"Şuradan iki birşeyler atıştır, aç aç olmaz oğlum." Diye söylenerek bir çırpıda ekmek arası birşeyler hazırlayıp elime tutuşturdu annem.
"Geç kaldım anne. Geç, geç." Diyerek ekmeği elinden kaptığım gibi sokağa fırladım. Yine ve yine geç kalmıştım. E tabi gece boyu elimden kalemi düşürmeyip, üzerine doğan güneşle ancak gözlerimi kaparsam elbet geç kalırdım. Yolda kendime kızmayı da ihmal etmeden inşaata ulaştım.
"Ah Asaf, Ah Asaf. Yine gece boyu elinden düşmedi değil mi kalem ?" Diye söylendi Kemal. Hemen sonra elime bir kova boyayla fırça tutuştururken de devam etti. "Kaç kere diyorum sana oğlum, şu kitabı başka zaman yaz. Görmüyor musun, şu Tufan meymenetsizinin yüzünü, kızdıkça kızdı pancar gibi oldu. Kaç gün kaldı zaten şurada işin bitmesine !?"
Boya kovasıyla birlikte iskeleye tırmanırken konuştum.
"Az kaldı da, romanda en heyacanlı yerinde şuan, bitti bitecek. Ne yapayım bırakamıyorum."Kemal'in haklı isyanından sonra sessizce duvar boyamaya devam ettik. Kemal iyi çocuktu. Kafa dengiydi. Dürüst, çalışkan biriydi. Benden birkaç yaş ufaktı lakin hem benden evvel okulu bırakmış hemde bu işlere çok ufakken atılmıştı. Üstelik benim bu işlere girmeme de o ön ayak olmuştu. Patronlara kalsa gözlerinin ucuyla bile bakmazlardı çünkü bana. Hepsi tecrübeli ve deneyimli birilerini istiyorlardı. Benim gibi okumuş, eli hiç iş tutmamışların buralarda pek işi yoktu.
Kemal'le bir nakliyecide hamallık yaparken tanışmıştık. Hem abi kardeş misali hem de birlikte iş tutar olmuştuk. Kimi birlikte kazanıyor kimi birlikte harcıyorduk.Saat 5'e kadar çalıştık. Saat 5 deyince ip gibi dizilerek yevmiyemizi aldık, sonra da bir kuş sürüsü gibi dağıldık.
"Gel bu akşam şuradan bir balık ekmek yiyelim. Biraz oturur iki lafın belini kırarız." Demişti Kemal. Arada sırada böyle eve geç gittiğimiz olurdu. Onun evde pek bekleyeni yoktu. 6 kardeşin sonuncusuydu. Anne ve babası eve kim gelmiş kim gitmiş, geç, erken pek önemsemezdi. Doğrusu değer vermedikleri gibi merak da etmezlerdi onu hiç. Bense her akşam yemeğini dışarıda yediğim gün, biraz buruk olurdu içim. Bir lokma, iki yutkunmada ancak geçerdi boğazımdan. Evde tek başına kalkıp sofra hazırlamış, üstüne birde yalnız başına yiyen annemi düşündükçe içten içe kahrolurdum. Kiminize fazla duygusal gelmesini anlıyorum. Ne yapayım, bende böyle hassas kalpli bir adamım işte. Yalnız bu değil içimi kahreden. Bir akşam eve dönüşte babamı kaybedişimin burukluğunu da taşırdım içimde. Bir akşam daha birini kaybetmeyi kaldıramazdı kalbim.Sahile yürüyerek vardık. Birer iskembe bulup karşılıklı oturduk. Balık ekmek yiyip, üzerine çaycı bir çocuktan birer bardak çay aldık. Nihayet biraz dinlenip, karnımızda doyunca başladık sohbet etmeye.
Önce dünki maçın son dakika golünü konuştuk sonra gündemdeki siyasi olaylara daldık. Laf arasında, "Ne var ne yok ?"diye yüzüne imalı bir gülüş takarak sordu.Anlamamazlıktan geldim epey. "Ne ne, anlattım ya oğlum. Kitap bitmek üzere sonunda kız ölüyor."diye anlamsız bir gülüş attım.
"Anladık, anladık kız ölüyor. Zaten öldürdürmediğin bir o kalmıştı. Baştan sonra katlettin herkesi."diye dalga geçti. Epey güldük buna.
Sonra döndü dolaştı yine sordu soracağını.
"Ee yok mu birileri ?""Birileri ..? Ölen kız var işte, hani şu başından kurşun yiyen.." diyerek dalgaya vurdum.
"Onu mu diyorum be oğlum ! Hani hayatında bir kız arkadaş, bir sevgili, gönlünü çalan falan ?"
"Kız..?" Diyerek roman karakterini kasttetmeye devam ettiğimde iyiden iyiye sinirlenmişti Kemal.
Daha fazla uzatmadan konuştum.
"Yok.""Bir cevap vereceksin alt üstü kırk takla atıyorsun."Diye söylenip durdu.
Kemal'in 2 yıllık sevgilisi vardı. Hayatını baştan sona ona adamıştı. Benim tabirimle ise belki ilk kez sevgiyi tadmış, belki ilk kez ona onu değerli hissettiren birini bulmuştu. Çünkü bildiğim kadarıyla ailesi ona hiç değer biçmemişti. Aileden sevgi ve değer görmeyen genç, yaşlı herkes mutlak bir arayışta bulurdu kendini. Sevgili bulmak, elbet bir yoksunluk değildi lakin benim Kemal'de gördüğüm şey tam anlamıyla buydu. Bir arayıştaydı ve bulmuştu. Sevilmiş, değer görmüş ve çok da sevmişti. Kendini bu denli karşısındakine adaması, bazen kendini bile yok sayması, hatta onun olmadığı vakitlerde kendini değersiz ve sevilmeyecek bir insan olarak görmesi, tamamen ailesinin hatalarından başka hiçbirşey değildi. Neyse ki mutluydu Kemal, iyi anlaşıyorlar ve çok da seviyorlardı birbirlerini.
Ben pek beceremezdim bu işleri. Birilerini sevmediğimden veya sevilmediğimden değil, başka şeyler vardı bende. Kemal gibi sevgiyi bilmiyor değildim. Biliyordum. Lakin, annem gibi yürekten hissettirerek, göstererek değil, babam gibi gizli gizli ve içinde. İçimde her ne kadar sevgi var olsa da göstermekte, belli etmekte hele hissettirmekte büyük sıkıntılarım vardı. Dıştan bakan, beni uzaktan tanıyan biri ailem bir yana tüm bu dünyayı sevmediğimi hatta nefret duyduğumu bile düşünebilirdi. Dışarıdan öyle katı, öyle kalpsiz görünüyordum işte. En çok kendime, daha doğrusu babama kızgınlığım geçmiyordu. Babam belli ki sevgisiz bir aileden gelmişti. Yalnız bir parça sevgi taşıyordu kalbinde. Bizi sevmiyor değildi, çok seviyordu lakin göstermek, belli etmek bir yana dursun bazen sebepsiz kavgaları hatta öfkesi olurdu bize. Annem, babamın kötü bir gün geçirdiğini sanardı. Bense bilirdim gerçeği. Sevmek ve sevilmek isteyen, sevmeyi bir türlü beceremeyen insanlar, kendi içlerinde bir savaşa girerdi. Gururuna, korkaklığına veya her ne ise savaştığı, kazanamadıkları vakit kendilerine kızarlardı. Kendilerine kızmaları yetmiyormuş gibi birde bu öfkeyi dışarı taşırlardı. Taşıdıkları öfke çoğu zaman karşı tarafın kalp kırıklığıyla son bulurdu. Bu kez sevgiyi bilmeyen kişi, kalbini kırdığı kişinin gönlünü almak, af dilemekle vakit harcardı. Bu sayede af dilerken, hatasından mütevellit biraz başını eğer ve içindeki sevgiyi göstermek için bir fırsat bulurdu. Hem sevgisini gösterir hem de karşıdaki kişinin onu affetmesiyle de sevildiğini hissederdi.
Ne yazık ki kimi zaman benimde babam gibi bu yola başvurduğum olurdu. Başvurmadığım çoğu zaman ise karşı tarafın sevgimi bir şekilde hissetmesini umarak yalnızca beklerdim. Çünkü elimden başka hiçbirşey gelmezdi. Ben birgün olsun babama kucak dolusu sarılmamıştım mesela. Annemi öpmemiştim yanaklarından hiç.
Hatırlarımda bir anneler gününde topladığım çiçekleri bile verememiş, eve girmeden öfkeyle savuruvermiştim bahçeye. Size tüm bunlar, pek olağan dışı gelebilir elbet. Lâkin unutmayın ki, ben sevgisiz büyümüş bir babanın oğluyum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güneşli Günler
RomanceTaş atılmış bir kırlangıç sürüsüne benziyordu. Kafka'nın penceresine konan o ürkek kuş gibiydi. Bir uğultu halinde bakıyordu gözlerime. Tüm baharlar ve güneşli günler güzelliğini başka yerlere götürmüş de ona yalnız kara kışlar kalmış gibiydi. Üstün...