Amerikalı arkadaşım Bambi'yle bodrum dairemin mutfağında oturuyordum ki kapı çaldı. Kira ödemeden bir dairede oturabilmek için apartmanın kapıcılığını üstlenmiştim. Yerimden kalkarken her zamanki gibi yine küfrettim.
Ekim'in 30'uydu; cimri işverenim Bayan Adams kaloriferi mevsimin bu erken vaktinde yakmamı yasaklamıştı. Oysa soğuk ve nem, kışın 'sert geçeceğini müjdeliyordu. Sokak kapısını açtım, karşımda, sarı sis içinde, tuhaf küçük bir siluet gördüm.
Küçük bir kızdı, sekiz dokuz yaşlarında, uzun siyah cüppesi ve ucu sivri külahıyla cadı kıyafetine girmişti. Bizim dairelerin sakinlerinden değildi ama onu dadısı ve bebek arabasıyla Bahçeler'de oynarken gördüğümü hayal meyal hatırlıyordum. Galiba Amerikalı'ydı, babası elçilikle ilgili bir iş yapıyordu. Güzel bir çocuk değildi, eski püskü bir pusete eski moda lastik bebeğini oturtmuştu.
"Şeker mi, şaka mı?" diye sordu.
"Şeker" dedim kesin bir tavırla, tercih hakkım olduğunu sanıyordum.
Bir şey bekler gibi baktı bana, benden ses çıkmayınca sordu, "Eee, nerde?" "Ne nerde?"
"Şeker" dedi sabırla. "Bana şeker vermezsen, sana şaka yaparım."
"Hadi bakiim uzaklaş" dedim ters ters. "Buna tehdit derler! Siz Amerikalılar, hepiniz doğuştan gangstersiniz!"
Küçük düşman suratına kapıyı kapayıp bodruma indim. Bambi bir sigara daha yakmaktaydı. "Şeker mi, şaka mı?" dedim.
"Aaa!" diye bağırdı, "İngiltere'de de bu geleneğin olduğunu bilmiyordum," "Yok zaten. Nedir, Amerikan geleneği mi?"
"Elbette. New York'ta kıyafetler giyip 'şeker mi şaka mı' diye sokaklara çıkardık." "Nasıl bir şaka yapabilir bu kız?"
"Annem bir torba una izin verirdi. Torbayı kapıya çarptığında harika bir iz bırakır."
"Aşağı inerken bir darbe sesi işittim galiba" dedim. "Ama un torbası değil de, tekme sesine benziyordu."
"Bugünlerde Amerika'da Cadılar Bayramı'nda berbat şeyler olduğunu işittim. Eğer en azından bir dolar vermezsen, çeteler pencere camlarını kırıyor ya da lastiklerini kesiyorlarmış."
Bence bu âdet hooligan'laıı teşvik ediyordu. Bunu belirttim. "Zaten Cadılar Bayramı yarın."
Bambi ulusal geleneklerine dostça yaklaşmadığım için suratını asmıştı. "İyi ama" dedi, "geçen ay şu Guy kuklası için bir sürü bozuk para verdim. Guy Fawkes'ın* da tuhaflıkta ondan geri kalır yanı yok bence. İnsana benzer bir kuklanın yakılması nasıl bir hayal gücünün ürünüdür?"
Ben öyle düşünmüyordum ama dilimi tuttum. Bu gece Bambi'ye içerliyordum. Beş parası yoktu ama ben onun eski zengin hayatını kıskanıyordum. Ben de hep yolculuklara çıkmak istemişimdir.
Fincanına yine çay koydum, o da gösteri dünyası anılarını anlatmayı sürdürdü. Sonra kocam Ron bize katıldı ve saat on bire kadar havagazı parasıyla domino oynadık.
Ertesi sabah altıda kalktım, Ron'a çayını götürdüm, su ısınsın diye kuzineye kömür attım. Yedi buçukta sütü almak için zemin kata çıktım. Sütçü gitmek üzereydi.
"Ne tuhaf süsler koyuyorsunuz" diyerek ön kapıyı işaret etti. Gerçekten de tuhaftı. Kapıya kopuk bir bebek eli çakılmıştı. Pamukla doldu
*Guy Fawkes Gecesi: İngiltere'de 1605'te Guv Fawkes'im Parlamento'yu havaya uçurmaya kalkışması anısına Kasım'ın beşinci günü Guy denen kuklalar yakılır.
rulmuş lastik bir el. Oradan buradan pamukları çıkmıştı. Çirkin, sapıkça bir görünüşü vardı.
Sütçü, "Bunu Brixton ya da Camden Town'da görsem" dedi, "ne düşünürdüm biliyor musunuz? Biri vudu büyüsü yapıyor derdim, Ama buralarda böyle şeyler olmaz. Gloucester Sokağı'nda olmaz."
Pis şeyi kapıdan söktüm ve ağzı açık çöp tenekesine fırlattım. "Bahçeler'in her yerinde bunlardan var" diye devam etti sütçü. "Bütün kapılara bebek parçaları çivilenmiş."
Batıl inançlarım olmadığı için omuzlarımı silkip sütü dağıtmak üzere yukarı katlara çıktım. Daha sonra oğlumu okula gönderip daireleri ve koridorları temizlemeye başladım.
Kesik bebek eli bir önceki gece gelen küçük ziyaretçiyi çağrıştırmamıştı bana. Bayan Adams beni alışverişe yolladığında, Profesör Newton'un kapısından kolsuz bacaksız ve kafasız bir bebek gövdesi söktüğünü gördüm.
"Tüyler ürpertici, değil mi?" dedim.
"Cadılar Bayramı'ın kutlayan şu sefil çocuk yaptı bunu. 'Şeker mi, şaka mı'ymış! O ailede insanı huzursuz eden bir şeyler oluyor, Teşhisime göre kardeşler arasında aşırı rekabet var. Ailesine resmen şikâyet edeceğim. Aslında Times'a bir mektup yazıp ülkemize yabancı geleneklerin ithal edilmesini protesto etsem daha iyi. Ne berbat şeyler hepsi de!" Çivileri bin bir zorlukla söken profesör iğrenç şeyle birlikte eve girerek kapıyı güm diye kapattı.
Bebeğin kafası köşedeki parmaklıklara kazığa oturtulur gibi geçirilmişti. Lady Arthwaite'in ilgiyle kafaya baktığını gördüm. "Acaba bu zavallı ne yaptı da başı koparıldı?" diye mırıldandı yanından geçerken. "Ortaçağ'daki gibi, değil mi? Ya da, tam... şey, savaş öncesinden beri böyle bir bebek görmemiştim. Deri dokusu bugünlerde kullanılan o çirkin plastikten çok daha sahici görünüyor, Küçük torunuma bundan bir tane almak isterdim."
Öyle soğuktu ki fazla ovalanamadım. Yine de, kadının neşeli sözleri olayın dehşetini biraz azaltmıştı. Alışverişimi yaptım, Bayan Adams'ın öğle yemeğini pişirdim. Karanlık erkenden basana kadar çalıştım.
Fırtına kopacaktı. Gök simsiyah, tehditkârdı. Oğlum tanı zamanında okuldan geldi, üşümüştür diye ona güzel bir fincan sıcak kakao yaptım. Oğlum narin bir çocuk.
Beşi biraz geçe yağmur indirdi. Ron yarım saat sonra geldiğinde iliklerine kadar ıslanmıştı. "Cadılar Bayramı" dedi. "Bir içkiye ihtiyacım var." Viskisine tam sevdiği gibi sıcak limonata karıştırdım.
Elden düşme smokin ceketiyle, yeni doldurduğum kuzineye âdeta yapışarak oturdu. Akşam yemeğini hazırlamaya başladım: Pirzola, patates kızartması, haşlama bezelye, tatlı olarak da meyve salatası ve krema.
Yemeğe başladık. Birden yine kapı çaldı. Öfkeyle homurdanarak yukarı çıktım. Küçük Amerikalı'ydı, korsan kıyafeti giymişti.
"Şeker mi, şaka mı?" dedi.
Bu kez pusete küçük oğlan kardeşini koymuştu.