Otobüsten inince buz gibi Minnesota havasını ciğerlerime çektim. Bir gün önce otobüsle Springfield, Illinois'den Chicago'ya gelmiştim, bir ikinci otobüs beni buraya getirmişti. Eski tarz bir deponun önünden geçerken pencereye yansıyan görüntüm gözüme çarptı. Uzun boylu, beyaz vahşi çehreli, sert bir adam, bedenine uymayan bir palto giymiş. Başka bir görüntü daha çarptı gözüme, kanımı dondurdu: Üniformalı bir polis. Yoksa o otomobilde yananın bir başkası olduğunu öğrenmişler miydi?
Polis, rüzgârı kesen mavi paltosunun üstünden eldivenli elleriyle kollarını sıvazlayarak başka yöne döndü. Yeniden soluk almaya başladım. Hızla taksi kuyruğuna yöneldim. Yalnızca iki taksi bekliyordu. Öndeki beni görünce camını indirdi.
"Şehrin kuzeyindeki, Miller'ın yerini biliyor musun?" diye sordum. Üstümü başımı şöyle bir inceledi. "Biliyorum. Beş papel. Peşin."
Chicago'da sarhoşun tekini marizleyip aldığım paradan verdim ücretini. Arka koltuğa oturdum. Şoför taksiyi buzlu İkinci Sokak'tan yavaşça çıkartırken parmaklarım gevşedi, kaskatı balta durumundan çıktı. Bunun gibi bir soytarı beni korkutacaksa, yeniden içeri girmeyi hak ediyorum demektir.
"Duyduğuma göre ihtiyar Miller epeyce hastaymış." Göz ucuyla bana bakabilmek için yarı yarıya dönmüştü. "Onunla bir işin mi var?"
"Öyle. Yalnızca beni ilgilendiren bir iş."
Böylece sohbet sona erdi. Endişelendim. Bu soytarı bile duyduysa, babam iyice hasta demekti.
Ama belki de bunun nedeni kardeşim Rod'un bankada başkan yardımcısı olmasıydı. Etrafta bir sürü yeni inşaat vardı. Kasabanın batısında da, eski ilçe yoluna biraz karışık bir üstgeçitle kavuşan bir otoyol yapılmıştı. Yeni inşa edilmiş bir mahallenin yarım kilometre kadar arkasında, çok iyi tanıdığım iki yüz dönüm ormanlık tepeler vardı.
İki gün önce, Indiana'daki Terre Haute Federal Cezaevi'nden kaçtığımda, peşime düşenlerin kordonundan böyle bir orman sayesinde kurtulmuştum. Cezaevi kamyonuyla, cezaevi çiftliğinin domuzlarına götürülen yal kovasının içinde kaçmıştım, dosdoğru batıya, Illinois hattının karşısına yönelmiştim. Açık arazide iyiyimdir, içerde biraz formdan düşmüş olsam bile. Dolayısıyla şafakta Paris, Illinois yakınlarında bir saman yığınının içinde, cezaevinden on kilometre ötedeydim. Mecbur olunca her şeyi yapar insan.
Taksi özel bir yolun başında durdu, şoför ikircikliydi. "Bak, aslanım. Yol daha öteye gidiyor ama fena halde buz tutmuş gibi geldi bana. Şimdi girer de çukura düşersem..."
"Buradan yürürüm."
Taksi gidene kadar yolun kenarında bekledim. Soma arkamdan kovalayan rüzgârla birlikte tepeye, yapraksız ağaçların arasına yürüdüm. Babamla birlikte rüzgâra engel olsun diye diktiğimiz sedir ağaçları büyümüş, irileşmişti. Dikenli tel gibi birbirine geçmiş yabani böğürtlenlerin altında karda tavşan patikaları görünüyordu. Eski tarz, iki katlı ev, tepedeki meşelerin altındaydı ama önce köpek kulübelerine doğru saptım. Kat kat karlar bozulmamıştı burada. Artık av köpekleri yoktu. Mutfak penceresinin dışındaki kuş kabına da mısır konmamıştı. Ön kapının zilini çaldım.