Benim hikayem annem ve babamın gözümün önünde bir cinayete kurban gitmesiyle başladı. Çünkü o gün büyümek zorunda kalmış, yatağımın altında sarıldığım bez bebeğime hıçkırıklarımı hapsetmiştim. Ve hikayemi tamamlamaya orada söz vermiştim.
"Merhaba anne," diye fısıldayıp elimi toprağa sürdüm. "Ben gidiyorum, anne. Uzaklara...ama merak etme her fırsatta yanında olacağım."
Babamın da toprağını suladıktan sonra mezarlıktan ayrıldım. Her adımda uzayan o yolu sadece iki dakikada yarılamış son kez annem ve babamın mezarına masum kızları olarak bakmıştım. Şimdi hem gökyüzü şahitti hem de toprağın altında ölü bedenler. Gidiyordum Ankara'dan, doğup büyümek zorunda kaldığım yerden. Ailemden çok uzaklara; onları benden uzak tutanlara gidiyordum. Onları öldürüp bir çocuğu daha öksüz bırakanların yanına gidiyordum. Dönecektim. Ta ki zaman beni geçmişimdeki duyduğum halen daha tazeliğini koruyan acıyı dindirene kadar. Diner miydi yıllarca size kan kusturan o acı? Dinmezdi. Dinmeyecekti.
Yoldan çevirdiğim taksiye atlayıp arkamda bıraktığım tozlu geçmişi temizlemeye İstanbul'a gidiyordum. On sekiz yaşına girdiğim an atıldığım yurttan sonra Ajan olmam için bir başvuru yapmıştım. Gizli örgütler, karanlık işler ve banka hesapları... hepsini çökertince gizli bir dosyayla okula kabul edildiğimin bildirgesi gelmişti. Ajan olmak, hayatımın en son köşesinde yer alamayacak kadar korkunç bir deneyim olacaktı benim için. Ebeveynlerimin yürüttüğü işte feda olmaları, durumu daha farklı bir boyuta taşıyordu.
Annem ve babam, usta birer ajandı. İkisi de mesleklerine tutkun ve bu uğurda can verenlerdi. Beş yaşında henüz bağırış sesinden bile ürken bedenim, silah sesleriyle tanışmakla kalmayıp anne ve babamın ölüm seslerine şahit olmuştu. O gün elime gurur duyduklarını bildiren aptal bir belge almıştım.
Ne gurur vericiydi!
Onların ölümü kimsenin umurunda olmadığı gibi kendimi yetimhanede bulmuştum. İşte tam o gün yarım kalmıştım ben. Aslına bakarsanız iyi bir ajan değil ama iyi bir evlat olmak için bu yolda ilerliyordum.
Hakan ARAS, namı değer 001. Annem ve babamın baş komiseri oluyordu kendisi. Bize geldiği günleri hatırlıyordum. Bundan iki yıl önce ajan okulu -ki Harp Okulu adında- gizli bir eğitim yeri oluşturmuştu. O adamın benden çaldıklarını misliyle almaya gidiyordum.
Tabii, 002 Asrın ARAS'ı bu işe katmadan gidiyordum. Onun benden alacaklarını katmadan; ardıma bile bakmadan gidiyordum. O benden ne mi alacaktı? İlklerimi, sevgimi, yarım kalmış hayatımı. Ta ki benden tek bir gözenek kalmayana dek hepsini alacaktı. Acımasızca, ruhsuzca ve sevgisizce: Çünkü burada intikam bariyerlerinin kurulduğu karanlık bir yol vardı; sadece ona uzanan.
"Kural 1!"diye bağırdığında olduğum yerde sıçradım. "Burada sevgi yok! Ve kural 2! Ben dışında kimse yok, çaylak!"
Kurallarından bahsetmek için fazlasıyla zamanım olacaktı. Ondan önce bir şey sormalıyım.
Ben Çiçek, söylemiş miydim?
Işıkları söndür çünkü burada karanlığa ihtiyacımız var. Kalemimden dökülen her kelime de ışık var. Onu okuyan zihnin hikayenin aydınlığıyla dolup taşacak. Zihnime hoş geldin! Kelimelerimi anlamaya hazırsan mürekkebimden akan her damla senin zihnine bulaşacak. Biz bir olacağız! Aklından geçenleri yorumlara yazıp oy atarsan çok mutlu olurum.
Sevgiyle T.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOD ADI: ÇAYLAK
General FictionRuhumu kamçılayan intikam, yıllardır beni ve içimdeki çocuğun ufak tefek yaşama umudunu parçalıyordu. Balçıkla sıvalanmış karanlık içimdeki çığlıkların örtündüğü yerdi. O yerde bir kız çocuğu vardı; bendim ve yıllar önce yenildim. Ailemin cinayete k...