Soğuk hava.
Islak kıyafetler.
Titreyen bir ten,
Ve nereden geldiği belli olmayan saat sesi...Saat neredeyse gece yarısına geliyordu ve ben ormanda kaybolmuştum. Tamam, kabul. Aslında zaten kaybolmak istemiştim ama lanet olsun ki şu sikik saat sesini duymayı bırakamıyordum.
"Siktir," Bir şey ayağımı kesmişti! Harika... "Lütfen artık biri beni bulabilir mi?" Yüksek sesle bağırdım ve yanımdan geçen karartıya döndüm. "Kim var orada?" Uzun boylu, neye benzediği belli olmayan şeye baktım. "Sen kimsin?" Gölge olduğu yerde durdu ve bana doğru yürümeye başladı. Elimdeki feneri ona doğrultmak istedim ama kendime hakim olup ışığını iyice kapadım.
"Acılarına son verecek olan kişi..." Kalın ve yabancı sesi bir anda tanıdık bir hâl alınca gözlerim istemeden yanmaya başladı. "Ne? Sen, ama nasıl..." Gülüşünü duydum. Aynı gülüş. Alaycı ve büyüleyici... Ama bu olamazdı, değil mi? Ne de olsa çoktan ölmüştü. "Sen gerçek olamazsın. Bende şizofren olamam. Benimle eğlenme yabancı." Gözlerim normale döndü ve sesim olduğundan daha kararlı çıktı. Bir elim hafifçe yan cebimdeki şeytan bıçağına gitti.
"Ama seni ona kavuşturabilirim." Sesi en baştaki kalın yabancılığa dönünce hızla ışığı yüzüne tuttum ve karşımda duran yüzü damarlı yaratığa bir kaç saniye baktım. Çığlık atmadım, gerilemedim. "Yüzümü beğendin mi? İstersen sana da yapabilirim." Bir elini kaldırdığında uzun ve ucu sivri olan parmaklarına baktım. Kaçmalıydım. Hemde hemen. Bir anda ne yapmam gerektiğini hatırlamış gibi bıçağı çıkartıp gözüne sapladım ve olabildiğince hızlı bir şekilde koşarak ormanın derinliklerinde iyice kayboldum.
Bağırıp yardım istemek istedim ama beni bulabilirdi. O yüzden sessizce koşmaya devam ettim.
Işıklar.
Müzik sesi.
Daha az ağaçlık.
Bir ev.
O'nun evi...Gördüğüm şeyin gerçek olamayacağının farkındaydım. Orası başkasının eviydi. Ama yine de bir anlığına, bu sahte gerçekliğe mahkum olacaktım.
Soluklandım ve biraz daha yavaşlayarak adımlamaya başladım. Tam iki adım atmıştım ki, o korkunç ses tekrar konuştu. "Benden kaçabileceğini mi sanıyorsun?" Sesi kızgındı ve yakından geliyordu. Çığlık attım ve hızla önümdeki eve doğru koşmaya başladım. Kapısına geldiğimde nefes nefeseydim ve soluklanmadan kapıyı delice çalmaya başladım.
"Yardım edin!"
Bekleyiş.
"Kimse yok mu?"
Arkadan gelen adım sesleri.
"İmdat!"
Yüksek sesli bir çığlık ve korkmuş gözler.
Açılan kapıyla kim olduğuna bakmadan içeri daldım ve hızla kapıyı kapattım. Saat sesi kafamın içinde yankılanmaya devam ederken hızla nefes alıp veriyor ve gelmekte olan astım krizini engellemeye çalışıyordum. İlacım diğerlerinde kalmıştı ve bir krizi kaldıramazdım. "Ne oluyor?" Girdiğim evin sahibini hatırlayınca düzelmeyen nefes alışverişlerimle kafamı kaldırdım. Ve, bingo."Ciddi olamazsın!" Arka odadan gelen kızıl kafaya baktım. Oldukça ciddiyim bebeğim.
"Ben, ben özür dilerim bir anda girdim ama ormanda bir şey beni takip ediyordu! Beni yakaladı ve ben ne yapacağımı bilemedim. Arkamdan geliyordu ayrıca yüzü damarlıydı ve elleri pençe gibiydi. Beni tüm orman boyunca kovaladı! Bende ilk gördüğüm eve geldim ve orasıda sizin evinizdi ama yemin ederim bilerek olmadı!" Tek nefeste bunları söyledikten sonra daha fazla vücudumu taşıyamadan yere yığıldım. "Tamam, tamam sakin ol." Kızıl kafa yanıma geldi ve önümde eğildi. Başımızda dikilen kişiye bakıp konuştu. "Gidip bir kontrol et." Kafasını salladı ve derin bir nefes alıp kapıyı araladı.
"Sakin ol Anya! Öleceksin şimdi. Astımın tutmamalı o yüzden nefeslerini düzene sok." Dediklerini zaten yapmaya çalışıyordum ama çoktan korkunun esiri olmuştum. "Başka bir şey var mı bu olayla ilgili?" Ellerimi omzuna çıkardı ve beni kendine çekti. "Sakinleş." Saçımı okşarken biraz olsun sakinleşebilmiştim. "Bir tane de ses vardı. Siktiğimin saat sesi. Çınlayıp durdu. Tüm orman boyunca." Sinirle konuştuğumda saçımda ki elleri durdu. "Anya," Ona bakmamı sağladı. "Bu saati hiç gördün mü?" Şüpheyle bana bakarken sorusunu tarttım. Neden böyle bir şey soruyordu ki?