*
Çoğu gecemde yalnızdım. Tek başıma, kalbi kırılmış ama hâlâ daha kuyruğu dik tutmaya çalışan küçük bir kızdım. Büyümüştüm. Boyum uzamış, yeni yaşlar almıştım ama hâlâ daha gözlerime baktığımda küçücük bir kızı görüyordum.
Yalan söyleyen.
Daima gülümseyen ve hissettiği her şeyi örtbas ettirip kendini dahi kandırabilen. Küçük bir kızı görüyordum. Benimle o kadar yabancıydı ki, tamamen zıttık birbirimize. Apayrı bambaşka insanlar gibiydik. Saçlarımız, gözlerimiz, yüzümüzdeki her bir çizgi bile aynıydı. Biz aynı kişiydik ama ruhlarımız bambaşkaydı.
Birisi beyazlar içerisinde masum bir kadındı. Kırık ve mutsuz bir kadındı ama diğeri, diğeri tam aksine siyahlara bulanmış, ruhu katran karası bir kadındı. Mutluydu ya da öyleymiş gibiydi. Bir kere masum değildi. Elleri kanın kırmızılığına bulanmış, öfkeli, hırslı bir kadındı.
Beyazlar içerisindeki kadınla o kadar farklı ve bir o kadar aynıydı ki bazen o bile kim olduğunu unutup karıştırabiliyordu.
Mirza Altemur.
Yarım saattir kesik kesik nefesler alıp veriyor ve gıkını bile çıkarmadan yanımda oturuyordu. Ağzımı açıp tek kelime soramıyordum çünkü o bıçağı saplayan bizzat bendim. Mantıklı düşünen tarafım şükür ki çabuk kendine gelmiş kucağından kalkıp Buğra'yı aramıştı. Arkasından bir robot gibi arabayı çalıştırıp gözümün ucuyla dahi bakmadan gaza basmıştım.
Zamanı azalmıştı ve ben bunun farkındaydım. Direksiyonu sağa kırıp yarı yolda bizi karşılayan ambulansın arkasında durduğumda arabadan inip diğer taraftan onun da inmesine yardımcı oldum. Doğrulmaya çalışmasında acıyla inliyor, nefesi kesiliyordu.
Senin yapacağın işi sikeyim Melina!
Ona öylece kontrolü eline alması için izin mi vermemi bekliyordun seni aptal!
İlla kalbine bir bıçak mı saplamalıydın?
Haklısın. Bir dahakine boğazına saplarım ve bu kez o bıçak çekerim.
Kafamın içindeki homurtulara yalnızca kaşlarımı çatarak cevap verdim ve bize doğru aceleyle gelen hastane çalışanlarının kolları arasına Mirza'yı bıraktım. Canı gerçekten yanıyor olmalıydı ve adamın her an öleceğini zannediyordum.
Tanrı aşkına kalbine bir bıçak saplamıştım nasıl ölmeyecekti ki?
Mirza'yı sedyeye yatırıp kemerlerini bağladıklarında gözleri doğruca gözlerimdeydi. Beti benzi atmış deyiminin ete kemiğe bürünmüş haliydi ama o doğruca gözlerime bakıyordu. Bir öfke görmeyi bekledim.
Kin ya da nefret. Bilmiyorum belkide intikam ateşi yanmalıydı ama bir kıvılcım olmalıydı. Oysa onun gözlerinde hiçbir şey yoktu. Boştu. İfadesizce çekinmeden gözlerime bakıyordu.
Buna bir anlam yüklemek istesem boşluk olurdu. Dipsiz bucaksız bir boşluk vardı gözlerinde. Bana kızmamış mıydı? Neden bir tepki vermiyordu?
Olduğum yerde öylece onu ambulansa bindirişlerini izlerken o da benimle birlikte beni izliyordu.
Görevliler yerlerine geçtiğinde şoför kapıyı kapattı ve biz son kez göz göze gelip girdiğim transtan çıktım.
"Asel?" koluma dolanan parmakların sahibiyle irkilerek geri çekildim.
Dalgın bakışlarımdan silkelenip karşımdaki şaşkınlığını gizleyemeyen adama baktım.
"Ne?" kaşlarını çatarak siren sesleri gittikçe azalan arkamda kalan araca baktı ve sonra tekrardan bana döndü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyah Resim +18
ChickLitRuhunuz paramparçayken bile sevdikleriniz için çabalayabilir misiniz? O öyle yaptı. Önce ruhunu kaybetti sonra umudunu... Umut diye bir şey yoktu. Hissedilen tek şey ihanet ve acı... Sonra karşısına bir adam çıktı. Kalbi en az ruhu kadar güzel... Ku...