5- Çamurlu Pencereler

2 0 0
                                    

Yarı uykusuz, alelacele gittiğim duvar boyama işi son bulduğunda yine kendimi avare şekilde dolaşır, tüm gece ve gündüzü bir masa başında roman yazarak harcarken bulmuştum. Nihayet bir gece yarısı bittiğinde elbette bende bitmiştim. Hemen Kemal'i arayarak yorgun sesimle konuşmuş, yarın yeniden sahaf sahaf gezeceğimizin haberini vermiştim. Babamın ölümünden sonra tamı tamına 20 roman yazmıştım ve hepsinde de mutlak reddedilmiştim. Nerede, neyi yanlış yaptığımı asla anlayamıyordum. Birşeyler yanlıştı fakat bu neydi ? Diğer tüm yayında olan kitaplardan farklı, başka olan, diğerlerinden ayıran birşeyler vardı mutlak. Birikimi olmadan veya öyle alelade konular üzerine de yazıyor değildim üstelik. Bir konu üzerine yalnız aylarımı verdiğim olurdu. Hatta aklıma bir roman fikri düştüğü vakit, gecelerce uyuyamazdım. Düşünür durur, bir yapboz parçası gibi herşeyin yerli yerine oturmasını beklerdim. Küçüklüğümden beri okumadığım tür, okumadığım yazar kalmamıştı. Elbet bazıları birşeyler yazabilmek için belli bir yaş almış olmayı, en azından birşeyler görüp geçirmiş olmayı uygun görürlerdi. Ben ise henüz 24'ünde bir gençtim fakat kendime de hiç bir konuda olmadığı kadar çok güveniyordum. Evet, belki henüz hiçbirşey yaşamamıştım. Bazı şeyleri görüp geçirmemiştim de ama fikrimce yaş ve yaşadıkları adam etmezdi öyle insanı. Kaç yaşında ve ne yaşamış olursa olsun, belli bir ders alınmadığı takdirde ne yaşadığının, kaç yaşında olduğunun bir değeri yoktu benim nazarımda. İşte ben her roman bitiminde böyle olurdum. Herşeyi ama herşeyi boş bir sorgulayış olurdu. Beynimde yüzden fazla soru işareti belirirdi. Stresten başıma ağrılar girer ve sabahı bir türlü edemezdim. Tam 20 redden sonra 21.'yi almak üzmezdi beni artık. Pes etmeyi de düşünmemiştim hiç. Arada bir yorulduğum olurdu ancak. Bir yerlerde tükenir, bir yerlerde tıkanırdım. O zaman belki aylarca elime kalem bile almazdım. Kitap okuma arzumu kaybettiğimde olurdu. Lâkin televizyon o kadar sarmazdı ki beni, dayanamaz hemen kitaplara geri dönerdim.

Kafamdaki ışıkları sündürdüğüm vakit gün de doğmuştu. Kalkıp güzelce bir duş aldım. Üzerime şık fakat sade, özenli birşeyler giydim. Annemin "haydi inşallah, bu sefer olacak hayırlısıyla" gibi dilekleriyle kahvaltımı edip evden çıktım. Kemal'i evin önünde yaşlı, kırmızı motoruyla beklerken buldum. O gün, artık Kemal'le ikimiz için klasik hale gelen sahafların sokağını turlayıp durduk. Üstelik yalnız Kemal için rutin hale gelmemiş, yayınevleri içinde rutinleşmişti. Tam 6 yıldır tüm kapıları aşındırmıştım. Ben bu çabadan hiç bıkmamış olsam da, onların benden bıktıkları olurdu. Kimi zaman "Gel bakalım Asaf, ne yazdın bu kez ?" diye karşılarlardı beni. Kimi zamansa "Beceremiyorsun Asaf, en iyisi sen bırak bu işleri. Git bir işe gir, en azından bir iş tutar elin."derlerdi. Gidiş geliş tanıdık yüzlerin değiştiğine hatta yayınevlerinin kapanıp açıldığına bile tanıklık etmiştim.

"Asaf, tam 5 aydır ortalıkta yoksun. Bizde bir an yazmayı bıraktın diye korkmuştuk." Diye alaylı konuşarak tüm yayınevini yine halime güldürmüştü Vedat Bey.

Daha sonra, "Gel bakalım." diyerek odasına davet etmişti bizi. Geçip masa kenarındaki kahveye çalan, deri koltuklardan birine oturmuştum. Artık ezberlediğim gibi; uzattığım bir tomar kağıdı alıp masasına koydu, boynundaki siyah çerçeveli gözlüklerini hemen burnunun üzerine yerleştirdi, önce başlığı okudu sesli şekilde daha sonra oturduğu koltuğa mıhlanmış gibi dururken okumaya devam etti. Okudu, okudu ve okudu. Yeteri kadar okuduktan sonra derin bir nefes verdi. Burnunun üzerindeki gözlüğü çıkarıp sakince masanın üzerinde bir yere iliştirdi. Stres birazda umutla onu izleyen gözlerime bakarak, o her zamanki olumsuz ifadesini yüzüne geçirdi. Başını her iki yana sallarken eş zamanlı dudakları aşağı doğru eğildi. İşte yazdığım 21. romandan da bu şekilde red yemiştim.

Her red kararı sonrası yüzümün aldığı şekli gören Kemal, o gün keyfimin yerine gelmesi için herşeyi yapardı. Beni neşelendirmeye çalışır, beni eğlendirmek için delice bir çaba sarfederdi. Oysa üzüntü veya hüzün bir çalar saat mi ki erteleyebilesin ? Bugün üzülmeyeyim yarın üzüleyim diyemezdi ki insan. Mutluysan mutlu, üzgünsen üzgün olmalıydın işte, hepsi bu. Hayat aslında çok basit birkaç formülden ibaretti, onu bu kadar karmaşıklaştıran bizlerdik.

Yayınevine gittiğim günler annem, eve ancak sabaha karşı döndüğüm vakit hemen olan biteni anlar, hiç arayıp sormaz, beklemezdi beni artık. Keza zaten eve mutlulukla döndüğüm de hiç olmamıştı.
Ertesi gün ise babamdan ona kalan bir yadigar anı gibi susar, hiç ses etmezdi.

Son yayınevi çıkışı hava kararıyordu yine, her zaman olduğu gibi sahil kenarında birer tütün içip maviliklere bir dalıp bir çıkan martıları seyrettik. Sonra Kemal'in bir yığın motivasyon cümlelerini dinledim tabii. Kâh gezerek, kâh bir yerlerde oturup birşeyler yiyip içerek geçiyordu zaman. O bir yığın çöpe gidecek kağıda ne mi oluyordu ? Sabah okuluna gidip gelen, akşamları ise çay satan, lise çağlarında bir çocuk vardı, ismi Aziz. Yaklaşık 8. romanımın red kararından hemen sonra bir akşam sahilde yalnız başıma öylece otururken rastlamıştım ona. Gelip halimi hatrımı sormuş, semaverdeki son çaylarını içip karşılıklı sohbet etmiştik. Tam kalkarken elimdeki bir yığın kağıdı orada unutmuşum. O da alıp beni yeniden görünceye kadar saklamış yanında. Bir akşam yine rastlaşınca koşarak gelmiş, kağıtları geri vermek istemişti. Bende değersiz birşeyler olduğunu söyleyerek çöpe atmasını söylemiştim. O gün çöpe atmayıp sabaha kadar okumuş. Beni yeniden görmek için hep olduğu sahil kenarında yollarımı gözleyip durmuş. Nihayet yeni bir romanımın red kararında, ben yine sahilde öylece mavilikleri seyredalmışken koşa koşa gelmişti yanıma bir heyecanla. Sonra başlamıştı anlatmaya. Ne kadar çok sevdiğini, beğendiğini falan. Ben ne kadar red yediğini, kötü bir roman olduğunun tescillendiğini söylesem bile nafile, o tutturmuştu elimdeki bir yığın kağıdı daha alıp okumaya. Bu böylece sürüp gitti. Ben her red yiyen romanımla sahile iniyordum. O da belki aylarca benim yeni bir roman yazarak, red yememi bekliyordu.

Kemal'le bir süre daha sahilde öylece oturduk. Her zaman olduğu gibi Aziz bir yerlerden çıkar gelir sonunda diye bekliyorduk. Fakat bekledik bekledik, gelen giden yoktu. En sonunda Kemal dayanamayarak hemen köşede mısır satan ihtiyar adama sordu.
"Dayı, buralarda bir çocuk vardı. Hafif esmerce, yeşil gözlü, akşamları çay satan bir çocuk, ismi Aziz. Nerelerde o ?"

"Yeğenim Aziz birkaç gündür hasta. Yataktan çıkamıyormuş garibim."deyiverdi. Sonra; "Acil birşey varsa evini tarif edeyim. Hemen şurada, alt sokakta yakındır."diyerek başladı evini tarif etmeye.

Ben yine bir yerde rastlaşırız evine gitmeye gerek yok desem de Kemal tutturdu ille de verelim, hem kapıdan da olsa bir geçmiş olsun der, halini hatrını sorarız diye. Kemal'in bu tavrı, benim bir kişi bile olsa kitabımı okuyan birinden ötürü duyduğum mutluluğu içten içe hissetmesiydi. Belli ki bana iyi gelsin diye gidecektik. Atladık motora ve mısırcı amcanın yol tarifiyle, biraz da sora sora evi bulduk. Pembe duvar boyaları yer yer atmış, ufak bir bahçesi olan, müstakil ve eminim yıllara meydan okuyan bir evdi. Şansımıza kapıda zayıflıktan yüz hatları açığa çıkmış, esmer, kaytan bıyıklı bir adam girmek için bekliyordu. Kemal kağıtları kaptığı gibi benden evvel davranıp adama doğru adımladı. Bende motordan inip yavaşça bahçe kapısından içeriye doğru süzüldüm.
Koşar adım adamı kapıda yakalayınca olayı izah ederek kağıtları verdi, Aziz'in halini hatrını sorup, iyi dileklerde bulunmayı da ihmal etmedi. Ben ise yalnızca bahçede öylece durmuş olan biteni izliyordum. Adamın zile basmasından mütevellit pencerede genç bir kız belirdi. Perdeleri aralayıp dışarıya öylece baktı. Evin camları o kadar çamurluydı ki, yüzünü seçmek pek mümkün değildi. Fakat o çamurlu camdan beni gördüğüne emindim. Çünkü bir anlığına bakmış daha sonra ise perdeleri yırtar gibi çekip kapatmıştı. Eş zamanlı evden başka biri, adama kapıyı açmıştı bile. İnsan o kadar çamurlu bir pencereden dünyaya nasıl bakabilirdi ki ? Ya da neyi iyi ve güzel görebilirdi ?

Güneşli GünlerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin