TANRININ GÜNAH KILDIĞI

269 46 112
                                    

İyi Okumalar!

Where Do Lovers Go? - Ghostly Kisses
J'ai Demandé â la lune - Ghostly Kisses
Mabel Matiz - Boyalı da Saçların


|Tanrının Günah Kıldığı|


Ne hissettiğini bilmiyorsun. Derdinin ne olduğunu da bilmiyorsun. Bazen sadece ağlamak istiyorsun. Sebebini bilmeden saatlerce ağlamak ve uyumak istiyorsun. Tavanı izliyorsun bir süre. İçinde büyük bir boşluk ve o boşluk seni yutmak üzere. Göğsüne çöken ağırlık seni bitkin düşürüyor. Ruhun sömürülmüş gibi sanki. Tüm bunların sebebi yorgunluğun değil miydi?

Yorgundum. Ruhum yorgundu.

Çok taktım kafama, çok kurdum kafamda, çok fazla yenik düştüm belki de. Çareyi başka şeylerde aradım. Göğsümdeki zehir tüm vücudumu ele geçirip yaşamı bana zehir ederken panzehirim kitaplardı, şarkılardı. Benim kafamdaki bu küçük dünyada benim mutlu olmamı sağlayan çok az şey vardı ama onlarında pili tükendi ve bana işlemeyi bıraktılar. Hiçbir şey. Hiçbir şey iyi gelmiyor muydu artık? Kitaplar bile mi? Kitaplar bile. Kaçamıyordum artık. Kendi dünyamdan sıyrılamıyordum. Takılıp kalmışım ve kör olmuşum sanki. Ne yapıp, nasıl hissetmem gerektiğini bilemiyordum. Kalın bir ipi boğazıma sarmışlar, sıktıkça sıkıyorlardı. Her bir düğümü attıklarında beni öldürdüklerini sanıyorlardı. Bir zamanlar ruhu çok ağrıyan, çok kanayan o kızdım ben. Şimdi ruhumu gömmüşlerdi ve zaten ölmüş olan beni öldürmeye çalışıyorlardı. Anlamıyorlardı. Artık bir ruha sahip olmayan birinin öldüğünü, yalnızca bir kefene ve üzerine atılacak toprağın eksik olduğunu anlamıyorlardı. Bende anlatamıyordum, yorgundum.

İlk öğrenmeye başladığımda ilk hatamda vurmuşlardı. Sevilmeyen olmayı, bir kenarda izleyen olmayı her zaman benimsemiştim. Ben buydum çünkü. İlkokulda dışlanan, ortaokulda zorbalığa uğrayan, lisede bir kenarda yalnızca izleyen o kız çocuğu. Babası tarafından sürekli ezilen, sevgi görmeyen, her düştüğünde başını annesinin göğsüne yaslayıp hüngür hüngür ağlayan o kız çocuğu. Annesinin de bir kez olsun sevgi göstermediği kız çocuğu.

Biri daha vardı o iki katlı büyük evde. O karanlık, tartışma seslerinin eksik olmadığı, her daim karanlığında kaldığım o evde beni biraz da olsa aydınlatan. Etrafına neşe saçan, başarılı, babamın gözünde on numara, hayat dolu bir kız daha vardı o evde. Çok sevildiğini gözlerimle gördüm. Gözüm yaş akıtmadı belki ama kalbim çok ağladı.

Hep yetersiz hissettim. Hep itilen kakılan olacağıma inancım tamdı. Hiçbir zaman aşık olmak istememiştim çünkü sevileceğimi hiç düşünmemiştim. Kaçmıştım, kaçmıştım ama yakalanmıştım. Aşık oldum ama sevilmedim, bilinmedim, görülmedim bir süre.

Biz zıt kutuplar gibiydik kız kardeşimle.

O neşe dolu kız çocuğu da aşık oldu. Sevildi ya da sevildiğini sandı. Göğsünde büyüttüğü o aşk fidanı bir meyve verdi. Göğüs kafesi kaldıramadı ve çareyi ölümde buldu. Tek arkadaşımdı bir zamanlar. Tek sırdaşım.

Ondan geriye ne kalmıştı? Bir odası vardı işte pespembe. Odanın kapısı kilitli. Giren de çıkan da yok. Öylece duruyordu o oda. Girmek istediğim her an elim duruyor o kapı tokmağında. Olmuyor, canım acıyor. Gözümde canlanıyor siması. O gün pek iyi gözükmediğinde, yanıma geldiğinde ve bir şeyler anlatmak istediğinde keşke geri çevirmeseydim onu. Belki o zaman yanımda olurdu. Belki daha iyi olurdu ve her şeyi hallederdik beraber. Belki son çare olarak benim yanıma geldi, anlatmak istedi ama geri çevirdim onu. Belki de senin yüzünden. Ölüm sandı çareyi. Belki de benim yüzümden.

Göğüs Kafesindeki Ceset Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin