BÖLÜM 4

8 2 0
                                    




Sarayın içinde Donaghy hala kolumu bırakmamışken hızlıca ilerliyorduk. Bir sürü kapı geçmiştik, iki kat yukarı çıkmıştık ve sonunda çok iyi bildiğim Donaghy'ın odasına varmıştık. Konuşmak için burayı seçmesini anlıyordum. Kimse rahatsız edemezdi, kendi alanıydı daha rahat konuşabilirdik ancak ne konuşacaktık bilmiyordum ve bu odada olmak beni rahatsız ediyordu.

Kocaman geniş odasının tüm pencereleri açıktı, içerisi ferah bir kokuyla sarılmıştı. Eşyaları hala aynıydı. Özel saray işlemeleriyle kaplı açık gri mobilyaları vardı. Yatağı iki kişilik bir yataktan daha genişti. Çalışma masasında boş yer yoktu, bir sürü kayıt ve kitap masayı kaplamıştı. Odanın birçok köşesinde yerde büyük mumlar vardı; neredeyse karnıma geliyorlardı. Demek hala mumları seviyordu. Yatağının ayakucunda büyük bir yer yatağı vardı. Köpeği Lou için olduğunu düşündüm; daha sonrasında gördüğüm yemek kaplarıyla onun olduğunu kesin bir şekilde anladım.

''Konuşmamız gereken konu nedir, Prens Donaghy?''

Pencere kenarındaki açık gri kadife kumaştan yapılmış okuma koltuğunda oturuyordu. Bense odasının ortasında neredeyse hazır olda duruyordum. Bacak bacak üstünde attı ve eliyle karşısındaki koltuğu işaret etti. Hızlı adımlarla koltuğa yöneldim ve oturdum. Gözlerinin içine bakıyordum.

''Buraya dönüş sebebin ne?''

Kaşlarım istemsizce çatıldı. Bu sorunun amacı neydi? Neden geri döndüğümü bilmiyor olmasının imkanı yoktu; sonuçta onu koruyacak ekibi bilmesi gerekiyordu. Tuzak bir soru muydu?

''Görev için geldim. Ve görevim de sizin yakın korumalığınızı yapmak,''dedim olabildiğince düz çıkan bir ses tonuyla. Başını aşağı yukarı salladı.

''Sen ve ekibin! Daha şimdiden başarısız oldunuz!''dedi ekibin kelimesine vurgu yaparak. Anlamayan bakışlarımla yüzünü inceledim. Şaka mı yapıyordu yoksa gerçekten de bir sorun mu vardı.

''Henüz görev başına geçmedik. Ancak bir tehlike sezdiyseniz bana söyleyebilirsiniz, elimden geldiğince sorunu çözmeye çalışırım!''dedim kendimden emin bir ses tonuyla. Açıkçası kendimden emin değildim çünkü eğer bir tehlike varsa bu büyük bir sorundu. Sebebiyse ne benim ne ekibimin ne de güvenlik ekibinden kimsenin böyle bir tehlikenin ihtimalinden bile haberdar olmamasıydı.

''Sana güveniyorum, aramıza yıllar girmiş olsa da sen benim yakınımsın!''dedikten sonra devam etmeden önce gülümsedi.

Yapma!

İşimi zorlaştırma, özel hayatımı işime karıştırmama sebep olma; diye düşündüm. Keşke sesli bir şekilde yüzüne söyleyebilseydim.

''Düşündüğün gibi bir tehlike yok. Sorun aslında sensin. Bu ekipte olmanın doğru olduğunu düşünmüyorum,''dedi. Bunları derken ciddiydi. Yüzünde en ufak bir ciddiyetsizlik yoktu, artık gülümsemiyordu da.

''Pardon?''

Yüz ifadem hakkında çok bir kontrol sahibi değildim. Aklımdan geçen binbir çeşit düşman, binbir çeşit tehdit arasında sorunun ben olma ihtimali yoktu. Yıllardır görüşmediği, artık tüm bağlarının neredeyse koptuğu benden ne gibi bir rahatsızlık duymuş olabilirdi?

''Her ne kadar ikimiz için de geçmişte kalmış olsa da adı üstünde bir geçmişimiz var. Açıkçası ikimiz arasındaki ilişkiyi göze alırsak görevini objektif bir şekilde yapabileceğine inanmıyorum,''dedi.

Dediklerini sindirmek için bir süre yüzüne baktım. Dediklerini gerçekten dediğini anladığımda sinirliydim. Ondan beklediğim hiçbir şey yoktu. Onunla konuşmayı, onu görmeyi, adımı söylemesini, selam vermesini; hiçbir şeyini istemiyordum. Buraya bunların hiçbiri için gelmemiştim. Buraya atanmıştım ve gelmiştim; bu kadar basitti.

SHAILAGHHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin