii. Derek odadan çıkıp kapıyı kapattı. Dolaplara tek tek bakıp yeni takım aradım. Nihayet bulduğumda hızlıca yataktakileri değiştirip odadan çıktım. Boş banyolardan birindeki sepete atıp mutfağa indim. İçeri girdiğimde babam masada oturmuş kahve içiyordu. "Günaydın baba," tezgahtaki kahve paketinden makinaya koyarken "Günaydın Stiles," dedi babam. Kahve makinasını çalıştırıp sırtımı tezgaha dayadım. "Bugün ormana gidebilirsiniz." vücudum bunu duyunca dönüşüm geçirmek için heyecandan karıncalandı. "Gerçekten mi? Bir şey demezler mi?" babam kahvesinden içip "Onlar gitmeni istemiyor. Ben istiyorum. Diğer tarafın bunun için çıldırıyordur." başımı salladım. Babam beni anlıyordu. "Derek seninle gelicek." gülümsedim. Kahve makinası ötünce kupaya kahvemi doldurup masaya oturdum. Bir süre sessiz durduktan sonra Isaac mutfağa girdi. "Günaydın," dedi isim kullanmayarak. Sessiz kalıp başımı salladım. Babam dalmıştı ve Isaac'in geldiğini anlamadı. Isaac masanın yanında durup "Stiles?" dedi. Kaşlarımı kaldırarak yüzüne baktım. "Zamanın varsa," eliyle kapıyı işaret etti. Babam duymasın diye fısıldıyordu. Ama babam iyice dalmıştı. Sandalyeden kalkıp Isaac'i takip ettim. Garrett'in yattığı odaya girdiğimizde Garrett geldiğime rahatlamış gibi nefesini bıraktı. "Sorun nedir?" tek kaşımı kaldırarak bir Isaac'e birde Garrett'e baktım. "Sana borçlu olduğumu düşündüm." Garrett sesi kısık bir şekilde konuştu. "Konsey, senin peşinde. Yani babam." şaşkınlıkla Garrett'e baktım. "O çita gelmiş olmasaydı, ölüm cezası almıştın." hafifce öksürüp devam etti " 'Bir dişi kurdu kontrol eden, tüm herkesi kontrol eder.' senin hakkında konuşuyorlardı. Tek duyduğum bu." yüzüm yanmaya başladı. Beni istiyorlardı. Ama benim bir dişi kurdu kontrol ettiğimi nereden öğrenmişlerdi? "Garrett bu söylediklerin, doğru mu? Doğru mu duydun?" başını sallayıp "Evet. Dün akşam. Babam birisiyle konuşuyordu. Kim bilmiyorum." derin nefes çekip konuştum "Nasıl? Neyle konuşuyordu? Telefonla mı?" Garrett başını iki yana salladı "Hayır. Yüz yüze. Yandaki odada." sinirlenmiş miydim yoksa korkmuş muydum anlayamamıştım. Odanın içinde hızlıca gidip gelirken Garrett konuştu "Üzgünüm Stiles. Keşke tamamen ne konuştuklarını duyabildeydim." odanın ortasında durup Garrett'e döndüm "Önemli değil Garrett. Bunlar bana yeterli." değil. Bunlar yeterli değil. Derin nefes alıp kendimi rahatlattım. Odadan çıktığımda koridorda Derek'le karşılaştım. Yüzümdeki endişeyi görünce yüzü değişti. "İyi misin?" kollarımdan tutup beni kendime gelmem için hafifce salladı. "Ben...ben iyiyim. Daha sonra konuşalım." kollarımı bırakarak başını salladı. Salona girdiğimizde Lahey ve Argent babamla konuşuyordu. Kalp atışlarım hızlansada derin nefes alıp yanlarına gittim. "Ormana iki ayak üstünde gideceksin Stiles." Lahey yüzüme bakmadan konuştu. "O zaman ne anlamı var ki gitmemin?" gözlerimi devirerek kollarımı birbirine bağladım. Lahey "İster gidersin ister gitmezsin seçim senin. Ama dönüşmeyeceksin." baskılı bir şekilde konuştu. Lanet pisliğin gözlüklerini başka bir yere sokma isteğimi kafamdan uzaklaştırarak "Tamam. Gideceğim." dedim dişlerimin arasından. "Derek, sen dört ayak üstünde gideceksin. Eğer Stiles kaçmaya kalkar ve sen onu durdurmazsan suçun büyük olur." bakışlarımı Derek'e çevirdiğimde başını sallayıp bakışlarını yere indirdi. O pisliği öldürecektim. Köşkten ayrılırken Derek üstündekileri çıkartmış ön bahçede dönüşüm geçirmişti. "Senin yerinde olmak için neler yapmazdım." diye homurdandım. Vücudum dönüşüm için yanıp kavruluyordu. Ellerime baktığımda damarlarımın iyice belirginleştiğini fark ettim. Birkaç gün sonra bu beni derinden etkileyecekti. Ormana vardığımızda temiz havayı içime çekerek nefes aldım. Derek başını sağa ve sola oynatıyor, hareketle birlikte burnunu kıpırdatıyordu. Muhtemelen ters giden bir şeyin olup olmadığından emin olmaya çalışıyordu. Sessiz yürüyüşten sonra dinlenmek için durduk. Bir süre oturduktan sonra ormanın derinliklerinden bir ses yankılanmaya başladı. Derek hızlıca yerinden kalkıp etrafa bakındı. Sesin kaynağını tespit ettiğinde hırlayarak gitmeye hazırlandı. "Hey, Derek! Gitme." arkasına dönüp bana baktı. Kulaklarını oynatıp hızlıca gözden kayboldu. Ah, bilmediğim bir ormanda insan formunda yanlız bırakılmıştım. Yerimden kalkıp Derek'in gittiği yöne ilerledim. Ses yakınlaştı. Ağaçların yoğun olduğu bölgeye geldiğimde ses bir hırıltıya dönüştü. Dallar çıtırdayarak ses çıkardı. Tam karşımda bir kurt üstüme doğru yürüyordu. Derek değildi. Tanıdık birisiydi ama kim olduğunu çıkaramamıştım. "Merhaba, hmm seni tanıyor muyum?" kurt hırıltısını kesip arkasından kuyruğunu salladı. Yavaş adımlarla bana yaklaşmaya devam etti. "Bana tanıdık birisi gibi geldin ama," tamamen yaklaştığında hırladı. Geri geri giderken sırtım ağaca yaslandı. Bana iyice yaklaşıp kırmızı kapşonlumu dişledi. "Hey, bırak beni!" beni çekerek hırladı. "Tamam tamam bırak beni! Nereye gitmemi istiyorsun?" kapşonlumu bırakarak arkasını döndü. Onu takip etmemi istiyordu. Üstümü düzeltip arkasından onu takip ettim. Kısa bir yürüyüşten sonra ağaçların olmadığı çimenlik bir alana geldik. Kurt önümden çekildiğinde yerde yatan bir kızın olduğunu gördüm. Malia. Ve bu kurt da Peter'dı. "Peter?" kurt başını aşağı yukarı sallayarak onayladı. Malia'ya yaklaştığımda bacağının ve alnının yaralı olduğunu gördüm. Dizlerimin üstüne çökerken Peter hırladı. "Ne var? Ona yardım edebilirim." tekrar hırladı. "Yardım etmemi istemiyor musun?" bana doğru bir adım attı. Tek dizimin üstünden kalkıp geriye bir adım attım. "Tamam. Yardım çağırmamı mı istiyorsun?" Peter hırlamayı kesip Malia'ya baktı. "Peter, ona yardım edebilirim." Peter hırladı. Ah, bu adamın inatçılığından nefret ediyordum. Arkamdan tanıdık bir hırlama sesi duyduğumda arkamı döndüm. Derek. Yanıma gelerek Malia'ya sonrada Peter'a baktı. "Peter yardım çağırmak çok uzun sürer. Bırak, onu köşke götürelim." Peter tekrar bana doğru hırladığında Derek öne doğru bir adım attı. "Bundan sıkılmaya başladım Peter. İste veya isteme onu götürüyorum." Malia'ya yaklaştığımda Peter bacağıma atılarak hırladı. Derek önüme geçerek onu benden uzak tuttu. Malia'yı kucaklayıp Peter ve Derek'e döndüm. "Fazla kan kaybetmeden onu götürmeliyiz." Peter hırlayarak başını aşağı yukarı salladı. Derek önde ben ortada Peter arkamda tek sıra halinde ilerledik. Köşke geldiğimizde Deaton bizi kapıda karşıladı. Malia'yı boş odalardan birine götürdüğüm sırada Peter dönüşüme başlamıştı. Deaton muayene ederken salona geri döndüm. "Ona ne oldu?" diye sorduğumda Peter yarı çıplak halde bana döndü. "Pisliğin teki onu bacağından sürükleyerek götürmeye çalıştı ve Malia'da çırıpınırken başını taşa çarptı." inanmadığımı göstermek için gözlerimi kısarak ona baktım. "Peki onu götürmeye çalışan pisliğe ne oldu?" Peter yandan bir gülümseme ile "Onu hakladım. Sonra Derek'in kokusunu aldım ve onu ararken seni buldum." Derek'ten ödünç aldığı siyah uzun kollu tişörtü giyerken gözlerimi mutfak kapısına diktim. Lahey'in gözleri üstümdeydi. Deaton salona gelerek "Malia iyi." dedi. Peter hiç tepki vermeden kollarını göğsünde birbirine bağladı. "Ve çitanın uyanmaması beni endişelendirdi." bakışlarımı Deaton'a çevirdiğimde "Onun soyu kedilerden geliyor. Bu kadar çok uyuması normaldir. Yani," Lahey hızlıca yanımıza gelerek konuşmamı böldü. "Uyandığında kimse onunla konuşmayacak." gözlerimi devirip Lahey'e döndüm. "Onu odada kilitli mi tutalım? Bana yapmak istediğiniz gibi." Lahey bir eliyle gözlüğünü düzeltip konuştu. "Sana tam olarak yapmak istediğimiz bu değil. Herneyse, emrim olmadan kimse o çita ile konuşmayacak." kısık sesle gülerek "Seni buranın lideri yapan kim? Sen bir konsey üyesisin, lideri değil." Lahey'in suratı kızarmıştı. "Bu geceyi kafeste geçirmek istemiyorsan çeneni kapalı tut Bay Stilinski!" diye gürledi. Nerden geldiğini anlayamadan babam aramıza girdi. "Wesley, eğer oğluma ve adamlarından birini bir daha tehdit edersen çok ciddi sorunlar yaşayacağız." ses tonunda öfke vardı. Wesley cevap vermeye fırsat bulamadan bana dönüp devam etti. "Ve sende ona bir lider olarak saygı göstereceksin. Karşılıklı saygı. Anlaşıldı mı Stiles?" ses tonu bana karşı daha yumuşaktı. "Evet, efendim." başımı sallayıp bakışlarımı yere indirdim. Lahey ve babam salondan bir şey demeden çıkıp Lahey'in çalışma odasına girdiler. Kendimi kanepeye attığım sırada Derek geldi. "Hey, Malia'ya ne oldu?" Peter sırtını koltuktan çekip kollarını bacaklarına dayadı. "Birisi onu sürükleyerek kaçırmaya çalıştı. Malia'da çırpınırken başını kayaya çarptı." Derek inanmayarak Peter'ın yüzüne baktı. Çünkü Malia asla bir Serseri'ye -insan formundayken bile- yenik düşmezdi. "Senin kokunu aldım. Seni ararken de Stiles'ı buldum." Derek karşımdaki kanepeye oturup bir bacağını dizinin üstüne koydu. "Yardım etmesini istedim ama daha önce Stiles'ı serbest bölgede görmediğim için şüphelendim." doğruyu söylüyor olsa bile Peter'a güvenmek gerçekten zordu. Babam ve Lahey odadan çıkıp salonun ortasına doğru ilerledi. "Orta güney bölgesinde tüm liderler toplanıyor. Akşam sekize kadar ordayız." babam hepimize bakarak konuştu. Başımla onaylayıp "Dikkatli olun." dedim. Babam sessiz kalıp başını salladığında koridora ilerlediler. Gittiklerinde salonda ıssız bir sessizlik oluştu. Isaac ve Scott ellerinde cips paketleri, kolalar ve birkaç film ile salona girdiler. Herkese birer kola ve cips verdikten sonra kedi adamlar ile ilgili bir film taktılar. Filmin ortalarına yakın Peter gülerek konuştu "Görüyor musunuz, işte bu yüzden kedi adamlar gerçek dünyada hayatta kalamadılar." o sırada filmde bir kedi adam dönüşüm geçiriyordu. Dönüşümü çok kolay ve basitti. "Ne?" cips paketini koltuğun üstüne koyup kolamdan içtim. "Kendi çıkardıkları miyav ve mırlama sesinden çok fazla hoşlanıyorlardı." yüzümü Peter'a çevirdiğimde bana bakıyordu. "Kedi adamlar hiç gerçek olmadı ki. Kedi soyundan gelen tek tür çitalardı." Peter yandan sırıtarak konuştu. "Hiçte bile," hala gülümsüyordu ama gözleri ciddiydi. "Onlar en az bizim kadar gerçekler." Scott ve Isaac kahkaha attı. Derek gülüyordu. "Seni kafaya alıyor Stiles," gözlerim Derek'le buluştuğunda gözleri gülmekten parlıyordu. Peter başını iki yana sallayıp "Çok ciddiyim." dedi. "O zaman, şimdi nerdeler?" Peter omuz silkti. "Güçlü olan hayatta kalır sözünün onlara hitap etmediği ortaya çıktı. Devasa büyüklükteki bir kediyi gören insanlar ve diğer doğa üstü, dönüşüm geçirebilen insanlar onları avladı." ekranda iki kedi adamın birbirlerine uçarak atladıkları sahne geldiğinde sessizlik oldu. "Ve bu," Peter televizyonu işaret etti. "Birbirleri ile dövüştüler. Dişi kediler için." bakışlarımı televizyondan ayırıp Peter'a baktım. "Ya tabii!" Isaac kahkaha atarak alaycı ses tonuyla güldü. "Dalga geçmiyorum." Peter gülüyordu ama hala ses tonu ve gözleri ciddiydi. Gözlerimi devirip tekrar televizyona döndüm. Nihayet film bittiğinde Peter'ın "Kedi adam" efsanelerinden kurtulmuş olduk. Ayağa kalkıp mutfağa ilerlediğimde Derek arkamdan geliyordu. Elimdeki boş kola ve cips paketini çöpe atıp arkamı döndüğümde Derek'le burun buruna geldim. Eğilip boynumu öptüğünde ses tellerimden bir mırlama çıkarttım. "Şimdi de kedi mi oldun," boynumdan dudaklarıma çıktı. "Sadece kediler mi mırıldanır," dudaklarını dudaklarıma sürterken konuştu "Hayır," sağ elini yanağıma koyup gezdirdi "ama artık sen benim kedimsin." gülümsememe engel olamadım "O zaman, sen beni yersin." dudaklarımı dudaklarına değdirdim. Ayrıldığımızda gülümsüyorduk. Salonla mutfak arasındaki koridordan ayak sesleri duyulduğunda birbirimizden uzaklaştık. Dolaptan su çıkardığım sırada Scott içeri girdi. Elindekileri çöpe atarken "Kedi adamlar gerçekten var mıydı? Çünkü Peter bu konularda hep haklı çıkıyor." evet bu doğruydu. Jordan'ın anka kuşu olduğunu o söylemişti. Çita adamların var olduğunu da o söylemişti. Ama kedi adamlar yüzyıllardır yoktu. "Vardı ama yüzyıllar önceydi. Peter o zamanları çocukken yaşamıştı." suyu bardağa koyarken konuştum. Peter genç gibi görünsede diğer tarafı oldukça yaşlıydı. "Bugünün konusu kediler mi?" Isaac gülerek mutfağa girdi. "Sanırım öyle." dedim ve suyu içtim. Mutfak kapısının üstündeki saate baktığımda yeşil renkteki sayılar dört kırk sekizi gösteriyordu. Bardağı tezgaha koyup, tezgaha yaslandım. "Öyleyse.." sırıttım. "Kim yemek pişiriyor?" Scott ve Isaac birbirine bakıp sonra Derek'e döndüler. Kimse cevap vermeyince konuştum. "Pekala, Derek bize özel tarifli sosisli fırın makarnasını yapabilir. Değil mi?" Isaac ve Scott'un gözleri açlıkla parlayarak Derek'e baktı. Derek sırıttı. Omuz silkerek yanıma geldi. "Bunun için seninle ve sizinle yarışacağım. Kaybeden pişirir. Ve temizler." dedi. Vücudum heyecandan karıncalandı. Dönüşüm geçirmem için bana fırsat veriyordu. Sırıtarak "Ağaç sırasına kadar mı?" dedim. Gözlerimdeki parlaklık Derek'in yeşil sarı göz bebeklerinden yansıyordu. Başını sallayıp gözlerini benden ayırmadı. "Fazla kolay." Isaac'e dönüp "Ormanın ortasında bir nehir veya akarsu var mı?" diye sordum. "Evet tabii ki var." Scott araya girdi. "Ama nerde bilmiyoruz bu yarış," sözünü kestim. "Koklayarak bulabiliriz değil mi?" dedim sırıtarak. Derek gülerek "Tamam. Nehire kadar. Ama nehire vardığınızda durmanız ve dönüşmeniz gerekiyor." başımla onayladım. "Üç deyince." tezgahtan çekildim. Scott ve Isaac hareketlendi. "Bir.." dedim. "İki, üç!" diye bitirdi Derek benim yerime. Kaşlarımı çattım ve faul diye bağırmama fırsat vermeden bileğimden tutup beni geriye itti. Tökezleyip kıçüstü yere düştüğüm sırada ön dişlerim birbirine sertçe çarptı. Tezgaha tutunup ayağa kalktığım anda mutfakta kimse kalmamıştı. Mutfaktaki arka kapı hafif rüzgardan oynarken homurdandım. Kahretsin Stiles, diye düşündüm. Hiç mi öğrenemeyeceksin? Kapıdan çıkıp ormandaki ağaç sırasına baktım. Derek dönüşüme başlamıştı. Gözüm hedefte, kararlılık ve Derek'e duyduğum kızgınlıkla güçlenmiş yeni bir hız artışıyla koştum. Yolu yarıladığımda üstümdeki kırmızı kapşonluyu çıkardım. Koşmaya devam ederken Derek'in beyaz tişörtünü çıkardım ve yere attım. Kemerimle uğraşırken yavaşladım. Açtığımda pantolonun düğmelerini açmadan belimden düştü. Bacaklarımdan çıkartıp çoraplarımı hızlıca çıkartıp iki yana fırlattım. Boxerımı çıkartıp fırlattım ve hızlıca koştum. Ağaç sırasına geldiğimde kendimi sertçe yere attım. Elime batan çakıl taşlarını düşünmemeye çalışarak dönüşüme odaklandım. Vücudumu saran acı ile inledim. Kendimi sıkarsam, daha çok canım acırdı. Solumda Scott dönüşümünün ortalarındaydı. Derek'in kürkü tüm gövdesini kaplamaya başlamıştı. Çenem şekil değiştirdi, dişlerim uzadı. Sırtım eğildi ve ellerim pençeler haline döndüğü sırada, konsantrasyon içinde sıktığım gözlerimi araladım. Derek dönüşümünü tamamlamıştı. Dört güçlü pence ve parlak, simsiyah harika kürkünün altında kabaran güçlü kaslarıyla önümde duruyordu. Vücudumu kahverengi kürküm kaplarken ona göz kırptım. O da uzun sivri dişlerini göstererek burnunu yaladı. Benimle alay ediyordu. Nehre giden yolu çoktan yarılamış olabilirdi ama o kalıp dönüşümümü izlemişti. Derek beklenen zaferinin havasını şimdiden atıyordu. Yüzümün son noktasını tüyler kapladığı sırada Derek toz attırarak koştu. O dakikada, hayatımın yeni amacı onu uçarcasına geçerken pençelerimin kaldırdığı bir ağız dolusu acı tozla havasını söndürmek olmuştu. Ormanın içinden nehre doğru giden yolu bulmak için Derek'in arkasından onu takip ettim. Hızla ağaçların yanından geçiyor, kıvrak hareketlerle kütüklerin ve çalıların üstünden fırlıyordum. Vücudum ilk başta böyle ağır bir egzersize karşı direnç gösterdi ama kısa sürede koşmak için neredeyse çıldırmıştı. Hiçbir insanın makine ve en az iki lastiğin yardımı olmadan tecrübe edemeyeceği bir hızla ormanın içinde koşturmanın keyfini çıkardım. Ormanın her bir tarafından sesler geliyordu. Kulaklarım Derek'e ait bir işaret ararken kurbağa vıraklaması, kuş cıvıltısı ve yaprakların ritmik hışırdamasını ayrıştırmakta zorlanmadı. Derek gerçekten gözden kaybolmuştu ve mineralli suyun kokusunu aldığımda sadece birkaç dakikadır koştuğumu anladım. Ve bir anda Derek'in kokusunu aldım. Koştuğunu hissedebiliyordum. Ve Scott ve Isaac'i de duyuyordum. Yarış daha bitmemişti. Cesaretlenerek enerji patlaması yaşadım. Nehre yaklaştığımda, hafif bir soluk sesi duydum. Derek, yakınımdaydı. Daha doğrusu önümdeydi. Dosdoğru nehre giderken, hırıltı çıkararak onu uyardım. Derek hızını artırdı. Kaslarım yanarken bende aynısını yaptım. Derek hile yapmıştı ve kazanıyordu. Tekrar kuyruğunu ısırıp hile yapamazdım. Çünkü bunun için hazırlıklı olmalıydı. Aniden önümde durduğunda ona çarptım. Çarpmanın etkisiyle yuvarlandık. Durduğumuzda üstümdeydi. Hırlayıp onu üstümden attım. Hızlı bir şekilde toparlanıp tekrar koştum. Arkama baktığımda peşimden koştuğunu gördüm, ön dişlerine yosun takılmıştı. Çok geç kalmıştı. Omuzlarıma kadar nehrin içine atladım. Derek arkamdan suyun içine atladı. Hırladı ve ön pençesiyle bana su fırlattı. Tek yaptığım hırlamaktı. Ve su sıçratmak. Scott ve Isaac nehrin kenarında sessizce yürüyüp alçak sesli bir hırlama ile orda olduklarını bildirmeden önce Derek'le suda dakikalarca boğuştuk. Scott kıyıdan bize hırlayarak belli ki bizi azarlıyordu. İkimizde hile yapmıştık ama hiçbirimizin yemek yapma gibi bir niyeti yoktu. Scott hırlayarak aramıza atladı, ağır siyah pençelerinden birini Derek'in omzuna atıp onu suyun içine batırdı. İkiside suyun içinden öksürerek çıktığı sırada koşum esnasında artan susuzluğumu gidermek için geri çekildim. Su içsemde karnımdaki açlıktan gelen acı dinmemişti. Isaac nehrin ortasında kendi başına oynuyordu ve su sıçratarak beni çağırıyordu. Başımı çevirip nehre baktığımda Derek yoktu. Etrafıma bakarak Isaac'i batırmak için suyun içine girdim. Pençemi Isaac'in omzuna uzattığımda sırtıma ağır birşey düştü. Suyun içinde çırpınarak dibe doğru battım. Uzun süre panikledim ve burnumdan su çektim. Ağırlık gittiğinde tekrar yüzeye çıkmak için çırpındım. İçime çektiğim ilk havayla öksürüp hırladım. Derek suda yürüyerek önümde durdu. Buz mavisi gözleri neşe içinde parlıyordu. Sivri dişlerini göstererek ağzını açtı. Bana gülüyordu. Ona yapmacık bir öfkeyle hırladım ve pençemle kulağına vurdum. Suyun içinde, karnımız açlıktan guruldamak yerine kramplara giresiye kadar yüzdük ve birbirimizle oynadık. Sonunda oyunumuzdan ve açlıktan yorgun düşmüştük. Kıyıya çıktım ve başımı ormanın çıkış yönüne doğru hareket ettirip gitmemiz gerektiğini söyledim. Derek kıyıya çıkarak yanıma geldi, silkelendi ve beni daha çok ıslattı. Gözleri hala neşeyle parlıyordu. Burnumdan nefes verip ondan birkaç adım uzaklaştım ve silkelendim. Scott, Isaac ve Derek önümde hızlı adımlarla giderken, arkalarından yavaş yavaş ilerliyordum. Köşke vardıklarında ya yemek yapmış olurlardı yada pizza sipariş etmiş olurlardı. O yüzden acele etmedim. Görüş açımdan uzaklaştıklarında biraz daha hızlandığım sırada sol gözümün köşesinden hızla bir şey geçti. Başımı o yöne hareketi izlemek için döndürdüm ve sessiz kalarak kurumuş otların çıtırdama sesini dinledim. İlk başta açık hava dışında hiçbir şey göremedim ama sonra bir şey hareket etti ve dikkatimi dağıtıp odak noktamı değiştirdi. İşte o zaman kurdu gördüm. Nabzım aniden hızlandı ve çenem kenetlendi. Pençelerim toprağı kazdı. Anlık bir görüntüydü. Uzun çalıların arkasında kalan iki çam ağacının arasındaki parlak beyaz kürkün görüntüsü. Esrarengiz kurt bizden biri değildi. Adımlarım kendinden emin ve sessiz, kulaklarım kurdun gittiği yöne doğru tettikte onu takip ettim. Çalılığın kenarına sessizce atlayıp bir pençemle araladım. Şüpheli kurt gözleri neredeyse kapalı bir şekilde iki çam ağacının altında huzurla uzanıyordu. Ama tek istisna kurdun erkek olmamasıydı. Bir dişiydi. Allison. Şaşkınlıkla birbirine kenetlediğim çenemi gevşeterek kulaklarımı geriye attım. Burnumdan nefes verip çalılığın içinden geri geri çıktım. Allison'un uyuduğundan emin olduğum anda çalılığın kenarında tuttuğum nöbetimi bitirdim. Ormana geri dönüp köşke doğru yaptığım on dakikalık yürüyüşün sonunda ağaç sırasında tekrar dönüşüm geçirdim. Köşkün arka bahçesi ve ormanın arasındaki taşlı yolun üstündeki etrafa saçılmış giysilerimi toplamak için hızlıca yürüdüm. Çıplak ayaklarım haricinde giyinik bir halde köşkün arka bahçesine girdim. Güneş yarım saat sonra batıcaktı ve muhtemelen saat henüz altıydı. Mutfağın arka kapısından içeri girdiğimde mantarlı pizzanın kokusunu aldım. Herkes mutfak masasının etrafına toplanmış birer kutu büyük boy pizzayı midelerine indiriyordu. Benim için alınmış mantarlı pizzanın kutusunu açıp koca bir dilimi iki ısırıkta bitirdim. Kolamı açıp yudumladım. Derek şekersiz kolasını içtikten sonra gülerek "Güzel yarıştı," dedi. Ağzımdakini çiğneyip "Hile yapmış olsakta -Derek ve ben- bu kadar pizzanın parasını ödemediğim için mutluyum." gülerek masanın üstündeki sekiz kutu pizzayı işaret ettim. İkinci büyük pizza dilimini ısırdığımda Peter mutfağa girdi. "Şu odalardan birinde sesler geliyordu," masaya yaklaşıp bir dilim pizza aldı "daha çok halıya sürten tırnak sesi gibiydi." elimdeki pizzayı bitirip Derek'e baktım. "Uyanmış." dedim. "Onunla konuşamayız." elimi peçeteyle silerken "Onu orda kilitli tutamayız. En azından nerede olduğunu bilmeli." Derek saate bakıp konuştu "Buna izin verirsem John kafamı uçurur." bakışlarımı Derek'ten ayırmadım. "Deaton henüz gitmedi, onu muayene edebilir." Derek pufladı ve yüzüme bakmaya devam etti. "Kesinlikle olmaz Stiles. Son maceran yüzünden aldığın yaralardan sonra seni vahşi bir çita ile tek başına karşılaşmana asla izin vermem." burdaki en yüksek rütbeli lider adamı Derek olduğundan, babam yoksa -veya herhangi bir lider- onun sözü geçerdi. "Beni düşünüyorsun biliyorum ama peki ya o çitanın hayatı? Aç ve susuz. Tıbbi ilgiye ihtiyacı var. Deaton gitmeden onunla konuşmalıyız." yalvaran gözlerle Derek'e baktım. "Yani tanımadığın bir çitaya yardım etmek için hayatını riske atmaya gönüllüsün?" Peter bana bakarak konuştu. "O sadece bir çita değil. Bir çocuk. Nerede olduğunu ve buraya nasıl geldiğini bilmeyen hasta, küçük bir çocuk. Lahey onu kendisine almak için böyle bir şey yapıyor. Çünkü babamın onu sahipleniceğini biliyor." bakışlarım tekrar Derek'le buluştu. En sonunda Derek'in gözlerinde çelişki gördüm. Yaralı bir çocuğa yardım etmek için bile olsa, yaralanma riskine girmeme izin veremeyecek kadar fazla değer veriyordu bana. "Stiles..." Derek kaşlarını çatarak bana baktı. "Ona yardım etmek için oraya gideceğim. Konsey ne yapıcak? Beni iki kere mi öldürecek?" Derek iç geçirdi, yine ben kazanmıştım. "İçeri dinliyor olacağım. Kapının açıldığı kısımdan uzak dur ki seni oradan çıkarabileyim." Başımı salladım. Ben ve Derek, Deaton'a haber verip çitanın kaldığı odanın kapısının önünde durduk. "Kendini savunucak bir şey alıcaksın. Nerede o lanet olası beyzbol sopası?" Scott'a işaret ederek konuştu ve Scott anında salona yöneldi. "Dur, Scott." gözlerimi Derek'e diktim "Elinde silahla içeri giren birisine güvenir miydin?" Derek baş ağrısı çekiyormuş gibi alnını ovuşturdu. "En azından sakinleştiricilerden birini al." gözlerimi devirip "Tamam, sakinleştiriciler nere.." Deaton pantolonunun arka cebinden bir şırınga çıkarıp bana uzattı. "Kırmamaya dikkat et." dedi iğneyi kotumun arka cebine koyarken. "Tamam." iç çekip kapı tokmağına uzandım. "İşte başlıyoruz." dedim ve tokmağı çevirdim, kapıyı itip açtım ve odanın içine girdim. Kapıyı kapatıp iki adım ileriye adım attım. Beni ısırmak için birden üstüme atlayacak sarı ve siyah benekli bir bulanıklık yoktu. Nefesimi salarak bir adım daha attım. Yatağın üstündeki battaniyenin altında yatıyordu. Nefes almasıyla birlikte battaniye aşağı yukarı kalkıyordu. "Merhaba?" dedim olduğum yerde. Kedi hırlamasına benzer bir ses odada yankılandı. "Sana yardım etmek istiyorum beni.." cümlemi tamamlamadan çita battaniyenin altından çıktı. Uzun ince kuyruğu arkasında gergince sallanırken önümde durdu. Yutkundum ve hareket etmedim. "Hımm...Benim adım Stiles ve sen.." çita tekrar cümlemi keserek bana yaklaştı. Nefesimi tuttum ve gözlerim kıstım. Çita bana yaklaşıp sağ bacağıma sürtündü. Sonra arkamdan dönerek sol bacağıma süründü. Tuttuğum nefesimi bıraktım ve çitaya baktım. Önümde oturmuş yüksek sesle kedi mırıltısı çıkartıyordu. "Pekala," dizlerimin üstüne çöküp yere oturdum. "Seninle konuşup yardım etmek istiyorum. Yaran hiç de iyi görünmüyor." sol ön patisindeki derin kesiği işaret ettim. "Dönüşüm geçirebilir misin?" çita gözlerini kıstı, bu tamamen insani bir hareketti. Başını yana yatırdı ve yüzüme baktı. "Beni anlayamıyor musun?" bana bakarak tekrar başını eğdi. Kaşlarımı çattım. Belki beni gerçekten anlamıyordu. "Hımm, baş sallamaya ne