BÖLÜM 4 : SESSİZLİĞİN YARATTIĞI GÜRÜLTÜ

405 41 215
                                    


Bu kadar geç kaldığım için özür
diliyorum :'(

Uzuuun bir bölüm geldi, umarım keyifle okursunuz ♥️

Arnavutça dil bilgisiyle bana yardımcı olan @darlocked a çok teşekkür ediyorum. ♥️

Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. Sizleri çok ama çok seviyorum :)

İki varsınız....

 1999 TÜRKİYE, İSTANBUL

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.




1999 TÜRKİYE, İSTANBUL...

"Ne o? Yeni evimizi beğenmedin mi?" Marco'nun sözleriyle birlikte bakışlarını hayatında hiç görmediği kadar güzel olan bu eve çevirdi Feda. Eskiden evlerinin çatısından su akardı. Pencereleri hava sızdırır ve yandaki ahırdan tezek kokularıyla uyurdu. Şimdi... Bahçesinde içinde tonlarca su bulunan mavi küçük bir deniz vardı. Yerde muntazam bir şekilde biçilmiş çimenler ve kocaman bahçede güzel dizayn edilmiş onlarca değişik ağaçlar vardı. Bakışları tekrardan içi su dolu havuza döndü. Henüz o zamanlar onun adının havuz olduğunu bile bilemeyecek yaştaydı. Gerçi şu kısacık hayatı boyunca deniz bile görmemişti ya, neyse. Annesi ona denizin nasıl bir şey olduğunu ancak sözlerle anlatabiliyor ve evlerindeki radyodan ara sıra dinlediği balıkçı teknelerin suda yüzerken tekneye çarpan dalgalarının seslerini duyabiliyordu.

İlk defa bu kadar suyu bir arada görebiliyordu ve aklına ilk gelen şeyin burasının bir deniz olabileceğiydi. Bakışları havuzun yanındaki villaya değdi. Babasıyla evlenmeden önce annesinin de çok zengin bir aileye sahip olduğunu hatırladı. Annesi ona yüzyıllar öncesinin kraliyet soyundan geldiğini ve soyunun sarayları gördüğünü anlatırdı. Feda annesinden hep kraliyeti anlatmasını ister, onlarla ilgili hikayeleri dinlerdi.

Öyleyse...

Burası da bir saray mıydı?

Bu ev tek katlıydı fakat çok lükstü. Çatısından su akacakmış gibi durmuyordu. Büyük pencereleri de hava sızdıracakmış gibi de durmuyordu üstelik. Hepsinden önemlisi... Tezek kokusu yerine evin etrafını çevreleyen dev duvarların üzerinden sarkanları yasemin çiçeklerinin kokusu sarmıştı burayı. Feda, Marco'nun elinden elini yavaşça çekti. Bileğinde hala Jakov'un  ve kendi ipi vardı. Ayağında tezekli çamurlarla dolmuş plastik ayakkabısı vardı ve üzerinde Marco'nun aldığı sıradan, dikkat çekmeyen basit bir siyah elbise vardı. Kendi topraklarından bileğindeki iplerden başka kalan tek şey bu plastik köy ayakkabılarıydı.

"Këta njerëz po flasin një gjuhë që unë nuk e di." Bu insanlar bilmediğim bir dili konuşuyor, dedi kendi ana dili olan Arnavutçada.

"A jam e detyruar të jetoj këtu?"Burada yaşamak zorunda mıyım?

Marco havuzun kenarındaki koyu yeşil kadife koltuklardan birine otururken Feda'yı yanına çekerek karşısına oturttu. Mavi gözleri küçük kızın ürkek kahverengi bakışlarında dolaştı. "Tani nuk është më ajo vajza e vogël që jetonte në Kosovë. Harroje emrin tënd të vërtetë. Mamanë, babanë, emrin e askujt që njihje nuk do e thuash me zë të lartë, Feda." Artık Kosova'da yaşayan o küçük kız yok. Gerçek ismini unut. Anneni, babanı, tanıdığın hiç kimsenin adını sesli olarak dile getirmeyeceksin Feda.

ÇOCUKLUK MÜZESİNDE YETİŞKİN OLMAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin