Gündüzleri çalışıyor, geceleri ise deli gibi roman yazıyordum. Bir hafta içinde ne kadar çok roman yazabilirsem Müjgan'ı da ancak o kadar çok görebiliyordum. Üstelik Aziz'in romanları artık okuyamamasından mütevvelit dilediğim konuya değiniyor, isteyip de yazamadığım, Müjgan'ın okumasını istediğim güzel cümleler ekliyordum. Fakat bunları öyle aleni şekilde yapmıyordum. Yine üsturuplu bir roman konusu seçiyor fakat karakterlerin başına kimi kendi hayatımdan, kimi onun hayatından olaylar getiriyordum. Karakter kimi ona, kimi tanıdığı birilerine benziyordu hep. Araya ona ithafen cümleler sıkıştırıyor fakat kendimi de öyle çok açık etmiyordum.
Günler öylece akıp gitti. Geçen bu sürede ne ben cesaret edip ona romanlarım hakkında soru sorabildim ne de o hiçbir fikrini beyan edebildi. Ta ki o güne dek.
Bir akşam yine bir iş çıkışı, yorgun oluşumdan mütevellit Kemal'in kırmızı motoruna atlayıp gitmiştim evlerine. Arada bir, yorgun bakışları ve tıpkı Müjgan'a benzeyen düşük omuzlarıyla annesi açtığı olurdu kapıyı. O günler pek güzel geçmezdi benim için. Büyük bir hüsrana uğrar, birşey de söyleyemez yalnız Aziz'e getirdiğimi söyleyip teslim ederek gitmekten başka birşey gelmezdi elimden. O gün kapıyı açan ne yazık ki annesi olmuştu. Kulağında telefon birisiyle konuşurken açmıştı kapıyı. Bende artık rutinleştiği için hiçbirşey söylemeden kağıdı uzatıvermiştim eline. Kâğıdı eline almış, gitmek için yeltenirken bir yandan da durmam için kağıt tutan eliyle işaret etmişti. Şaşkınlığımı örtbas ederek telefonla konuşmasının bitmesini beklemiştim. Endişe ile konuşuyor, otobüs saatlerini tarif edip duruyordu ve ben o konuşana dek hiçbir şey anlayamamıştım. Nihayet telefonu kapattığında aniden bir soru yöneltti bana.
"Oğlum buradan sonra acele bir işin var mı ?"Şaşkınlıkla "Yok."dediğimde endişe ile konuşmasını sürdürdü.
"Müjgan son otobüs seferini kaçırmış. Üstelik şehrin bir ucunda okulu. Aziz'de işte, çalışıyor. Babası da şehir dışında malzeme almaya gitmişti. Görüyorsun bir arabamız da yok."dedi ve mahcup gözlerini bir anlığına çiçekli eteğine indirip geri yüzüme dikerken sordu."Rica etsem Müjgan'ı alıp gelir misin ?"
Kapıda şaşkınlıkla öylece donakalmıştım. Yüreğime manâsız bir korku düşmüş, ne diyeceğimi, nasıl tepki vereceğimi şaşırmıştım. Şaşkınlığımı yüzümden okuyan kadın yeniden başlamıştı konuşmaya.
"Sen artık yabancı sayılmazsın. Üstelik Aziz'in de arkadaşı, ağabeyisin öyle değil mi ?"diyerek yalnız kendi içini ferahlatmak adına sormuştu.Şaşkınlığımı bir yana bırakarak konuştum.
"Evet, tabi. Aziz'in ağabeyi gibiyim artık. Yani, eğer sizin için bir sorun olmayacaksa ben alabilirim Müjgan'ı."Kadın sanki bu yanıtı bekliyormuşcasına başladı okul yolunu tarif etmeye. Yalnız aklım öyle yerinde değildi ki, ne okul yolu kalmıştı bende ne de tek bir adım atabilecek hâl ya da mecâl. Tam 4 defa tarif etmişti yolu. Ki eminim benim, fikrince akılsız biri olduğumu bile düşünmeye yetmişti tüm bunlar. Nihayet yolu aklıma oturttuğumda gitmek üzere motora binmiştim. Kış ayından da mütevellit titreyen bedenim daha da çok titremiş, tıpkı mum üzerinde titreyen bir alevi andırmıştı. Uzun yol boyunca durmadan düşünmüştüm. Gittiğimde ne diyecektim ? Onu uzaklardan, üstüne kat kat atkı ve bereler takmışken nasıl tanıyacaktım ? Beni gördüğüne içten içe asılır mıydı yüzü ? Yoksa geldiğim için sessiz teşekkürlerini sunup susar mıydı yalnızca ? Hiç konuşur muyduk ? Ya da birşey sorsam cevap verme zahmetini gösterir miydi bana ? Üstelik ya onu bulamazsam ne olacaktı ? Kızcağız şu kara kışta yuvasız kalan bir kuş gibi donup gidecek miydi ?
Tüm bu sorular kafamda kayan yıldızlar gibi bir bir yanıp söndükten sonra nihayet tarif edildiği üzere okula varabilmiştim.Hiçte umduğum gibi olmamış, okul önüne gelir gelmez onu, ısınmak için bir sağa bir sola volta atıp dururken yalnız başına bulmuştum. Uzaktan motorun farlarını görür görmez olduğu yerde kalakalmış ve benim yanına dek gelmemi beklemişti. Yanına gelip durduğumda mahcup gözlerini yalnız bir anlığına yüzüme dikmiş daha sonra önünde birleştirdiği ellerine çevirmişti. Karda donmak üzere olan ufak bir serçeye benziyordu.
"Merhaba."dedim güçlükle.
"Merhaba."dedi başı öne eğik vaziyette.
"Çok üşüdün mü ?"diye manâsız bir soru yönelttim bu kara kışta.
O da mahcupluğuna mahcupluk katmaktan korkar gibi başını salladı her iki yana. Fakat öyle üşümüştü ki mini mini bir kuş şarkısında pencereye konan zavallı kuş gibi titriyordu.
Çıkarıp üzerimdeki montu vermek isteyince hemen itiraz etmiş fakat ısrarlarım neticesinde üzerine giymişti. "Ama sen üşüyeceksin."demişti düşünceli Müjgan. Bu cümle bile içimi ısıtmaya yetmişti.Motora bindiğimde o da utana sıkıla arkama binmişti nihayet. İlerlemeye başlayınca biraz korkmuş, o güzel elleriyle belimden sıkıca tutmuştu. Bir hayâl gibi geliyordu bana. Ömrüm boyunca hiç bu denli mutlu ve bu denli huzurlu hissettiğimi hatırlamıyordum. Dışarısı kıştı lakin benim içime çiçekler açmıştı. Uzunca süredir çamura bulanan pencerelerim temizlenmiş, nihayet güneşi görebilmiştim. Öyle mutluydum ki, hemen şuan bir araba gelip bize çarpsa ve yalnız ben ölüp gitsem gözüm hiç arkada kalmayacak ya da yaşayamadıklarımdan ötürü içimde bir ukte bile olmayacaktı. Mutlu ölüp gidecektim işte.
Bir süre ikimizde üzerimizdeki manâsız uzaklığı atana dek hiç konuşmamıştık.
Daha sonra tüm cesaretimi toplayıp, motor sesinden de mütevellit bağırır gibi sormuştum ona.
"Romanlar nasıl gidiyor, beğeniyor musunuz ?""Berbat"dedi çıktığı kadar sesiyle.
Afallayarak sordum.
"Ne demek berbat ?""Berbat işte, eskiden böyle yazmıyordunuz." Dedi üzgün sesiyle.
Onu doğru düzgün duyamıyordum bile. Üstelik bu konular öyle alelade konuşulacak da değildi üstelik. Bu yüzden ona sorma nezaketinde bulunmayıp, yol üzerindeki bir kafe önünde durdurmuştum motoru. Ona sormama kabalığını, ne yazık ki sorup olumsuz bir yanıt alma korkusundan dolayı yapmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güneşli Günler
RomanceTaş atılmış bir kırlangıç sürüsüne benziyordu. Kafka'nın penceresine konan o ürkek kuş gibiydi. Bir uğultu halinde bakıyordu gözlerime. Tüm baharlar ve güneşli günler güzelliğini başka yerlere götürmüş de ona yalnız kara kışlar kalmış gibiydi. Üstün...