dersin? Beni anlıyorsan başını salla." çita tereddütlü bir şekilde başını salladı. "Harika. Dönüşüm geçirebilir misin?" tekrar başını bir yana yatırdı ve bu hareketinin peşinden hayal kırıklığıyla inleyerek mırıldadı. "Dönüşüm dediğimde ne demek istediğimi biliyor musun?" kararlı bir şekilde başını iki yana salladı ve açıklamam için hevesliymiş gibi daha dik oturdu ve kuyruğunu etrafına doladı. "Dönüşüm, kurt formundan..yani çita formundan insan formuna geçme. Biz buna dönüşüm diyoruz. Hırlamalar ve mırıltılar olmadan insanlar gibi konuşup normal görünürüz. Bu yardımcı oldu mu?" çita tekrar başını iki yana salladı. "Ah, bunu başka nasıl anlatacağım bilmiyorum. Sadece..insan formuna geri döndür kendini. Eller," ellerimi havaya kaldırdım "nesneleri kavrayabilen insan parmakları, aklındakileri söyleyebilmen için dil, her şey. Şimdi, lütfen." çita gözlerini kırptı. "Pekala," ayağa kalktım "sanırım sana yardım edebilirim." çita heyecanla ayağa kalkıp yüzüme baktı. "Bu tamamen zihinsel bir şey. Sen farkına varsan da varmasanda bedenin bunu nasıl yapacağını biliyor ve tek yapman gereken gevşemek." çita kuyruğunu salladı. "Önce ayaklarla başlayalım." sağ ayağımın çıplak parmaklarını oynattım "Senin durumunda arka patiler de diyebiliriz. Şimdilik yalnızca o kısma konsantre ol. Ayak parmaklarını hisset. Tırnaklarını içeri çekip dışarı çıkar." çita gözlerini kapadı ve dediklerimi yapmaya başladı. "Şimdi, patilerin yerine insan ayaklarını canlandır zihninde. Nasıl gözüktüklerini hatırla." gözlerini şimdi konsantrasyon içinde sımsıkı kapatmıştı. Çita derin bir nefes çekti ve bu nefes hissettiği acı yüzünden tıslama şeklinde dışarı çıktı. Dönüşümü başlamıştı. "Başladı değil mi? Acıyı hissediyor musun?" çita tıslayarak karşılık verdi. "Bana bak," çita yine tısladı. "Bana bak" dedim daha baskılı bir şekilde. Sesimdeki değişiklikten dolayı çita gözlerini açıp bana baktı. "Ayakların acıyor mu?" dedim ve başıyla onayladı. "Bu kısım berbat biliyorum ama bu şekilde olması gerekiyor." başını iki yana salladı. Arka patilerine baktığımda dönüştüğünü gördüm. "Hayır, sakın durdurma. Tekrar insan olmak istemiyor musun?" başını salladı ve tekrar gözlerini sıkıca kapattı. "Harika, şimdi ayaklarına yaptığın gibi bacaklarını düşün." gözleri hala kapalıydı ve dönüşümünü kontrol etmek için eğildim. Ayakları dönüşmüştü ve bacaklarındaki tüyler derinin içine çekiliyordu. "Tamam hala çok iyi gidiyorsun. Şimdi ellerine geçelim olur mu? Ellerin nasıl? Parmakların, ince uzun mu yoksa kalın ve kısa mı?" bacakları dönüşmüştü. Ön patileri şekil değiştirmeye başlamıştı. Birkaç saniye sonra, çıplak patileri kıvrıldı ve el haline dönüştü. Sonra karnının üstünde, bir bacağı dışarı uzatılmış diğeri dizinden bükülmüş bir halde yerde uzanarak hareketsizleşti. Derin derin nefes alışının sesi odada yayıldı. Başını kaldırıp bir koluyla yerden destek alarak doğruldu. Büyük mavi gözler bana baktı. Gözlerinin altında fazla belli olmasada sarı benekler vardı. Kahverengi saçları dağınık bir şekilde alnına düşüyordu. Ona gülümsedim ve yatağın üstündeki battaniyeyi alarak omuzlarına koydum. Battaniyeyi sıkıca tuttu ve bana gülümsedi. Ondan şimdiden hoşlanmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Wolf Beneath the Tree: Prey #2
FanficYargılanıyorum. Serseriler için çalışan bir insanı öldürdüğüm için suçlanıyorum. Bir insanı öldürmek ve varlığımızın bir insana ifşa edilmesiyle birlikte Konsey tarafından ölüm cezası gerektiren üç suçtan biri sayılıyor. Ya hayatımın aşkını sonsuza...